Archive for Kasım 2013

Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Sen derviş olamazsın..
Derviş gönülsüz gerek

**
-Yunus Emre bile “dervişliğinden” emin değilse,

sen derviş olamazsın.

-Küçük bir rahatsızlığında bilmem kaç yüz tane “ünlü”, “güçlü” ve dahi zengin İslam düşmanı “geçmiş olsun” diyor ve dahi sen de gazete ilanı ile önem sırası gözeterek şükranlarını bildirmek ihtiyacı hissediyorsan,

sen derviş olamazsın.

Bakın Derviş nasıl olur:

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin

(Yunus Emre)

-Dinini, Ümmet’ini yok etmeye yeminli Siyonist’e “diyalog” uğruna ödüller veriyor, seni taşıyan kurbağayı* suyun ortasında sırtından sokuyorsan,
Jüpiter’de okul açsan ,

sen derviş olamazsın. (daha…)

Read Full Post »

Anı dediysem fazla bir şey beklemeyin; küçük bir “enstantene” çok şükür.

96-98 arası bir zaman olmalı idi. Washington’un büyük otellerinden birinde bir çeşit bir Türkiye Gecesi vardı. Türkiye’den bir çok bakan, vekil falan orada idi. Esasen bir lobi faliyeti olarak sunulan etkinliktekilerin muhtemelen yüzde 90’ı Türk idi. Neyse, bütün Türkler ya ayak üstü biribirleri ile sohbet ediyor ya da davete icabet eden bir avuç Amerikalı’nın etrafında halka olmuş onlara bir şeyler anlatmaya çalışıyor idi; bir tanesi hariç. İnce bıyıklı esmerce, orta yaşlı biri barda oturmuş, yerinden kılıdamadan içkileri devirmekle meşgul idi (herhalde devlet kesesinden dememe gerek yok). Bir saat kadar sonra baktım gene aynı noktada aynı meşgale. “Adamı gözüm bir yerden ısırıyor, tanıyor musun” dedim yanımdaki arkadaşa.

“Milletvekili Kamer Genç” dedi. (daha…)

Read Full Post »

Son günlerde tedavüldeki klişeyle başlayalım: Mesele dershane değil sen hala anlamadın mı?

Anladım. Anladığım da şu:

Başbakan Erdoğan da Fethullah Gülen de maksimalist adamlar. İkisi de “iyi, doğru ve güzel” ‘e varma veya hakikat arayışını geniş perspektifte yapan, ne anı kurtarma, ne muharebe kazanma gibi küçük hedefleri kovalayan insanlar. İkisinin de birer medeniyet inşası tasavvurları var. Ve her ikisinin bu gelecek inşasında İslam önemli bir yer tutuyor.

O zaman farklılığın gayeden çok metodda olduğuna hükmetmek lazım.

Erdoğan’ın metodu için hasbi, doğrucu, ahlakçı, omurgalı, kapsayıcı, duygusal, kucaklayıcı gibi kelimeler geliyor aklıma.

Gülen’inki için ise, hesabi, siyasi doğrucu, pragmatik, rasyonel, diyalogcu kelimeleri … (daha…)

Read Full Post »

Madem öyle böyle!

Madem Netanyahular, Sisiler için pamuk, “firavun” Erdoğan için demir eldiven politikası Gayretullah’a dokunmuyor, bunlar hiç dokunmaz.

Aşağıdaki bilgiler ne “komplo teorisi” ne de kara propaganda. Kısa bir süre önce adı bende saklı olan önemli bir Zaman yazarına Cemaat’in azılı bir siyonist, bir İslam düşmanına ‘barış ödülü’ (Annette Lantos, müteveffa Kongre Dış ilişkiler Komitesi Başkanı Tom Lantos’un eşi, vakfının başkanı) vermesini nasıl okumamız gerektiğni sormuş idim. O da cevabında konuyu bilmediğini, bilgilendirirsem memnun olcağını yazmış idi. Ona yazdığım notu paylaşıyorum:

**************************************************
Birkaç not: ABD’deki 25 yılımda Kongre’yi çok yakından takip ettim. ABD’de siyasetle ilgilenen hangi Müslüman’a sorsanız en korkutucu İslamofob_Siyonist figürlerden biri olarak Tom Lantos’un adını anardı. I. Irak Savaşı sırasında Kongre’yi savaşa ikna etmek için Kuveyt’in ABD büyükelçisinin kızını sahte kimlikle Kuveyt’te bebeği Saddam’ın askerleri tarafından bir doğumevinde kuvözlerde katledilen bebeklerden birinin annesi rolünde çıkaran Dış İlişkiler Konseyi Başkanı olarak bilinir. Sonradan “beni de kandırmışlar ama önemli değil; Saddam çok kötü..” (meal) demişti.

Müslümanlara, özellikle Filistinliler’e karşı her türlü Kongre icraatının altında imzası vardır Tom Lantos’un. (daha…)

Read Full Post »

Doğrudur, “dershaneler sebep değil sonuç” ama burdan “her şey olduğu gibi kalsın”, “hiç bir şeyi değiştirmeyelim” sonucu değil sebepleri kaldırmalıyız sonucu çıkar. Zira eskisi gibi saınıfta kalma, displine etme özelliği nerde ise ortadan kalkan, ne yabancı dil, ne doğru dürüst genel kültür, tarih, matematik öğreten ne de problem çözücülük, analitik, yaratıcı düşünce kazandıran bir devlet ve özel okullar sistemimiz var (evet üniversitelerimiz dahil), bir de bu okullara “test tekniği” öğrenerek girmeyi sağlayan paralel dershaneler-eğitim sistemimiz var. Ortaya çıkan mamül, zombileşen, aile hayatları kalmayan, en az gelişme ile diploma alan gençler.

İşte içinde “cemaat” geçmeyen bir tanımlama. Bu temel sorun yerine “cemaat ne kazanır ne kaybeder. Ak Parti bunu cemaate ders vermek için mi yapıyor” vb sorular etrafında konuyu tartışmak bana utandırıcı geliyor.

Daha önceki yazımda söyledim, bahsettiğmiz konu bırakın cemaati hatta dershaneyi, sadece eğitimin konusu olamayacak kadar büyük. Köklü çözüm yepyeni bir medeniyet paradigması inşası ile olur. Herhangi bir “değişiklik planı” ndan bunu beklemiyorum.

Ama sorumluluk mevkiindeki insanların “şu mektepler olmasa idi marifi ne güzel idare ederdim” veya “dershaneler kalsın, okulları kapatalım” deme lüksü yoktur. (daha…)

Read Full Post »

“Dershanelerin Kapatılması” olarak yansıyan konu bir eğitim sistemi konusudur öncelikle. Benim ailemin de muzdarip olduğu, mevcut sistemin, çocuklarımızı “test ve tost” jerasyonu yaptığı yadsınamaz, uzun yıllardır şikayetçi olduğumuz bir gerçek. Tasarlanan değişiklikler soruna ne kadar çözüm üretecek, bir takım sorunları çözerken başka sorunlar mı çıkaracak gibi konular meşru tartışma konularıdır. “Demokrasilerde hür teşebbüs” ilkesi veya mevcut kanunlara uygunluk konularında problem çıkacağı beklentim yok, zira bu taslağı hazırlayanlar her iki konuyada vakıf insanlar. Sokaktaki adamın fark edebileceği bu tür yanlışları barındırabileceğini düşünmek akıl karı değil. “Bu sektörde çalışanlar ne olacak” sorusu da yanlış sorudur. Eğitim politikası da sağlık politikası da hiç bir kamu politikası da böyle sorular üzerinden belirlenmez. Bir iş sahası kapanır başka iş sahası açılır. Muhasebeci sayısı azalır bilgisayarcı sayısı artar, karbon kopya kağıdı üretimi düşer, fotokopi makinsı sektöründe iş çıkar.. vs. Toplam kamu yararı baz alınır kamu politikası yaparken.

Şu an itibarı ile konu gerçek mecrası olan “çocuklarımızın optimum eğitimi” meselesi olmaktan çıkarılıp bir grup ile Hükümet arasında bir “menfaat çatışması” şeklinde sunulmak isteniyor. Bu konuda Hükümet’e, onun eğitimci bürokratlarına, Parti’ye karşı kavgada söylenmeyecek sözler içeren Gezi-vari bir karalama kampanyası yürütülüyor.
(daha…)

Read Full Post »

80 yıl sonra Kalpaklı Kubilaylar

İlkokul 2 veya 3’te ezberlediğim Atatürk’ün gençliğe Hitabesi ‘ni hala ezbere okuyabilirim ama bunun beni ne “Atatürk uzmanı” ne de “enn Atatürkperver” yapacağının farkındayım.

O zaman ne yapmalı bu bütün dünyanın mateme boğulduğu 10 Kasım’a kayıtsız kalmış olmamak için diye düşündüm taşındım, acı, acı kaşındım ve Atatürk uzmanlığı da Atatürkperverliği de tartışılmaz, tartışılması teklif edilemez, tartışılmasının tekif edilmesi düşünülemez iki duayene kalemi teslim etmenin pek de manidar bir jest olacağında karar kıldım.

Birinci Kemalist Cumhuriyet Gazetesi’nden Ali Sirmen tabiatı ile.

Yazılmış En Güzel Atatürk Yazısı
1881 Madeleine Meydanı’nda Bir Güz Öğlesi
Sağımda Madeleine Kilisesi, karşımda Cerruti Mağazası, önümde sıska bir akordeoncu, üstümüze eğilmiş güz çınarları. Boş bir kahve terasındayım. Sabahımsı duran, ıssız bir öğle saati. Üstü kapalı bir kamyondan, kamyon büyüklüğünde bir kristal ayna iniyor. Dört kişi taşıyor aynayı. Madeleine Kilisesi aynaya düşüyor, Cerruti Mağazası aynaya düşüyor, (daha…)

Read Full Post »

Başbakan Erdoğan’ın “kızlı erkekli evler” konusunda bir soruya cevaben sarf ettiği “yasal düzenleme gerekiyorsa yaparız” sözleri ile neyi kast ettiğini tam olarak bilmiyoruz. Malum çevreler olayı “özel hayata müdahele” ve dolayısı ile diktatörlük, devlet despotizmi, ahlak polisliği vb vasıflarla yorumlayacaklar önümüzdeki günlerde.

Bu defa sadece malum sahte liberaller, laikçiler, bilumum Ak Parti düşmanları değil gerçek demokratlar hatta bir çok Ak Parti destekçisi de karşı çıkacak bu tür bir “ahlakın yasalaştırılması” veya yasalarla toplum ahlakını düzeltme teşebbüsüne. Bolca “demedik mi bu adam Şeriat getirecek” mealinde cümlelere hazır olun.

İnsanlık tarihi kadar eski birey ve toplum ahlakı gibi bir meseleye çözümler sunmaya teşebbüs etmeyeceğim. Belki ilerde dönerim parça parça da olsa dahi. Şimdi söyleyeceğm kısa:

1. Kızlı-erkekli evler demek zina içinde yaşayan kızlar oğlanlar demek, başka tevili yok. Doğru adalandıralım olayı. Hilal Cebeci adlı bayan doğru adlandırmış “Gençler nerde sevişecek” sorusu ile.

2. Ama zinayı da diğer “özel hayat ahlaksızlıklarını” da kanun yolu ile önlemek nerde ise imkansız. Sevişmeye hazır genç sevişecek yer bulur, di mi Şafak Pavey? (daha…)

Read Full Post »

(Star-Açık Görüş’ten alıntı)

Komşunuzu öldürdünüz. Onun başarısını kıskandığınız için, parası için veya tipi hoşunuza gitmediği için ise kanun size daha affedici davranır ama Japon olduğu için ise yandınız! Neden Japonlar’dan nefretten öldürmenin, parasına konmak için öldürmeden çok daha ağır suç olduğunun izaha ihtiyacı var. Hiçbir makul sebep yokken adam öldürme yeteri kadar kötü değil mi ki?


Nefret suçu ve söylemine evrensel kriter

BEKİR L. YILDIRIM / Yazar

Demokratikleşme Paketi kapsamındaki açılımlardan, en az muhalefet edilenlerden birinin  “nefret suçları” ile ilgili olanı olmasını bunun özellikle dünyaya Batı gözlükleri ile bakan, insan hakları kavramlarını oradaki ölçütlerle değerlendiren kesimleri memnun ettiği ama bunu ifade etmeyi de Erdoğan’a muhalefet anlayışları ile bağdaştıramadıkları olarak okunabilir. Muhtelif sosyal, siyasi kesimleri ilgilendiren konularda dengeli olmaya çalışıldığı gözlenen pakette, bu madde, özellikle mezkur kesimin hoşuna gidecek bir muhteva içeriyordu.  Zira “nefret suçları” ve “söylemi” kavramları  II.Dünya Harbi sonrası Batı’daki Yahudiler’in hassas olduğu “antisemitizm” kavramını kodifiye etmek için kanunlarına girmiş, sonradan eşcinseller, siyahlar ve diğer “ağlayan bebeklerin”  da yararlanması sağlanmış Batı’daki  zamanın ruhunu yansıtan kavramlardır.

Kavram  son yıllarda özellikle medyada “liberal” olarak tavsif edilen aydınlar sayesinde lisanımıza epeyce yerleşti. Kullanım, ırkçılık, homofobi, antisemitizm gibi aynı kategorideki ifadeler veya türevleri ile birlikte tedavülde.  Kavramın Batı kaynaklı olması bu yazının konusu değil.  Zira yaşadığımız zamanlarda  liberal demokrasi, insan hakları hatta modernist paradigmaçerçevesindeki tüm kavramlar için referans orası. Geriye iki problem kalıyor: Birincisi, yanlış tercüme veya kavram ithal edilir iken orjinalinden farklılaşması. İkincisi ise, velev ki tercüme doğru, kavramın imali ve kullanımına dair bir kritik sorgulama eksikliği.

Nefret suçu nedir?

Önce nefret suçu ve söylemi ifadelerinin Frenkçe tanımlarına bakalım. Batı kurulu düzeninin seslerinden Wikipedia tanımına göre göre herhangi bir şiddet suçu mağdurun bir sosyal aidiyetinden dolayı işlendiği zaman nefret suçu oluyor. Demek ki ortada cinayet, yaralama,  darp veya başka şekilde terörize etme gibi bir çeşit tedhiş fiili olacak. Sonra bu tedhiş, mağdurun etnik, cinsel, dini kimlik vb. bir aidiyetinden kaynaklanacak. Bizde bazı aydınların sıkça yaptığı bir yanlışı da Wiki düzeltmiş. Nefret suçları mevcut suçların bir kısmını vasıflandırır ve bu vasıflandırma ile cezasını arttırır iken, nefret söylemi bazı söylemleri suç haline getiriyor. Batı’da her iki kavramın da kapsamındaki aidiyetler genellikle listelenmiş.  Bunlar gene Wiki’ye göre: Irk, din, cinsel tercih, engellilik, sosyal sınıf, etnisite, milliyet, yaş, cinsiyet ve cinsi kimlik, yani aşağı yukarı her türlü aidiyet. Buradaki mantıki soru: Liste bu kadar uzun olmak zorunda ise, bu hemen herkesi içine alacak kadar uzadığında manasızlaşmaz mı? Zira herkes bir çeşit sosyal aidiyet grubuna dahil olarak kapsam alanına giriyor.

İkinci ve daha önemli zafiyet, orijinal kavramın muhtevasının ve uygulamasının ahlaken, ve mantıken yerindeliğinin sorgulanmaması.  Batılıların ifadesi ile bu kavramlar “İncil hakikati değil” ,  konjunkturel olarak  imal edilen, değişken, kapsamı genişleyen kavramlar.  İyi de bu kavramlar nasıl çıktı? Bu sorgulamayı objektif olarak yapabilmek için önce Batı’da kabul gören ve dünyanın geri kalanına, çoğunlukla “evrensel değerler” olarak ihraç edilen değerlerin nasıl oluştuğu üzerinde birazcık gözlem yapmak lazım. Böyle bir sorgulamadan şu gibi tenkitler hâsıl olabilir:

Bu kavram da devletin özür dilemesi, antisemitizm vb. gibi zamanın siyasi doğruculuğunun mahsulüdür. Orada da kavram bir geniş katılımlı tartışma,  kritik eleştiri testinden geçmemiştir. Gezi-sonrası bizde de çok kullanılan ‘katılımcı demokrasi’nin özürlerinden biri olarak, güçlü özel menfaat grupları ağırlıklarını koymak sureti ile kendi yararlarına olan değerleri hâkim kılabilirler. Bir suçun suç olarak tanımlanması ve müeyyideler getirilmesi için bir şekilde bir grubun mağdur statüsü teyid edilir önce. Sonra, bu belirleme lehtar vokal grubun lobi faaliyetleri sayesinde siyasi doğru söylem ve standard değer haline gelir. “Only us, victims here” (burada sadece biz, mağdurlar var) derler, herkesin bir özel mağdur grubuna dahil olduğunu ifade için. Örneğin, bir zamanlar orada da sapıklık, ahlaki çöküntü olarak tanımlanan eşcinsellik, daha sonra hastalık statüsüne oradan da “zıt-cinselliğe” eşdeğer bir tabii varoluş şekli ve hatta pozitif ayrımcılık kategorisi haline geldiyse, bu insan biyolojisindeki yeni keşifler sayesinde olmadı. Politik arenadaki “ağlayan çocuk” yöntemleri ile kazanıldı bu günkü korunan azınlık statüsü.

Kavramları imal ve kullanım gayelerinden biri de güçlü olan gruplar veya ülkelerin muarızlarını alt etmelerinde yararlı bir vasıta olmasıdır. Herkese eşit uygulanan bir standard yoktur. Gene Wiki’den iki tanımı kıyaslamak ortadaki çoğul standardı gözler önüne sermeye yeter:  Antisemitizm tanımında kavramın gayet yerinde olduğunu bir kötülüğü lanetlemek gerektiğini anlar Wiki okuyucusu. Muadili olan İslamofobi tanımında ise bazılarının bu kavramın Müslümanlar tarafından kendilerine sahte mağdur kategorisi ihdas etmek için kullanıldığı da “diğer argüman” olarak sunulur Wiki’de. Tanımlar her zaman muğlâktır çünkü bunlar öznel olarak düşünülmüş sonra nesnel kılıflar bulunmaya çalışılmış. “Almanya, Japonya, Türkiye insanlık suçu işledi” demek isteyen öyle bir tanım yapmıştır ki, sadece hedef ülke(ler) lanetlensin ve diğerleri gül gibi koksun. Fransa AYM’nden dönen  Soykırım İnkâr Yasası nasıl bir vicdani ilkenin kodifikasyonu gibi görünen kanun ifadelerinin aslında nokta atışı olabildiğine güzel bir örnek. Bundandır sponsor Valerie Boyer münhasıran Türkiye için tasarlanmış kanunu “Türkiye’nin adı geçmiyor ki” diye savunabilmesi.

Nefret suçu veya söylemi ifadeleri de toplumun vicdanından çıkmış veya legal tekniklere uygun tanımlar değildir. Belirli entiteler vokal olduktan sonra münhasıran onları zikreden tarzda oluşturulmuş sonra her ağlayan çocuk listeye eklenmiştir. Siyahî, kadın, Yahudi, eşcinsel, çift-cinsel, transseksüel, Oriental gibi. Her ne kadar kanunlar yapılır iken diğer vokal olmayanları da kapsayabilecek bir lisan kullanılmış ise de uygulamada herkes kimin kast edildiğini bilir. Örneğin, “Soykırım suçu” münhasıran Yahudiler için ihdas edilmiş idi ve biricik kalacak idi. Ne  Kmer Rouge ne  Ruanda  ne Bosna Soykırımı kurbanlarının ortak olması bekleniyordu ama Ermeniler oyunbozanlık yaptılar. Artık, onların dahil edilmemesi Batı’nın ahlaki ilkesizliği olarak okunabilirdi. Hâsılı, kimin mağduriyetinin, daha derin olduğu ve bu vasıfla öncelik kazanması gerektiği konusunda bir ahlaki standart yok, güçlü dikte ediyor ve geri kalanlarımız hazır listeyi “vicdanımızın sesi” olarak kabul etmemiz bekleniyor.

Suni olarak, belirlenmiş, kabul görmüş bir “evrensel ahlak” ve mantık testi kullanmadan bazı kötülükleri alıp bunları suç ilan etmek veya suç müeyyidesini arttırmak elde edilecek toplumsal yarar, kanun önünde eşitlik gibi birçok kategoride de problemli olabilir.  Komşunuzu öldürdünüz. Onun başarısını kıskandığınız için, parası için veya  tipi hoşunuza gitmediği için ise kanun size daha affedici davranır ama Japon olduğu için ise yandınız!  Neden Japonlar’dan nefretten öldürme, parasına konmak için öldürmeden çok daha ağır suç olduğunun izaha ihtiyacı var. Hiçbir makul sebep yokken adam öldürme yeteri kadar kötü değil mi ki?

‘Mağdur aidiyetler’

Konu tek bir kavramda yanlışlık değil tabii, zira eşyanın tabiatı böyle değildir. Bu kavramların yazı konusu olmasının sebebi günümüzde hemen her Batı kaynaklı kavramın bir moda çerçevesinde alınıp diskurumuza enjekte ediliyor olmasının fikir, değerler dünyamıza yaptığı aşikar tahribattır. Batı’da üretilen kavramlar ve savunmalarının distribütörlüğü bir yana spesifik olaylara verdiği tepkiler dahi basma-kalıp alıp tedavüle sürme alışkanlığı. Kürtajı “çek elini vücudumdan”, “doktorumla benim aramda” gibi “dünün modasından” tercüme sloganlarla savunan Batıcı kültür liberali tipler ile mezkûr moda duruşların distribütörleri aynıdır. Batı’da yorgun düşmüş, ikinci el hissiyat ve fikriyat özgünlük kılıfı içinde  piyasaya sürüldüğünde, “pardon o fikir senin değil ve üretildiği yerde epey yıpranmış zamanın siyasi doğruculuğu ürünü” demek distribütörleri de özgün düşünceye olmasa da kavramların nasıl, hangi ihtiyaca cevaben üretildiği üzerinde düşünmeye teşvik edebilir.

Demokratikleşme Paketindeki “nefret suçları” maddelerinin de problemlerden azade olacağını beklemek fazla iyimserlik olur. İlgili kısımdaki “mağdur aidiyetler” listesi, kanunlaştırılma ve uygulanma safahatında zorluklar çıkaracaktır, zira herkesin bir çok aidiyeti vardır ve “mağduriyet” kapsamındaki aidiyetlerin hangileri olacağının objektif bir ölçütü yoktur. Dolayısı ile zamanın siyasi doğruculuğundan etkilenme riskini taşır. Örneğin Paket’te “cinsel kimlik” ifade edilmemiş ama bunun dahil edilmesi için gerek Batı’dan  gerek içerdeki vokal baskı gruplarının devreye girmesi sadece zamanlama meselesidir. Zemin hazırlıkları çoktan başlamıştır.

bekirlyildirim@yahoo.com

(daha…)

Read Full Post »

Şafak Pavey’in baş örtülü vekillere “kicking and screaming” müsade alicenaplığını ifade eden konuşması, hem aynı çaptaki Çarkçı’yı mutlu etmiş, hem de laikçi medyaya “teselli mükafatı” olmuş gözüküyor. Dünyanın kahverengi burunlu eski kaptanlarının mevkutelerinin “Şafak Pavey öyle bir konuştu ki” reklam başlıkları ile tam metin ve de video ile verdikleri konuşma bana Abidin Aydoğdu’yu hatırlattı. Milli takımın her maçta Avrupalı rakiplerden yarım düzine gol yediği zamanlarda maç anlatırken “İngilizler’in bu atağını da golle savuşturduk” vecizesinin müellifidir Abidin Aydoğdu, bilmeyenler için. Kendi jest, mimikleri ile kendinden geçmiş Şafak fark edemedi ama attığı gol kendi kalesine idi.

Pavey’in, her tarafından laikçi, kıskanç, ötekileiştirici ruh damlayan “Tarihi konuşma” ‘sında Meclis’e baş örtüsü ile giren vekillere çaresizlikten müsade etmelerini lütuf gibi sunan, bunun karşılığında diyet olarak onlardan beklentileri listesini deklere eden, sanki bilinmiyormuş gibi “bir bacağını bir erkek yüzünden kaybetmesinin” günahını da Ak Parti’ye yükleyen (rivayete göre kocası kendisini terk etmiş , onun için intihara kalkışmış.(?). vs. ama kör alaka!) konuşmasından tek bir cümlede, Hanım’ın ve temsil ettiği CHP ruhunun psikoanalizini yapmak mümkün.

O cümle:

“Çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca parkının kuytularında sevgilisiyle öpüşen genç kız özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçludur”

Bu da psikoanaliz: (daha…)

Read Full Post »