ŞEYTANİ RESİMLER Israel Şamir Ceviri: Altay Unaltay
Batı, Beyrut ve başka şehirlerde elçiliklerinin yakıldığını görmekten memnun olmadı. “Şu Müslümanlar da bizim mizah anlayışımızı hiç anlamıyorlar; bizim özgürlük anlayışımızı da,” diye gürledi Batılı gazeteler. Diğerleri de Danimarka’nın densizliğini kınadı, ama buna reaksiyonu ölçüsüz buldu. Ama bu patlama kendiliğinden olmak dışında herşey idi. İyi bir Amerikalı araştırmacı gazeteci olan Christopher Bollyn Danimarka’nın “Şeytani resimlerini” ve bunların yayıncısı Flemming Rose’u araştırdı, ve ne buldu dersiniz: Rose hiç de masum bir fikir özgürlüğü aşığı değildi; uçuk-kaçık İskandinavyalı bir karikatür kolleksiyoncusu olup, Peygamber resimlerini çıplak manastır rahibesi resimleri ile yanyana duvara asan biri de değildi. Rose Neo-con Siyonist kültün bir üyesiydi ve “şeyhi” Daniel Pipes’ı (*) da daha önce ziyaret etmişti. Buraya kadar fena değil. Ancak bu habis Rose döküntüsünü “4 ay önce” yayınlamıştı, ve bu, medyanın da dediği gibi, uzun bir süre idi. O sıra Müslümanlar onun yaptığını farketmediler bile; zaten çoğu “Jyllands Pest”i (**) okumuyordu ki. Yaramaz çocuğun yaptıkları can sıkmayınca daha da azıtması gibi, yedi ülkedeki tam 11 gazete birden bu resimleri yayınlayıverdi. Bu tam bir gösteriydi: Birçok ülkedeki birçok gazete ardında, birçok şirket ve birlik ardında biz yine alışıldık düşmanı gördük. Aslında bize birşeyi anlatmak için yeterince ikna edici bir şovdu bu: Tek bir irade ve tek bir güç dünya medya imparatorluğunu yönetir.
İşi Kim Organize Etti? Düşman kim? Kim bu çapta medya kontrolü sağlayabilir? Sandya Jain önemli bir Hintli gazeteci ve Hint milliyetçisi olarak şunları yazıyordu: “Karikatürler politize Hıristiyanlığın dinsel hoşgörüsüzlüğünün kasdi bir eylemidir; işin içinde Avrupa ve Amerika’nın sosyal, politik ve ekonomik elitleri vardır.” Hıristiyanlık birçok başka gözlemci tarafından da suçlandı. Ama emin olun ki, Müslümanları inciten bu kişiler Hıristiyanları incitmek istediklerinde asla iki kez düşünmezler. “Amen” posterlerindeki haçın gamalı haça dönüştüğü şu filmi, ya da bir bardak idrar içindeki çarmıha gerili İsa’yı hatırlayın (bu resim Talmud’dan mı alınmıştı?). Bunlar bir Brooklyn (Yahudilerin yoğun olduğu bir New York semti) müzesinden manzaralar. Aslında Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında dini bir çekemezlik yok. Ahmed Amr haklı olarak der ki:“İslam ve Hz. Muhammed’in Avrupalı ‘ifade özgürlüğü müdafileri’ tarafından çizilen aşağılayıcı tabloları aslında Müslümanları dezavantajlı hale düşürüyor. Onlar asla İsa Mesih’i aşağılayarak öç alamazlar, çünkü ona Hz. Muhammed kadar saygı duyar ve Allah’ın elçisi kabul ederler. Hz. İsa ya da Hz. Meryem’le alay etmek enaz Hz. Muhammed’le alay etmek kadar “küfr”dür.
Hiçbir gerçek Müslüman Mesih’in anasını küçük düşürmeyi düşünemez, çünkü onlar da onun bakire ve mucizevi gebeliğine inanırlar. İslam geleneğinde Hz. Meryem Cennet’e girecek ilk kadındır. Ve Müslümanlar Kuran gibi İncil ve Tevrat’a da iman ederler. Öyleyse Hıristiyanları bırakıp başka yana bakalım. Batı medyası aslında Yahudiseverlerin yurdudur. Belki bunu Şaron’un hastalığı ile ilgili abartılı haber ve resimlerde farketmişsinizdir; ya da abartılan Yahudi ölümleri ve es geçilen Filistinli ölümlerinde; ya da “Soykırım” meselesinde, ya da Yahudilere diğer gerçek ve hayali tüm saldırılarda. Yahudilerin Müslüman karşıtı duygular yaymakta özel çıkarı vardır, çünkü bu onların Filistinlileri ezme ve İran’ı halletme planlarına uyar (İranlılar da bunu hemen anlamış ve tepki olarak soykırım karikatürleri yayınlamışlardır. Her ikisi de eşit derecede tatsız; göze göz, dişe diş). Ve şimdi görünüşte “Siyonist olmayan Dünya Yahudi Kongresi (World Jewish Congress) İran’a karşı kampanyasını başlattı,” diye bildirmiş İsrail gazetesi Haaretz okurlarına. AIPAC (American Israelite Public Affairs Committee) “Şimdi İran’ı Durdurma Zamanı” adında bir konferans planlıyormuş. Kurt Nimmo karikatürleri “Müslümanları kızdırıp parlatmak ve böylece Avrupa ve Amerika’da Strauss’çu (***) neo-con’larca sahneye konan ‘Uygarlıklar Çatışması”na taraftar toplamak için kasıtlı provokasyon” olarak niteliyor. Hem Uygarlıklar Çatışması, hem de “Şeytani Resimler” olayı Beynelmilel Yahudiliğin Ortadoğu stratejileriyle tam uyum içindedir.
Bebek Hz. İsa ve Hz. Meryem, Osmanlı minyatürü, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Bu Şeytani Resimler olayındaki Yahudi parmağına açık bir delil birçok gazete manşetinde çıktı: Dünyanın heryerinde Müslüman halklar rahatsız olmuşken medya “Filistinlilerin Avrupalılara saldırıları”ndan bahsediyordu; tıpkı 2001’de “Filistinliler İkiz Kulelerin çöküşünü alkışladılar” dediği gibi; halbuki küstahlık ve paranın gücünü simgeleyen bu kulelerin çöküşüne tek sevinen Filistinliler değildi. İsrail gazetesi Haaretz geçenlerde dedi ki: “Müslüman basın Şaron ve hahamları rezilane resmediyor; şimdi kendisi yaptıklarını tatsınlar.” Karikatürlerin ardında Yahudiseverlerin olduğuna başka bir delil. Ama meslekdaşlar bu işin ardındaki büyük planı göremediler. Karikatürler Müslümanlarla bir savaş tablosuna uyarken, aslında onlar dünya çapında yürütülen bir “özgürlük saldırısına” tam uyuyorlar. ABD’den Rusya’ya, İngiltere’den İtalya’ya efendiler kanunlarının örgülerini sıkılaştırarak özgürlüğü ortadan kaldırıyorlar. 1968’de “savunmanın savunusu”, “yasaklamak yasaktır” gibi şeylerden bahsediyorduk; ama şimdi birsürü yasakla karşıkarşıyayız. Artık sigara içip içmemeyi, ya da emniyet kemeri bağlamayı ya da rahat oturmayı seçme hakkımız yok. Bu küçük küçük yasaklar bizim “Büyük Birader”e (George Orwell’ın “1984” romanına gönderme) boyun eğişimizin işaretleri aslında. Ve sakın bana bunun kendi iyiliğim için olduğunu söylemeyin; çünki size kendi sağlığım için çok daha önemli 100 şey sayarım. Örneğin şu borçlar kaldırılsın bir. Eğer yüksek faizli riskli bir krediyi kabulde özgürsem, emniyet kemeri takıp takmamakta da özgür olmalıyım. Özgürlüklerimiz ciddi şekilde aşınıyor. Kağıt üstünde var onlar, ama onları kullanamayız. Hayatlarımızın mahvedilmemesini isteyemeyiz. Birçok öğretmen ve üniversite profesörü kendilerini işsiz buluyorlar, çünkü “yasak kelimeyi” söylemişlerdir. “Demokratik” Almanya’da bir Komünist asla öğretmenlik yapamaz. Dahası sandıkta istediğimizi seçemeyiz: Avusturyalılar Jörg Haider’i seçtiklerinde vazgeçtiklerini söyleyinceye dek dayak yediler. Şimdi Filistin Hamas’ı seçti ve onlara kendi vergi gelirlerinin bloke edildiği ve bu suçlarından tövbe edene dek bunun verilmeyeceği söylendi (yeri gelmişken: İncil her yedi yılda bir borç affı öngörür, oysa talmud alacaklının borçluyu bağlayıp, borcunu affa rağmen ödemek istediğini söyleyinceye dek dövmesine cevaz verir). Her seferinde, ister ABD’deki uzak Montana halkı için silahlar ya da Dublin, İrlanda’daki bir meyhanede sigaralar olsun, bir emniyet kemeri ya da hepimiz için eşit-özgür oy olsun, kitlesel medyanın devasa fikir yapma makinası hep yasakları destekledi. Bazan, örneğin Şeytani Resimlerde olduğu gibi, provokasyona engel olmadı, ama buna karşı konuşmamıza engel oldu. Medya makinesinin Yahudi amaçlarına bağlılığından onun petrol şeyhlerince yönetilmediğini anlamak kolay, ama varsayalım ki (sonra, neden böyle varsaydık, konuşacağız) Yahudiler ve onların Yahudisever destekçileri kendi medya imparatorluklarını başka amaçla kurmuş olsunlar. Eğer siz de (birçok iyi insan gibi) Yahudileri beraat ettirmek istiyorsanız, Yahudilerin medyayı antisemitizmle savaş için elde tuttuklarını , oysa şeytan parababalarının (orj: Mammonitler) aynı mekanizmayı kendi küresel diktatörlükleri için kullandıklarını varsayabilirsiniz. Yahudileri “Hobbitt’ler” (****) görüp “Efendilerin Yüzüğünü” koruduklarını, ama bunların parababalarınca onlardan alındığını düşünebilirsiniz. Öte yandan Parababaları antisemitizm masalını uydurup soykırım yaparak Yahudileri kendi yanlarında diğer insanlara karşı savaştırmış olabilirler. Onlar Yahudileri doktrine ederek normal insanların onları “yiyeceğine” ve yalnızca Parababaları iktidarının onları koruyacağına inandırmış olabilirler. Ama “Üçüncü Güvercin”de yazdığım gibi, ortada antisemitizm diye birşey yok; cadıların ve Noel Baba’nın da olmadığı gibi. Medya makinesi müttefik kaydetmekte eşsizdir; aynı şekilde korku provoke edilerek kendi halinde Yahudiler de gönüllü kaydedilir. Medya “homofobi”yi icat etti, böylece homoseksüeller normal insanlardan korkacak ve Büyük Birader’in korumasına sığınacaklardı. “Maçoluk” ve “dövülen kadınlar” efsanesini icat ettiler, böylece kadınlar erkeklerinden korkacak ve hükmedenlerin sığınma evlerine sığınacaklardı. Sonra “ırkçılık” icat ettiler, ki her etnik azınlık Büyük Birader’in koruması altına sığınsın. “Tecavüze uğramış çocuklar”ı icat ettiler; artık anneler aile babalarından korkuyordu. Bir sürü masal. Bir “homofobi” yok; kimse kimsenin yatağında ne yaptığıyla ilgilenmiyor, işi ortalığa dökmedikçe. Erkekler doğal olarak kadın ve çocuklarını korurlar. Beyazlar siyahların neşesini ve müziklerini severler, tabii bütün gece çalıp söylemedikleri sürece. Size söylüyorum: Hepimiz azınlığız, ve hep bir arada biz insanlarız. Büyük Birader olmadan da kendi aramızda geçinip gidebiliriz. Dışarıda korkacak birşey yok. Gençliğimde, Amerikalılar domino teorisi ile korkutuluyorlardı. Vietnam ve Kamboçya’ya komünistler hakim olduktan sonra Kaliforniya’ya dek geleceklerdi; inanmayan beklesin de görsündü. Hiçbirşey olmadı. Komünizm korkusu trilyonlarca Dolar milli servet tüketti ve belki ilginç bir sosyal denemeyi yerlebir etti. Galip fare yenilmiş aslan için hükmünü verdi: Polonya ve Baltık ülkelerinin inisiyatifiyle Avrupa Parlamenter Asamblesi Konseyi (PACE) “komünizmin terör ve suçlarını” mahkum etti. Şimdi aynı mekanizma İslam için kuruluyor. İslam kışkırtıldı ve tepkisi azgelişmişliğine delil olarak sunuldu. Büyük korku makinesi Ortadoğu’da da, küçük Yahudi çıkarlarının kıyısında da durmayacaktır, daha başka amacı var: Bir tank ceviz kıracağı olarak da kullanılabilir, ama başka amaçla yapılmıştır. Birleşik ve mükemmel Yahudi medya makinesinin Soykırım masallarıyla uğraşmaktan öte işleri vardır. Onun asıl işi bizi “Yeni Dünya”ya (*****) taşımaktır; yeni ruhsuz bir totaliterliğe. Bu uğurda küçük adımlar büyük amaca giden yolda aşamalardır. Son aylarda bir seri, ama görünüşte birbiriyle ilgisiz olay oldu. İngiltere Başbakanı Tony Blair, toplumunu tam kontrole doğru önemli bir adım attı. İngiltere yeni bir bilgisayar sistemi kurdu. Bu sistem vasıta trafiği hakkında bilgi topluyor ve depoluyor. Gizli video kameralara bağlı olarak, Büyük Birader’e sizi evden işe, işten eşe-dosta, oradan eve gidene dek izleme imkanı veriyor. Tasarı itirazsız geçti. Sonra sıra İnrternet Terörü Yasası’na geldi. Yasa polise “terörü destekleyen” web sitelerini kapama hakkı veriyordu. Lordlar Kamarası tasarıyı reddetti. Geçen ay aynı meclis bir terör eylemlerini “övme” yasasını da reddetmişti. Hükümetin, bir “terörist yayının” “bilerek” ya da “bilmeyerek” dağıtılması ile ilgili getirdiği yasa teklifi de tadilata uğradı. Ve en iyisi, inatçı Lordlar bir “dini nefret” yasasını da reddettiler; yasa tamamen Yahudileri eleştirmeyi yasaklamaya yönelikti. Ve sonra “Adüvv” (orj.: Adversary = Şeytan) Şeytani Resimleri yayınlattı. Müslümanları tahmin edilir ve zaten beklenen tepkisi parlamenterleri hemen bir seri “anti-nefret” yasası çıkarmaya sevketti. Şüphesiz bu yasalar birkaç milyar Müslüman ve Hıristiyanın derdine derman olmayacak. Parababalarının sevilen maskotu Yahudiler daha iyi korunduklarını düşünecek (ve saldırıya daha açık olacak), ama daha da önemlisi, fikir özgürlüğü daha büyük bir yara alacak. Bu büyük özgürlük Batı’nın Sovyet Doğu’ya tek üstün tarafıydı. Sovyet rejiminin pek de hoş olmayan yönlerinden biri Ceza Kanunu’nun 58. maddesi olan meşum “Anti-Sovyet propaganda” yasası idi. Stalin’in eski günlerinde, cumhuriyet düşmanlarına sevgi duyduğunu açıklayan kişi ceza görürdü; en civcivli dönemde bir şaka-espri dahi içeri atılmaya yeterdi. Yasa Brejnev döneminde toplumsal muhafazakarlığı sağlamak için kullanıldı . Sovyetlerin son günlerinde 58. maddenin Demokles kılıcı Gorbaçev’e Sovyetleri yıkan reformları itirazsız yürütme imkanı verdi. Sovyet döneminin tüm toplumsal birikimleri yok edildi; Rus sanayi ve petrolü birkaç Yahudi parababasına teslim edildi; Rus devletinin anahtarları CIA’ye teslim edildi ve ülke çatışan devletçiklere parçalandı. Bu Gorbaçov-Yeltsin dönüşümünün olması ancak 58. Madde sayesinde mümkün oldu. Şimdi o geri geliyor. Birkaçyıl önce bombalı Yahudi karşıtı pankartlar belirdi Moskova’da Eğer orada bir geçen pankartı indirmek isterse patlıyordu. Hükümet hemen bir “anti-nefret” yasası çıkardı ve bak sen! Tüm pankartlar ortadan yokoldu. Bir ay önce bir Moskova sinagogunda yine şaibeli olaylar oldu ve hükümet hemen bir “anti aşırılıkçılık” yasasını parlamentoya sevketti. Böylece, aşırılık, terör ve nefrete karşı savaş örtüsü altında kalan özgürlükler de gitgide gezegenimizi terkediyor. “Kennedy’nin Huntington’u” Eugene Rostow 1960’lı yıllarda komünizm ve kapitalizmin birleşeceğini öngörmüştü; böylece her ikisinin de iyi yönleri alınacak, devam edecekti. Birleşme şimdi gerçekten oldu. Bir zamanlar Kızıl Doğu’da tam sosyal güvenlik vardı, kişisel özgürlükler pahasına da olsa. Batı ise özgürdü, ama eşitlik ve sosyal güvenlik pahasına. Şimdi birleştiler: Ruslar parasız eğitim ve sağlık sistemini kaybettiler ve köprü altında özgürce uyuma hakkı kazandılar. Batı ise kendi Gulag (Guantanamo, çev.) hapishanelerine siyasi mahkumlarına sahip oldu. Batı ve Doğu 58. maddeyi, anti-nefret, antiterör, anti-aşırılıkçılık isimleri altında tekrar yürürlüğe soktu. Dünya hakimiyeti master planı yavaş yavaş hayata geçiyor. İlk aşamada eski elitlerle kilisenin gücü kırıldı. Parababaları eliti demokrasi ve özgürlükleri eski düzene karşı silah olarak kullandı, ve biz solcular ve Liberaller bunu sevdik. Lordlar kamarasındaki hayır oyu (gerçi yasa değişerek geçti ise de) gösteriyor ki, seki sistemin tüm hatalarına karşın kimi pozitif yönleri vardır. Ama bu dönem kapandı. Şimdi düşman demokrasi ve özgürlüğe karşı savaşıyor, korku ve (karşı-)ırkçılığı safında kullanıyor. Düşmanın hem sağ hem de sola sızma avantajı vardır; hem büyük hem muhalif medyaya sızıp dünya çapında iş bitirebilir. İngiltere’de yenilirse Fransa’da saldırır, Gazze’de provokasyon çıkarır. Tepkinizden kin ve korku üretebilir. Bu mekanizma çalışır oldukça korku ve savaş bitmeyecek, çünkü makinenin ürünleri bunlar. Öte yandan bu, neden güçlü parababalarının –hepsi Yahudi değil- bu makineyi kullandığını ve desteklediğini de açıklar. Bu makine korku üretir, ve bunu kendi diktatörlükleri için kullanmalarını sağlar. Ama eğer çocuklarımızın bir köleler ve efendiler dünyasında yaşamasını istemiyorsak bu mücadeleyi kazanmalıyız. Belki Müslüman hassasiyetleri ya da Yahudi önyargıları sizi ilgilendirmez – ama özgürlüğümüz tehdit altında. Küresel planda düşünmeliyiz, çünkü düşman küresel planda davranıyor. Ve nefret ve çatışmayı, düşmanın bu iki ana silahını yoketmeliyiz. Notlar: (*): Daniel Pipes: Meşum neocon fikir babası. Ortadoğu barışının İsrail’in bölgeye hakimiyetinden geçeceğini iddia ediyor. “Parlak fikirleri” nedeniyle Başkan Bush tarafından önemli bir barış enstitüsünün başına getirildi. (**):Jyllands “Pest”. Gazetenin asıl adı “Jyllands Posten”. “Pest” veba demektir; I. Shamir kelime oyunu yapıyor. (***): Leo Strauss: Neo-con’ların filozofu. Almanya’da eğitim gördü. Yahudi olmasına rağmen saygın Nazi çevrelerinde bulundu. Daha sonra Amerika’ya yerleşerek çok tartışmalı eserlerini kaleme aldı. Çoklarınca Amerika’ya uyarlanmış bir faşizmi savunmakla eleştirildi.
(****) Hobbitt’ler ve Efendilerin Yüzüğü: I. Shamir, “Yüzüklerin Efendisi” filmine gönderme yapıyor.
Not: Yazi www.israelshamir.net’ te de yayinlanmistir- BLY
Dikkate değer, önemli bir yazı. İlginç açılımlar sağlıyor. Teşekkürler Bekir Bey.
BeğenBeğen
Ben, konuyla bir biçimde bağlantılı gördüğüm bir yazıyı buraya yapıştırmak istiyorum izninizle. Ahmet İnsel yazmış. gazetem.net’te:
İfade özgürlüğünü savunmanın açmazları
Danimarka’da bir gazetede 30 Eylül 2005’de yayımlanan on iki karikatürün yarattığı yer sarsıntısı üzerine söylenecek hemen her şey söylendi. Küçük bir olayı burada ele alarak, Batı dünyasında ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etme uğraşını yıllardır sürdüren kişilerin bu konu vesilesiyle içine düştükleri büyük ikilemi betimlemeye çalışalım.
Fransa’da, Irkçılığa Karşı ve Halkların Dostluğu İçin Hareket adını taşıyan (Fransızca kısa adı MRAP) saygın bir kuruluş vardır. 1949 yılında Fransız Komünist Partisine yakın kişiler tarafından kurulmuş olan bu dernek, her türlü ırkçı temalı ayrımcılığa karşı mücadelede ön safhalarda yer alır. Irkçılık veya etnik, siyasal ve dinî temelli ayrımcılık izi taşıyan eylemlere karşı davacı taraf olarak mahkemelere baş vurur. Fransa’da genellikle sol çevrelerin üye olduğu güçlü bir örgütlenme ağı vardır. Göçmenlerin ve kadınların maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları yakından takip etmeye çalışır.
MRAP, Fransa’da France Soir gazetesinin Danimarka’da yayımlanan karikatürleri yayımlamasının ardından, söz konusu karikatürlerden ikisinin, özellikle peygamberin sarığında bomba olan bir terörist olarak çizilmiş karikatürün, ırkçı kini teşvik etmeyi yasaklayan kanun kapsamına giren bir eylem olduğunu iddia ederek, 4 Şubat’ta bu gazeteye karşı dava açtı. Gazete sahipleri yayın yönetmeninin hemen işine son verdiler. MRAP’ın bu davayı açması, Fransa’da müslüman çevrelerin karikatürlerin yayımlanmasına karşı gösterdikleri tepkinin ılımlı biçimde seyretmesine, başka etmenlerin yanında, katkısı oldu. Tartışma hukukî alana kaydı. MRAP yönetim kurulu, bu karikatürlerle birlikte bir dizi benzer konulu özgün karikatür yayımlayan başka bir mizah dergisini, Charlie Hebdo’yu dava edip etmeyeceğini tartışıyor.
Söz konusu karikatürler müslüman ülkelerde hemen hiç yayımlanmadı. Yakın tarihe kadar bunun bir istisnası Ürdün’deydi. Orada karikatürü yayımlayan gazetenin sorumlusu görevden alındı. Yanılmıyorsam hakkında bir soruşturma açılmadı. İkinci istisna geçtiğimiz günlerde Cezayir’de gerçekleşti. Söz konusu karikatürleri yayımlayan iki gazeteci tutuklandı. Aynı “suç” veya “kabahat” nedeniyle iki kamu televizyonu yöneticisi de görevden alındı.
MRAP, 13 Şubat tarihinde yayımladığı bir basın bildirisiyle, gazetecilerin tutuklanmasını protesto etti. Bildirinin ilgili bölümü şöyle:
“(…)MRAP, İslam’ı savunma bahanesi altında, bugün, bu gazetecilerin günah keçisi olarak kullanılmalarını ve bu vesileyle Cezayir’de bir kez daha basın özgürlüğünün çiğnenmesini tüm gücüyle mahkum eder.(…) France Soir gazetesinin yayımladığı bir karikatürün ırkçı kinin teşvik edilmesini yasaklayan yasaya aykırı olduğu kanısında olduğu için dava açmış bulunan MRAP, Cezayir hükümetinin medyada bir dine, hükümete veya devlet başkanına karşı yöneltilmiş tüm eleştirileri yasaklama politikasına karşı çıkmayı bir görev bilir.” Bildiride ayrıca, Cezayir’de yıllardan beri şiddetini azaltmadan devam eden basın mensuplarına yönelik ağır baskılar hatırlatılıyor.
MRAP’ın on gün içinde, bir yanda Fransa’da yayımlanan bir karikatür vesilesiyle bir gazeteyi dava edip, yayın yöneticisinin dolaylı biçimde işine son verdirtirken, diğer taraftan Cezayir’de benzer karikatürleri yayımladıkları için iki gazetecinin gözaltına alınması, başkalarının da görevden alınmalarını “ifade özgürlüğü”nün ihlali olarak değerlendirip, şiddetle protesto etmesi kendi içinde tutarlı bir davranış olarak ele alınabilir mi?
Avrupa’nın önde gelen insan hakları girişimlerinin bu berraklıkta olmasa da, günümüzde yaşadıkları büyük ikilemi bu örnek gözler önüne seriyor. Bir yanda MRAP’ın daha önceki bir bildirisinde altını çizdiği, başta Danimarka olmak üzere Batı toplumlarının çoğunda yükselen bir İslam fobisine karşı tetikte olmak, diğer yanda özellikle Müslüman ülkelerde bu fobiye karşı direniş bayrağı altında yerel despotların güçlerini pekiştirme girişimlerini teşhir etmekten geri kalmamak…Bu kolay çözülebilir bir denklem değil.
Peygamber sureti ardında “islami terörizmi” teşhir etme iddiası taşıyan bir karikatürün Fransa’da yasaklanmasını talep edip, aynı karikatürün Cezayir’de yasaklanmasını protesto etmenin dayanağı nedir diye kendilerine sorulsa, MRAP yöneticilerinin verecekleri yanıtı tahmin edebiliyoruz. Fransa’nın insan haklarına saygılı bir demokrasi, Cezayir’in ise bu hakları fütursuzca çiğneyen bir diktatörlük olmasıdır, diyecekler. Buna ilaveten Fransa’da sivil toplum temsilcilerinin davacı olmasıyla, Cezayir’de devletin doğrudan müdahale ederek gazetecileri tutuklamasının arasındaki farka işaret edecekler. Bütün bu yanıtlar tek başlarına ele alındıklarında bütünüyle yanlış değiller. Ama yan yana getirildiklerinde, bunlardan kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturmak, bu iyi niyetli girişimde bile pek mümkün gözükmüyor. Ya da işin gizli sırrına vakıf olmayanların anlamasının mümkün olmadığı kadar ince ve karmaşık, “somut durumun somut tahlili” girişimleri içinde boğulup kalmak istenmiyorsa, postmodern göreliliğin karanlık sularını terk edip, şu evrensellik konusuna acilen dönmek gerekiyor. Aksi takdirde, Batı’lı elitlerin evrensel olduklarını iddia ettikleri değerlerin zaman ve mekana göre sürekli değiştiğine olan inancın yükselen dalgası, bu değerleri de silip götürecek.
BeğenBeğen
Sevgili Metin Bey,
Tesekkurler Ahmet Insel’in ince anlaizx iceren yazisini da buraya koydugunuz icin. Onun isaret ettigi tutarlilik gibi gorunen celiskililik, bunlarin icine oturdugu karmasik ic iliskiler, poltical correctness gib kompleks etkenler agini okurlari anladimi emin degilim. Ben anladigimi saniyorum Bati demokrasilerinde ahlakinda, demokratliginda liberalliginde hesaplar kitaplar yapilarak, dengeler gozetilerek takiniln tavirlar oldugunu gozleyebilmis biri olarak.
Benim bu guncelligini kaybetmis gozuken yaziyi buraya koymamin birinci sebebi oncelikle guncel olan Gazze-Irak meselesi ile ilgili olarak daha guzel bir Turkce Israil Shamir yazisi bulamamam. Bu adamin yazilarini severim. O Rober Fiske’ten farki soylenmeyenleri soyluyor. Bu gun Israil’in yuruttigi insafsiz kollektif cezalandirma, milletlerarasi hukuku ve minimum ahlak astandartlarinin hayasizca ihlali olayini dunyanin bir o kadar hayasica seyretlesi soyle dursun konuyu “Gilad Shalit Nasil Kurtulur” yapmasinin nedenleini bazi insanlarin anlamasina yardimci olabilir diye usundum Shamir yazisinin.
BeğenBeğen
Bekir Beyciğim,
Özür dileyerek alakasız birşey soracağım: Siz yazılarınızı hangi programda yazıp aktarıyorsunuz? Ya da doğrudan burada mı yazıyorsunuz? Çünkü Türkçe karakterler yok yazılarınızda, öyle olunca da okunması bayağı zor oluyor.
BeğenBeğen
Metin Bey dostum,
Ben direkt burada yaziyorum. Maalesef benim klvyede Turkce karakterler yok. Suat Bey bir site ismi vermisti Turkce karakter ayiklama, kazaren olusan ayip kelime ayiklama falan isini goren ama onunla da basarili olamadim. Eminim herseyin caresi var ama o carelei arayack yaptiklaimi “daha iyi” yapmaya calisacak bir halet-i ruhiye icerisinde dergilim. Baksaniza basit bir on-izleme yapacak kadar sabrim dahi yok; evim opluge dondu hicbirseye dokunamiyorum, I lost my truck, ranch, wife, horse girlfriend, .. nereye gidiyorsunuZ daha bitmedi 🙂
BeğenBeğen
Bekir Ağabey,
Shamir’in yazısını beğendim. Gerçekten iyi analizler yapmış.Teşekkür ederim Bekir Ağabey..
Bir de senin sitenin Türkçe wordpress listesinde görünmemesine takıldım, herhalde senin site Türkçe bloglar bölümüne kayıtlı değil.Ç:ünkü istatistiklerinin benden aşağıda kaldığını hiç sanmıyorum. Bunu yapmaya çalışacağım gece..
Saygılarımla..
BeğenBeğen
Ne yap yap yarin birinci olmak istiyorum o kadar teknik direktorum..:)
Saka bir yana, aslinda benim blogun varliginda benim mail-listlerdeki es dost akraba dahi habersiz. Su ana kadarki hali beni dahi tatmin etmiyor.. Teknik sebeplerden cok muhtevadan dolayi..Insha-Allah ilerde daha iyi mallar sunariz..:)
Allah razi olsun zahmelerin icin
BeğenBeğen
Sevgili Bekir Bey Abicim,
Seni 21.yy bloguna tasiyacak insan benim 🙂
Biliyorum irmak ustunde at degistirilmez ama At sizi irmagin karsisina degil irmak boyunca goturuyor ise yapilacak tek sey var..Eski ati vurup yenisine binmek 🙂
Tesbihte hata yok diye yazdim bunlari, eger varsa aywayi yedim ben 🙂
BeğenBeğen
Resmi sadece ben göremiyorum sanirim)).
BeğenBeğen
Fatih Bey Kardesim,
10 gunde ucuncu teknik direktormu? Bu memlekette eleman bulmak ne kadar zor yaw? Walla bende bilmiyorum ne oluyor her postu herkes farkli goruyor sanki. Ornegin bazi yazilarin ilk paragraflari bende kayip, baskasi goruyor. Bu yazidaki resmi ben goruyorum baskalari goremiyor. Neeoluyor, yoksa milli egitimmi BCG’mi kimse kisiye gore sansur uygulayacak kadar ileri teknolojiyemi sahip, wordpressmi geri kaldi yoksa daha kotusu benim bu islere bizzat el atip ipleri ogrenmemmi gerekecek?
Saka bir yana ben bastan soyledim kardesim alin anhtarlari istediginiz gibi yapin diye. Ece Hanim, dukkani acti, Suat Bey dayadi, dosedi, badana yapti, sizde innovation’larinizla 21. hatta 22. yuzyila tasiyin. Onunuzu tutan kim?
BeğenBeğen
Bekir Bey
Blogunuz cok güzel
Olur ufak tefek hatalar
Sizin yazılarınızı yoprumlarınızı okuyabilmek burada değerli arkadaşlarla hemhal olabilmek çok güzel.
Bu arada M
BeğenBeğen
Bekir Bey
Blogunuz cok güzel
Olur ufak tefek hatalar
Sizin yazılarınızı yoprumlarınızı okuyabilmek burada değerli arkadaşlarla hemhal olabilmek çok güzel.
BeğenBeğen
Bu arada vakit gazetesinin niye linki yok :))
o kadar da savunmustuk sizinle
BeğenBeğen
XSI Bey, Hanim,..
Merak etmeyin tek degilsiniz, ben de goremiyorum..:)) Bir de ustelik bunun resim oldugunu farketmeyip, Bekir Bey’e yazinin ortasinda buyuk bir bosluk var deyip, bunu iletmis bulundum..:))
BeğenBeğen
Tesekkurler Ozgur Bey,
Once tesekkur ederim guzel sozleiniz icin. Gorunum olarak ta muhtev olarak ta daha guzel olacak ilerde insha-Allah.
Benim Vakit’i savunmam bir prenesip meselesi idi. O gazetenin haksiz suclamalara maruz kalmasi, “hedef gosterdi” diyerek hedef gosterilmesine karsi savunmustum gazeteyi; gazetenin kalitesinin o baglamda isin icine sokulmasini haksiz bulmustum. Nitekim sonraki gelismeler bu “hedef gosterme” isinin de fasist-ulusalci-cumhuriyet muhafizlarinin oyunu oldugunu ortaya cikarmisti.
Dogrusu ben Vakit’i pek begenmiyorum. Iki uc yazar disinda yeteri kadar entellektuel derinlige sahip yazrlari yok. Haberciligi ise isteseler de yaptirilmiyor. Zaten simdilerde dukkan da kapali.
Ayrica linkler listesi sabit degildir. Hersey gibi o da degisebilir.
Selam ve muhabbetlerimle
BeğenBeğen
Asagidaki Yusuf Kaplan yazisini ayri bir baslik altina koymayi da dusundum ama ne gerek varki dedim. Buyurun bu da farkli bir bakis acisi:
=================================
Yusuf KAPLAN
ykaplan@yenisafak.com.tr
——————————————————————————–
Frankenstein Ruhlu Adamlar
Kıyamet, insanın sonu demek; insanlığın sonu demek; dünyanın sonu demek; hayatın sonu demek.
Kıyamet, elbette ki, hak; elbette ki, tahakkuk edecek muhakkak. Ama şirret bir milletin, aşağılık bir insan türünün, türünün tek örneği bir varlık türünün türlü tuhaf iğrençliklerinden ötürü mü kopacak kıyamet?
İnsanlığın gözünün önünde en büyük, en hunharca, en barbarca cinayetler işleniyor yarım asırdır; ama bütün insanlık susuyor! Üstelik de, “siz bunlara layıksınız! Çünkü siz itiraz ediyorsunuz; çünkü siz ezber bozuyorsunuz” denilerek haksızlığa, işgale, işkenceye, katliama isyan eden, teslim bayrağı çekmeyen, insanın ve insanlığın onurunu koruyan ve kurtaran bu küçücük, bu kimsesiz kavmin katledilmeleri meşrulaştırılıyor.
İnsanlığın kıyameti değil de, nedir bu? Yahudi, yarın, hükümranlığına boyun eğmeyen herkese de aynı şeyi yapmayacak mı sanıyor bu dünyanın tuhaf insanları?
Evet, Filistin, yine kan ağlıyor. Oluk oluk kan akıyor Filistin’de yine. Günahsız çocukların, masum kadınların, her ân pis bir Yahudi saldırısının kurbanı olmaya aday bütün Filistinlilerin kaynayan kanı, fokur fokur kaynatıyor Filistin’deki cadı kazanını.
Avrupa tarihi, insanların, cadı kazanlarında cayır cayır yakıldıkları kanlı bir tarihtir, aynı zamanda. Cadı kazanlarını hiç söndürmedi Avrupalılar tarih boyunca. İnsanlar cayır cayır yakıldı. Afrika yakıldı. Amerika yakıldı. Amerika’daki bütün yerliler, kıtanın asıl sahipleri; hırsız, soysuz, haydut Avrupalılar tarafından gözlerinin yaşlarına bakılmadan alev alev yakıldı.
Yüzyıllarca bütün Avrupa kentlerinde Yahudi cadı kazanları kuruldu; Yahudi darağaçları kuruldu; zincirlere vurularak sokaklarda süründürüldü Yahudiler. Luther, Yahudileri imha planları hazırladı. Luther’in torunu Hitler, gaz odaları kurdu; cayır cayır yaktı Yahudileri.
Avrupa, Yahudiler için tam bir cehennemdi. O yüzden Amerika’ya kaçtılar. Amerika’yı kurdular. “Yahudi ruhu” olmasaydı, Amerika kurulur muydu? Hayır! Çünkü, “Yahudi ruhu”, kapitalizmin, açgözlülüğün, doymak bilmezliğin, uslanmazlığın azdırdığı, azmanlaştırdığı bir ruhsuzluk hâli/ydi.
Avrupa’da Yahudiler esirdiler. Amerika ise, Yahudilerin eseri ve esiri oldu: Amerika, New York demektir. New York yoksa, Amerika yok demektir. Amerika’nın da, dünyanın da kabesi, New York’tur. Finans dünyasının, siyaset dünyasının, ekonomi dünyasının, medya dünyasının tapınakları New York’tadır. New York’tan gelecek her buyruğa uymak zorundadır Washington.
New York’u New York yapanlar, Yahudilerdir: Dünyada İsrail’den bile fazla Yahudi’nin yaşadığı tek yer, New York’tur. O yüzden New York’a, Jew York denir Batı’da. (Jew, Yahudi demektir).
New York, Yahudiler tarafından rehin alınmıştır. Amerika ve dünya, Jew York tarafından esir ve rehin alınmıştır. Bu gerçeği, Batı’da yaşayan herkes bilir, iliklerine kadar hisseder; ama hiçbir şey demez; diyemez. Bir şey demeye kalktığı ân, hayatını söndürürler adamın.
Nitekim Actor’s Studio’nun yetenekli “metodist” oyuncusu Marlon Brando, sadece “Hollywood’a Yahudiler hâkim” demişti de, anasından doğduğuna pişman edilmişti. Yahudilerin kontrolündeki gazeteler ve televizyonlar, Marlon Brando’ya bu dünyayı dar etmişlerdi. Adam, sonunda kahrından öldü gitti.
Şimdi Yahudiler, dünyayı esir kampına dönüştürmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunun en aşağılık provasını, Filistin’de yapıyorlar yarım asırdır. Amerika’yı ve Avrupa’yı dize getiren insan türünün en aşağı örneği insan-altı varlıklar, İslâm dünyasını, Müslümanları, münhasıran da Filistin’i, Filistinlileri, Filistinli çocukları dize getiremedikleri, kendilerine boyun eğdiremedikleri için çıldırıyorlar. Kuduruyorlar. O yüzden, kan banyosu yaptırıyorlar, kan kusturuyorlar Filistinlilere. Bütün Müslümanlara âlem-i ibret olsun diye.
Oysa tarih boyunca Batılıların aşağılamalarından, cadı kazanlarından sadece Müslümanlar kurtarmış, Müslümanlar kucak açmışlardı Yahudilere. Yahudiler, intikamlarını Batılılardan alacaklarına Müslümanlardan alıyorlar. Böyle bir şeyi, ancak aşağılık bir varlık türü yapabilir/di yalnızca.
Kansız bu adamlar. Kana susamışlar. Kan içerek yaşabiliyorlar. Çünkü Frankenstein ruhu var bunlarda. Dünya, Frankenstein ruhlulara emanet edilebilir mi?
Not: Bu yazının geniş bir versiyonu, Gerçek Hayat dergisinin bu haftaki sayısında yayımlandı-YK.
BeğenBeğen
Bekir Beyciğim,
Ne tuhaf! Ben resmi de göremiyorum, boşluğunu da! Bu ne biçim iştir, anlayan beri gelsin.
BeğenBeğen
Gerçekten garip, ben boşluğu görüyorum ama resmi göremiyorum.. hayret valla..
BeğenBeğen
Bir Bati ulkesinin bir muzesinde bir tablonun onndeydik. Tablo dediysem resim falan yktu. Sadece bos bir kanvas ve kosesinde “ressamin” imzai. Grubumuzdaki kendin guvn inteksi cok yuksek olan Yahudi ccuk sordu kuratore “bunda ne varki, bunu bende yaparim”. Kadin “ama ilk olarak o dusunmus” demisti.
Yoo, yoo, benim alintiladigim gorunmeyen resimde boyle dahiyane bir plot falan yok. Resmin altindaki ibare su:
“Bebek Hz. İsa ve Hz. Meryem, Osmanlı minyatürü, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul”
Soyleyebilecegim tek sey: Tahayyul gucunuzu kullanin sevgili okurlarim! Allah size bu melekeyi niye verdi?
Illede gorucem diyorsaniz gidin http://www.israelshamir.net‘e “turkce” uzerine klik yapin. Ordan sonrasini da kendiniz bulun; herseyi benm yapicam Allah askina yaw? 🙂
BeğenBeğen
Bekir Ağabey,
Yusuf Kaplan çok güzel yazmış.Bu sert yazıyı yayınladığı için helal olsun diyorum Yeni Şafak’a..
Bu katliam ruhunun fotoğrafını çok güzel çekmiş Y.Kaplan..
BeğenBeğen
Aslında ben de vakit gazetesini okurum
ama cok begenmem
fakat vakit gazetesine saldırılmasının tek amacı İslami
Daha doğrusu Müslümanlara ait bir gazete olmasıdır.
Bizim diğer İslami medyayı da kesinlikle ve kesinlikle vakit ile aynı kefeye “İslamcı medya” diye koyuyorlar.
Şii değilim şiayı da islami açıdan tasvip etmem
Amam irana saldırılması hedef gösterilmesinin de bir tek sebebi var O da cok acık İslami bir devlet olması sünniler eger bu durumdan rahatsız olmuyorlarsa kalplerini yoklasınlar
Ben de sadece bu acıdan savunmustum vakiti.
Danıstay konusunda da yanlış yaptıklarını kesinlikle dusunmuyorum
Bir de zaman gazetesi okuyan bir cok arkadasım o resimlerin basılmasından oldukça hoslanmışlardı agızları kulaklarına varıyordu.
Ama olay olunca cok anlamsız bir şekilde vakite karsı düşmanca bir tavır sergilediler
Hala anlayamıyorlar ki Onlar gibi olmadıkça evrimi devrimi Gülay göktürkün de istediği gibi fuhsu otoban kenarlarında acıkca cimayı,gayri mesru nesepsiz anası babası mechul bir nesil olusturmayı savunmadıkça Acıktan ve gizliden Efendimize sövmedikçe asla sevilmeyecekler.
Küfür tek millettir ama bunu biz anlayamıyoruz malesef.
Vakitin dükkan da hakikaten cok uzun zamandır kapalı
BeğenBeğen
:)) bende resimi goremıyorum.. seytanı resım gorunmuyor mu yoksa ozellıgı bu mu :))
BeğenBeğen
Sn. By-CS13,
Yok “seytan resmi” gorememeniz seytani bir deha urunu falan degii. Yazida “seytan resmi” felan yok. Goremediginiz resimler Topkapi muzesinden, yazari’in konuy uygun buldugu bazi minyaturler’; simdi ne oldugunu ben de hatirlamiyorum, cunki ben de goremiyorum. Verdigim kaynakta (www.israelshamir.net) Turkce kelimesine tiklayarak yaziyi da resimleri de gorebilirsiniz. “seytani resimler” ile Shamir Danimarka’daki “Hz. Muhammed (sas) karikaturlerini yayinlama arkasindaki “seytani niyetler” ve muhtemelen mecazen musebbiblerin resimlerinin “seytani” oldugunu kastediyor.
BeğenBeğen
merhaba ben hassan şeytanca olmak istıyorum bana turklce meıl atınız
BeğenBeğen
Yazarın konuya ulgun bulduğu minyatüre bir kez daha bakın bence.Şeytani olması muhtemel tek detay arkadaki figür olabilir.Selimnamede yok,süleymannamede olması muhtemel mi?
Firdevsin Şehnamesi ise konu ilginç olur.
BeğenBeğen
insanlık dışı
caniler
onlarda insan
arkalarındaki kötülükler utansın
BeğenBeğen
AQ seytanı resımler dıo baslıkta acıom paso yazı
BeğenBeğen
abim resim istiyoruz ta bunlar cok güzel ama resin diyor ben resim göremiyorum lütfen resimde koyunuz canım abimmmmmm
BeğenBeğen
abim burada resim diyo be resim göremiyorum lütfen resimde koyonuz
BeğenBeğen
ya haberi duyan var mıİ? tuğba özayın kulaklarının zarları yırtıl mış iyrenççç
BeğenBeğen
Uzun zamandır web sitenizi takip ediyorum teşekkürler
BeğenBeğen