Daha onceki yazimda sorunun sadece “gidelimmi gitmeyelimmi” degil “hangi gaye icin” olmasi gerektigine vurgu yapmis idim. Bu tur milletlerarasi guclerin gorev yaptigi bolgelerde ne yapip ne yapilamayacagi “rules of engagement” (angajman, catisma ya da gorev kurallari) ile belirlenir. Amerika ve Fransa’nin beraber hazirladigi BM Guvenlik Konseyi karari icinde bu gorev kurallarini barindirmiyor tabiiki. Muhtemelen bu kurallar karar cercevesinde uretilip genisletilmis UNIFIL (Lubnan’daki BM Gecici Gucu) komutanligi vasitasi ile katilimci ulke birlik komutanlarina tevdi edilecektir. Anlasmazlik olmasi durumunda Guvenlik Konseyi’nin bu minvalde ikinci bir karar cikarmasi da mukundur.
Mevcut kararin Israil’in cikarlarini korumak ve ABD’nin “Yeni Ortadogu” planlarina uygun olarak duzenlendigi artik gun isigi kadar aciktir. Zaten status quo ante, yani karain ciktigi zamanki durum acisindan degerlendirildiginde ABD ve Fransa’nin farkli bir karar metni hazirlayacagi beklenemezdi. Her ne kadar Hizbullah’in “zeferinden” soz ediyorsak ta, Israil’in “ikinci raund” dan bahsettigi, ve icerdeki Likud lideri Netanyahu gibi “sahinlerin” (Israil’de guvercin yasarmi acep?) bu katliamlari yeterli bulmadigi, 1982 deki gibi Lubnan’i toptan yerle bir etmeyi yegledigi dusunulurse, 1701 sayili karara neden Hizbullah’in kerhen de olsa evet dedigi anlasilabilir. Nasrallah’in su bizim amiral gemisi tarafindan “pismanim dedi” diye nakledilen “bana iki askerin kacirilmasi Israil’in bu tepkiyi gostermesine sebep olacagini bilseydiniz, bu emri verimiydiniz deseydiniz, hayir, askeri, politik, ekonomik, ahlaki sebeplerden bunu yapmazdim” cevabi Hizbullah’in bolge halkinin dertleri ile hemdert oldugunu, her halukarda manevi zafer ugruna daha fazla insanin katledilmesini, Lubnan’in yerle bir edilmesine razi olmayacagini gosteriyor. Nasrallah dusmanin cok onceden ABD ile yaptigi plandaki gayelerine ulasamadigini, yani zafer kazanamadigini bilyordu fakat ayni zamanda kurulusundan beri savas halinde oldugu dusmaninin babarlik derecesini, ve bu barbarligin sozumona milletlerarsi topluluk tarafindan de engellenemeyecegini de biliyordu. Bu ahval ve serait icerisinde Nasrallah’in ateskese razi olmasi ideale degil mevcut sartlardaki optimum cozume razi olmasi olarak telakki edilebilir. Tabiiki herkes gibi Hizbullah’ta bunun oyunun sonu olmadigini biliyor.
Gel Tezkere
Ilk yaziyi yazdigimdan beri Turk bilrliginin gorev kosullari, kurallari konusu bir miktar acikliga kavusmus durumda. Ozet olarak, gonderilecek birligin “Deniz Gorev Gucu” olacagi, ana gorevinin deniz ve hava guvenligi icin kesif ve devir gorevi olacagi, buna ilaveten insani yardim faaliyetlerine ve Lubnan askerini egitme gibi islevler de uslenecegi belirtiliyor. Bu tezkere, 1701 sayili karar metni cercevesinde okundugnda “deniz guvenligi” ve “kesif ve devriye” ifadeleri daha iyi anlasilir. 1701’de “Lubnan’da resmi hukumet disinda hicbir unsura silah, muhimmat girisinin musade edilmemesi” ongrouldugu icin bu gorev ister istemez Hizbullah’a karsi, ya da onun hosuna gitmeyecek unsurlar icermektedir.
Ama tekrar etmekte yarar var, zaten karar esas olarak Hizbullah’in etkisizlestrilmesi icin hazirlandi. Bu gercekten kacis yok. Pek cok “gitmeyelmci”, sebep olarak Israil ve ABD’nin Iran, Suriye ve genelde bolgeyi yeniden tanzim planlarinda taseronluk uslendigimizi dusunerek, “bu kirli planda rol almayalim” diyorlar. Bu arguman 1 Mart tezkeresine karsi cikarken benim de 550 milletvekline yazdigim “hayir” demelerini telkin eden mekubumdaki rasyonel idi. Fakat burada sorulmasi gereken soru sudur: Turkiye UNIFIL’e katilmasa ne olur? Bu bahsettigimiz seytani senaryo oynanmayackmi? Turk askerinin yerini Estonya, Polonya veya Fas askeri aldiginda bu bizim anti-Amerikanci, veya dindar dostlarimizi tatmin eden bir sonucumu hazirlayacak?
Bu mulahazalari yaparken daha onceki yazimda da vurgu yaptigim 1701 sayili karar ve onun uzerine olusturulacak olan “gorev kurallarindaki” muglakliklara dikkat cekmistim. Bu muglaklikla sadece kolay konsensus saglanmasi icin degil, kararin hazirlayicisi olan ABD’nin seytani niyetlerle Israil’in kullanbilecegi acikliklar birakma gayesine matuftur. Ama bu muglakliktan sadece onlar istifade edebilir demek degildir. UNIFIL’de yer alacak, Israil’in kabul edebilecegi pek az Musluman ulkeden biri olan Turkiye’nin de bu muglak “gorev kurallarini” kendisinin yorumlamasi ve uygulamasi icin aciklik vardir. Ben bu acikligin daha fazla olmasini ve Turkiye’nin daha aktif olarak, UNIFIL’de yer alacak Fransa, Italya ve diger AB ulkelerinin yaninda Lubnanlilara din, tarih, kultur yakinligimizdan dolayi daha sempatik bakan bir dengeleyici olmasini dilerdim. Tezekere’de goruldugu kadari ile hukumet muhtemelen, ic basinclarin da etkisi ile olacak “gidelim ama risklerin minimize edildigi, ve onemli islere karsmadigimiz sartlarda ” demistir mealen.
Peki Turkiye bu gitmekle ne kazanmayi umit ediyor?
Gidelimcilerin ve hukumetin bir numarali argumani “bu kadar yakinmizdaki yangini seyredemeyiz; bolge guvenliginde, geleceginde soz sahibi olmaliyiz” argumanidir. Bu arguman soyut olarak degerlendirildiginde gayet mantikidir. Fakat icinin doldurulmaya ihtiyaci vardir. Bu da Turkiye’nin bolge ile ilgili makro politikalari ve genelde dis potikasindaki tercihler, stratejileden bagimsiz olarak yapilamaz. Oyle goruluyorki hukmet bu girisimden herkesi menun etmeyi umit ediyor. “iki tavsanin pesinde kosan hicbirini yakalayamaz” sozundeki gibi hem Amerika-Israil Inc’i hemde “diger taraf” olan Hizbullah-Suriye-Iran’i memnun etmesi zor gurunuyor. Sadece “aman hicbir tarafi karsimiza almayalim, onlara karsi gounmeyelim” saiki ile yapilmis bir gorev tanimi goruyoruz. Bu Ingilizce’de “it defeats the purpose” diye ifade edilen (gayeyi maglup eden) bir tutumdur. Gidelim ama suya sabuna fazla dokunmayalim. Basbakan Erdogan’in “risk ve menfaat ikiz kardestir” kuralina gore bu risk minimzasyonu menfaati yani bolgenin geleceginde soz sahibi olmamizi da minimize edecektir.
Tabiiki bu mulahazalar haiz oldugumuz SINIRLI bilgilere dayanmaktadir. Hukumetteki politika ureticilerinin butun bilgilerinin mulahazalarin saydam olarak kamuya yansimasi beklenemez. Ozellikle otoritenin sadece sivil kanatta olmadigi, ve farkli guc merkezleri oldugu gercegi goz onune aliniginda aklimiza gelen bazi tereddutleri husn-u zan cercevesi icerisinde yorumlalak zorundayiz. Hemen hemen her politik konuda fikrini aciklayan asker kanadinin bu konuda “bize verilen gorevi yapariz” diyecek seviyede “demokratik” davranmasi da kayda degerdir. Ben bundan Erman Toroglu’nun “kodumu oturtan” GK Basani Buyukanit’in kapali kapilar arkasinda da bu kadar demokratik oldugu yargisina varamiyorum. Tahminim tezkerenin “az riskli az kazancli” bir misyon icermesinde Buyukanit yaninda diger icerdeki aktorlerin de rolu oldugu yonundedir.
Fakat bu konuda karar verirken gozonune alinmasi gereken, indeterminizmin dis poltikanin tabiatinda oldugudur. Lubnan’a gitmekle ne saglayip ne kaybedilecegini kesin olarak belirleyecek bir karar analizi programi veya herseyi ongorebilecek bir politik deha yoktur. Politika ureticiler, karar vericiler ancak mudahil olup olmamaya karar verebilirler bu noktada. Bu, bu mevzuda verilecek son karar degilir. Oradaki gorev suresince meydana gelebilece gelismelerin her biri konusunda tekrar tekrar kararlar verilecektir, tezkere seviyesinde olmasa da. Simdilerde oldukca sessiz olan asker oraya gidildikten sonra tabiati ile gunluk operasyonel kararlar verici durumunda olacaktir. Bunu yaparken sivil otoritenin misyon tanimina ne kadar sadik kalacagi onemli bir husustur. Faraza kesif ve devriye gorevi yapilan bolgeye bir Israil savas gemisi girdignde ne tepki verilecegi bir standard prosedur degil komutan insiyatifnin rol oynayacagi bir karardir. Iste bundandirki hukumetin bu tezkere de guttugu misyonun asker tarafindan tamami ile anlasilp sindirilebilmis oldugunu, yani asker ve hukumetin bu konuyda “goz goze gorduklerini” bilmek isterim.
Her halukarda, bu tur belirsizlikler ve dis vede ic politik risklere ragmen, mudahil olmamayi gorevden kacma olarak telakki ediyorum. Bunu soylerken aklimdan gecen “gorev” ise daha onceki yazimda da vurgulaigim adalat, ahlak cercevesi icerisinde yani mazlum ve magdur Lubnan’li kardesmerimizin ve dolayli olarak bolgedeki saldirgan terorist entite’yi frenleyici bir “gorevdir”. Boyle bir gorev anlaysi tabiiki disisleri bakani’nin poltika danismani Ahmet Davutoglu’nun “stratejik derinlik” olarak tanimladigi “butun yumurtalari ayni kefeye koymama” stratejisinde daha drastik bir politik cizgi kaymasini icermektedir. Resmen Israil-ABD Inc.’e sadece “biz yokuz bu kirli iste” degil “karsinizdayiz” mesaji verecek bir “gorev” den bahsediyorum. Biz gidersek gerek biz gerek Lubnan, ve Ortadogu kaybedebilir. Gitmezsek bu ihtimal daha da gucludur. Irak’a gitmemek dogru karardi fakat bize ragmen, Irak bu gunku hale geldi. Lubnan’da mudahil olmak sonucu belirlemeyi garanti edemez fakat irade ahlaki politikalar yonude tecelli ederse sonucu etkileme sansi vardir. Tezkere son soz degildir. Muhalefetlerini “bu ABD’nin Israil’in poltikalarina hizmet ediyor” olarak ifade etmekten oteye gidemeyen dostlarin alternatifler uzerinde de dusunmelerini tavsiye ediyorum.
Bekir Ağabey’in bütün hassasiyetlerine katılıyorum. Mevcut durumun gereklerini de çok güzel okumuş. fakat ben daha büyük bir bölgesel yangın öncsinde olduğumuzu düşündüğümden tezkereye hayır diyorum. Bu konuda bloguma gece yazdığım yazıyı buraya yapıştırayım, Bekir Ağabey’in izniyle:
***
Bildiğiniz gibi bugün TBMM’de Lübnan’a asker gönderme tezkeresi oylanacak. Bu konuda yazdığım uzun bir yazı WordPress’in aziziliğinden -ya da anlayamadığım başka bir teknik nedenden- dolayı uçtu. Tekrar yazmayı da göze alamadığımdan bir-iki cümleyle meramımı anlatmayı deneyeyim.
BM’in Barış Gücü’nün bölgeye yerleşmesini içeren kararını iyi incelemek gerekiyor. Herşeyden önce Barış Gücü oraya İsrail saldırılarını durdurmak için değil Güney Lübnan’da bir tampon bölge oluşturmak için gidiyor. İki ülke arasında gerçek bir tampon olabilmesi için Barış Gücü’nün her iki ülke sınırlarını da kapsayan (mesela iki ülkenin 10′ar Km. içlerine girmiş) bir bölge oluşturması beklenir. Fakat burada Barış Gücü Litani Nehri ile İsrail sınırı arasına gidiyor. Bunun anlamının ne olduğu çok açık. Güney Lübnan’ı Hizbulah’tan temizlemek; en azından İsrail’in kendisinin giremediği alanda bir uluslararası gücün bulunmasını sağlayarak Hizbullah’ı etkisiz hale getirmek.
Lübnan saldırılarının uzun süre önce planlandığı artık biliniyor. İsrail aslen şu aşamada kendisine yönelik bir tehdit oluşturmayan Hizbullah’a ve dolayısı ile Lübnan’a durduk yere niçin saldırdı? Bu aslında uzun bir planın bir parçası olarak görülüyor. ABD sanılanın aksine İran’ı ve Suriye’yi vurmaktan vazgeçmedi. ABD, İran ve Suriye’yi vurduğu anda İran ve Suriye’de hem direk hem de Hizbullah aracılığı ile İsrail’e saldıracaktır. Bu aslında bölgesel bir savaşın da başlangıcı demek. İşte İsrail bu yüzden, kendini en azından Lübnan cephesinden korumaya almak adına, planlı bir biçimde Hizbullah’a karşı önleyici bir saldırıya girişerek Hizbullah’ı etkisiz hale getirmeye çalıştı. Kara harekatına girişip kendisi Hizbullah’ı etkisiz hale getirmekte başarılı olamayınca en azından BM Barış Gücü’nün bölgeye gelmesini sağlayarak Hizbullah ile arasında tampon bölge oluşmasını mümkün kılmış olacak. Bugüne kadar pekçok BM kararına uymayan İsrail’in bu kararı kabul etmesine bu açıdan bakılmalı.
ABD’nin İran ve Suriye’ye saldırması gibi -ki gidişat onu gösteriyor- bir durumda, BM Barış Gücü’nün içine düşeceği ateşin ne olacağını malum. Ateş altında kalacağı için çatışma kaçınılmaz olarak gelecek ve BM Barış Gücü ve dolayısı ile Türk askeri -G.Lübnan’da bulunduğu ve ABD saldırıları sonrası Hizbullah da İsrail’e saldıracağı için- zımnen de olsa İsrail tarafında yer almış olacak. Gerek askerlerimizin içinde bulunduğu risk, gerekse bu risk neticesinde bu savaşta zımnen de olsa yanlış tarafta yeralmak, hiçbir açıdan kabul edilebilir bir şey değildir.
İşte tüm bu ikincil denebilecek sebeplerden dolayı bu tezkereye “Hayır” diyorum.
Not: Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Olur olmaz pekçok konuda sorulmadığı halde fikirlerini bir muhtıra gibi söyleyen MGK, Irak savaşı öncesinde, Mart tezkeresinde büründüğü derin sessiziliğini ve “elini taşın altına sokmama” politikasını bu tezkerede de aynen muhafaza ediyor. Meseleyi iktidarın insiyatifine bırakmasında elbet bir sakınca yok; zaten burada doğrusunu yapmış oluyor, yanlış anlaşılmasın. Fakat insan merak ediyor; MGK gibi bir oluşum, tavsiyelerini niçin asıl lazım olduğu alanlarda değil de bambaşka alanlarda yapar?
Garip bir ülkede yaşıyoruz vesselam.
***
Hayırlısı ne ise o olsun. En büyük temennim bu.
Saygılar.
BeğenBeğen
Suat Bey Kardseim,
Senin muhalefet serhinde verdigin sebeplerin hepsi benim bu mevzudaki iki yazimda da var. Zaten benim ozellikle vurgu yaptigim nokta “evet” veya “hayir” in basilbiasina cok az sey anlattigi. Nasilki senn “hayir” in ile “bize ne, bi buyuk ulkemiyiz? Niye kimse bize PKK Konusunda yardim etmiyor? Bizi kandiriyorlar” diyen Sezer’inki arsinda daglar kadar fark var ayni sekilde benm “evet, AMA” m ile O. Ince, C. Candar, C. Ulsever, O. Eksi gibi “Israil_ABD’nin yaninda yer almak icin gidelim” diyenlerinki arsinda en az bir o kadar fark var. Ben resmen ahlaki olarak dogru bir misyon ile gitsin diyorum. 1701 sayili kararin Israil menfaatleri icin hazirlandigini not edip “peki biz gitmesek ne olacak” sorusunu sormak lazim. Sen gerek bu kararla, gerek karar disinda Israil_ABD’nin kotu niyetinden bahsediyor “biz de onlarin safinda gorunecegiz” diyorsun. Ben ise gorunmeyelim diyorum. Bu imkansizmi? Bence degil; ne BM karari ne tezkere herseyi anlatmiyor. Yoruma acik, ve uygulAyici insiyatifinde cok sey var. Gecmiste guya BM gucunde yer alan ABD, Frnasiz, Ingiliz bilikleri resmen Israil icin orda idiler. Bu defa da gene Fransiz, Italyan birliklerinin benzeri bir misyonla orda olacaklari buyuk ihtimal. Oradaki bir Turk birliginin bir denge unsuru olmasini istiyorum ben. Ve Hukumetin de bu tezkere de aciklayamayacagi niyetinin bizim ahlaki mulahazalarimizin hilfina olmayacagini umit ediyorum. Iste bu noktada senin de vurgu yaptigin “peki asker ne diyor” sorusu onem kazaniyor. Cunki Lubnan’a gidecek birligin insiyatifi direkt olarak sivil idarenin elinde olmayacak.
Kisacasi benim “evet”im cok sartli bir “evet” ve bu sartlaribn yerine gelmesi esasli bir poltika degisimi gerektiriyor; niyet senin dedigin gibi ise tabiiki HAYIR! Saniyorum ABD_ISRAil taseronu olarak algilanmanin gerek icerde gerek disarda ne manaya gelecegin gorecek kadar basiret sahibidirler karar vericiler. Bu benim husn-u zanim.
Selam, saygi ve muhabbetlerimle
BeğenBeğen
Bekir Ağabey,
Görüş ve temennilerine elbet katılıyorum. Fakat şartlar gerçekten dediğin gibi olacaksa..
Ben söylediğim gibi daha geniş bir bölgesel plan olduğunu düşünüyorum. Ve bu yüzden “hayır” diyorum. İsrail’in geçmişi bu tavrımın doğru olduğunu düşündürtüyor bana. ABD İran’a ve Suriyey’ye saldırmayı düşünüyor bana göre ve bu yüzden İsrail kendini güvenceye alıyor.
Hizbullah ile İsrail’in arasında benzeri küçük sınır çatışmaları yıllardır var. Beni kuşkulandıran durduk yere böyle bir Lübnan saldırısı yapması İsrail’in. Hizbullah’ın Lübnan dışında bir tehdidi yok İsrail’e. İsrail’in bu saldırısı ancak olası -ABD_İran çatışmasında- kendini güvenliğe almak için yapmakla açıklanabilir bence. Bu Allah korusun büyük bir bölgesel yangın demek.
Eğer insanı yardım, altyapı çalışmaları vb. içinde salt elbette gitmeliyiz. Ama oradaki durum ne Bosna’ya ne Afganistan’a benziyor.Hem yardım hem de olası bir savaş durumunda kardeşlerimi korumak için saflarında nefer gibi çarpışmayı bile isterim ama yazımda da belirttiğim gibi biz karşı cephede olacağız mecburen. Bunu hangi Müslüman kabul edebilir?
İnşaallah yanılıyorumdur. İnanın yanılmayı çok isterim. Endişelerimde yalnız değilim. Gazeteleri karıştırırken Ali Bulaç’ın dünkü yazısına rastladım:
http://www.zaman.com.tr/?bl=yazarlar&alt=&trh=20060905&hn=343330
Saygılarımla..
BeğenBeğen
Suat Bey Kardesim.
Ali Bulac’in yazisinda da senin yazi ve yoruimlarinda da su sorularin cevaplari yok:
1. Turkiye gitmemekle bu hpimizin bahsettigi kirli senaryolar sahneye konmayacakmi?
2. “gitme isi” benim arzu ettigim gibi veya iksinin ortasinda bir yerde olumlu bir islev icin kullanilamazmi?
Sizler bak burda kirli isler var taseronluk yapmayalim diyorsunuz. Ben bir adim ileriye gidip TAM DA BUNA ENGEL OLMAK ZOLASTIRMAK GAYESI ILE GIDELIM GIDECEK ISEK DIYORUM. Sadece gitmek veya gitmmek degil gidip ne yapmak sorusunun cok daha onemli oldugunu vurguluyorum. Farkimiz burda.
BM karari vey tezkere herseyi soylemiyor. Oradaki askerin tavri neye mudahele edip neye mudahele etmeyecegi belirleyecek bu fonksiyonu. Ve tekara edeyim: ASKERIN TAVRI bu noktada son derece onemli. Hayir olyannacilik degil benim yaptigim; belki biraz iymserlik ve husn-u zan. Ama su anki sivil otorite icn aksini dusunmek intihar derecesinde yanlis bir tavir olacagin bildigim icin, rolumuzun sizin tahmin ettiginiz kadar kotu olmayacagini umit ediyorum. Bilmem anlatabildimmi.
Selam, saygi ve muhabbetlerimle
BeğenBeğen
bekir bey,
isteğiniz itina ile yerine getirilmiş durumda:)
hoşçakalın.
BeğenBeğen
Bekir Bey,
Söz verdiğim yazıyı bir türlü yazamadım. Ama hiç değilse bir not düşeyim bari!
Suat Bey dostumun dediği gibi, insani yardım, altyapı çalışmaları vs için gidilebilir ve bu amaçla bence esasen sivil güçleri göndermek daha doğru bir tutum olabilir. Kayıtsız şartsız gidilmesincilerden değilim ama ben gitmenin, büyük bir tuzağa -ister istemez, ne yaparsak yapalım- düşmek olduğu kanaatini taşıyorum. Bu tuzağı, bütün dünyaya yönelik olarak, İsrail ABD’yle birlikte hazırladı, hem de dikkat ve itinayla. Oyun ve amaç çok büyük. Mesele Lübnan falan değil. Bunu sizin de gördüğünüzü elbette biliyorum ama vurgulamakta yarar var. Sizin iyimserce ve iyiniyetle düştüğünüz şerhler ve kayıtların oraya varıldığı andan itibaren geçersiz kılınacağı o kadar açık ki benim gözümde! Sözün özü ben diyorum ki: TUZAK VAR, TUZAĞA DİKKAT!
Ayrıca şuna da dikkatinizi çekmek isterim ki, Türkiye DEVLET POLİTİKASI bazında İsrail’in yanında olmuştur, İsrail müttefikidir. Toplum ya da hükümet olarak ne düşünürseniz düşünün, uygulamada bu devlet politikasının stratejik çerçevesi içinde hareket etmek durumundasınız ve bu politikada da sizin taşıdığınız duyarlılığın zerresi yoktur, tabiatı icabı olamaz da. Hatta aksi istikamette bir duyarlılığın varlığını vurgulamak hiç de yanlış olmaz!
Netice: Bence gitmek, bölge halklarına yarar filan sağlamayacağı gibi, Türkiye’yi de İsrail&ABD yapımı tuzağa yem yapacaktır. Hizbullah’la bizi ne yapıp edip karşıkarşıya bırakacakları gibi, İran ve Suriye’ye açacakları muhtemel savaşta da ne halt edemeyeceğimizi bilemeyecek, kendimizi kapana kısılmış halde ve İsrail&ABD’nin kucağında göreceğiz.
BeğenBeğen
Bekir Ağabey,
1. Turkiye gitmemekle bu hpimizin bahsettigi kirli senaryolar sahneye konmayacakmi?
Konacak elbette. Peki bu muhtemel seneryoların konmasını engelleme gücümüz var mı bizim? Ben olmadığını düşünüyorum. Bunu engelleme gücümüz olmadığı gibi oraya gittiğimizde ve bu seneryo sahneye konduğunda hiç de istemeyeceğimiz bir şekilde kendimizi ABD-İsrail saflarında bulacağız. “Yok biz Hizbullah tarafında oluruz” diyebiliyor musunusuz? (Bireysel olarak değil; ordu/devlet olarak)
Bu senaryonun sahneye konmasını nasıl zorlaştırabiliriz ki? Hatırlayalım 1 Mart tezkeresi öncesinde yapılan tartışmalarda Türkiye hayır derse kuzey cephesi açılmaz ve ABD Irak’a saldıramaz deniyordu. Bu bir temenni idi. Biz doğrusunu yaptık ve tezkereyi reddettik; kuzey cephesi bizim sınırlarımızdan açılmadı ama ABD Irak’a saldırmaktan vazgeçti mi? Vazgeçmedi. ABD Irak’ta İngiltereye bile söz hakkı tanımıyor bilindiği gibi. Dolayısı ile burada da böyle bir senaryoyu biz hangi açıdan hangi yaptırım gücümüz ile orada bulunmakla engeleyebiliriz? Bu bence olası bir şey değil. Bunu engelleyemediğimiz gibi Müslüğmanlara cephe alma konumuna gelmemiz de kaçınımaz olur.Ben madem birşey yapamıyoruz/yapamayacağız en azından müslümanlara cephe alıp, zalimden yana olmayalım diyorum. Yardımlar, altyapı çalışmalarına katkılar, sivil örgütlerimizle yapılabilir ve bunu yapmalıyız. Bu asker göndermekten çok farklı bir husus.
2. “gitme isi” benim arzu ettigim gibi veya iksinin ortasinda bir yerde olumlu bir islev icin kullanilamazmi?
Keşke kullanılabilse. Eğer herşey kağıt üstünde durduğu gibi duracaksa amenna. Elbette kullanılabilir. Çok da iyi olur. Yani ABD İran’a saldırmayacaksa ve amaç sadece İsrail’in evhamlarından dolayı Hizbullah ile İsrail arasına tampon bölge inşa etmek ise tamam. O zaman Barış Gücü’ne katkımız çok olumlu olacaktır.
Ama herşey acaba göründüğü gibi mi? Buna inanmamak için -ilk yazımda da açıkladığım gibi- çok nedenimiz var.
Saygılar.
BeğenBeğen
Sevgili Dostlar,
Gonllerimizden ayni seyler gectigi muhakkak. Benim GIDELIM AMA’m aslinda o kadar farkli saikler, umitler tasiyorki daha onceki yorumumun altinda Ece Hanim’a cevaben yazdigim gibi “bu simdiki bir Turke ekegine, evet doprt es alabilirsin AMA” dememe benziyor. Bugunk Turk erkeklerindn kac tanesi dort es almak icin gerekli sartlari yerine getirebilir. Ozellikle Suat Bey kArdesimin, bu cok onemli saydigim vurguyu kacirip, hala “neden gitmemeliyiz”i aciklamasini anlayamiyorum. Ben bizim hukumerte v askere diyorumki BAKIN AHLAKI DOGRUYU YAPN BU AYN ZAMNDA POLTIK OGRUDUR diyorum. Yapacaklatrmi? Buyuk ihtimall yapmayacaklar, isteselerd yapamayacaklar. O zaman GITMESINLER. Anlasildimi? Bastan beri soyledigim bu.
Madem provoke oldum, aklimdaki bazi SETYTANI UMTLERI de ifade edeyim; daha once soylemek istemedigim. O da su: Ben bu giorev sirasinda Israil le karsi karsiya gelme ihtimalinin Hizbullh ile karsi karsiya gelmeden daha fazl oldugunu dusunuyorum. Vunki Israil’in sozune guvenilmezlik,. kurallari ihlal sicili cok kotu. Bu tur olaylarin iste istemez Turkiye ile gerek Israil gerek AB arasinda “cuval krizine” rahmet okutacak cinsten surtusme v tansiyiona sebebiye verecegi bnun da ister istemez her ikisi ile d ilskilerin zayiflamasi, ve farkli bir yonelise yol acabilmesi mumkundur.
Evet bunlar benim “wishful thinking” im ama “bazilari dunyayi oldugu ibi gorur, niye der ben se olmasi gerektig gibi gorur niye olmasin” derim. Ben Hizbullah’in direnisinden aldigim cesaret ile imparatorlarin duzennin catirdama seslerini duyuyor ve mevcut pardigmanin disinas cikabiliyorum, hayallerimde olsa ble, Siz BOYLe gelmis boyle gidwer, onlar kurallari koyar, aksini hayal dahi etme diyorsunuz bana. Belki bugun siz haklisuinizdir ama birgun ben hakli olacagim. You may say I am a dreamer but I am no th only one.
BeğenBeğen
Bekir Beye aynen, Suat Beye kismen, MEtin Beye de bazen katiliyorum :))
Saka saka sadece Bekir abiye aynen katiliyorum, Suat Beyin ne yaptigini anlamak mumun degil 🙂 Bugunlerde Ali Bulac’in pesinde cok dolasiyor 🙂
BeğenBeğen
Tezkere Meclisten geçti. İnşaallah hayırlara vesile olur.
Şimdi konuya dönelim. (Biraz da ben muziplik yapayım.)
Yahu bu Fatih kardeşime ne demeli? Bu ne yaman çelişki böyle?..
Benim tezkere konusunda yazıma (aynı zamanda yukarıdaki ilk yorum) blogumda eklediği ilk yorum aynen şu :
Ben de kendisine cevaben şunları yazmışım:
Sonra Fatih kardeşim bana cevap veriyor: (arada da bir iftira denemesi yapıyor:-)
İftira denemesine dikkat ettiniz mi? Yazının değiştiğini iddia ediyor. ben iyi okumamaşım demek yerine 🙂
Ben de nihai olarak şu cevabı vermişim ve zaten ondan sonra Fatih kardeşim dağılıp gitmiş:
İmdi bu kadar çelişki ihtilal zamanında olsa adamı ipe götürür. Bırakayım çelişkileriyle beraber kendi haline diyorum yapamıyorum.
Çünkü seviyorum keratayı yaw.. :-))
BeğenBeğen
:-))
BeğenBeğen
Bekir Bey, tezkere çıktı hayırlı uğurlu olsun diyorum vatana millete.
Bu konuda sizin ve Suat Bey’in yazılarını okudum ve sizin yazdıklarınıza ve ümitlerinize ikna oldum. Yalnız değilsiniz. Dediğiniz gibi bazıları olduğu gii görüp niye der bizde dua ederiz ve neden olmasın deriz değil mi?
Peki ben buraya niye geldim biliyonuz mu?
arkadaşların sitelerini gezdim biraz. akyol’un orda Knz ‘ye yazdım falan. Sonra da dedim neden Bekir Bey’in oraya gitmiyorum. Düşündüm ve buldum. Kahverengi ve o yazı tipi inanın beni burdan kaçırdı. Gideyim bunu Bekir Bey’e söyliyim dedim bi de ne göreyim. İnanın çok mutlu oldum. Nefis olmuş hiç ellemeyin.Belki birazcık yana çok hafif desenli bir arka plan yine aynı tonda o kadar. Elinize sağlık. Yüreğinize zaten her zaman sağlık İnşaallah.
Saygılarımla…
BeğenBeğen
Tesekkurler E-mine Hanim yegenim!. Lubnan konusunda sizi ikna edebildigime sevindim; aslinda benim icin gercek sorular simdi basliyor. O da askeri gorevimizin, ve buna bagli olarak Ortadogu poltikamizin ne yonde tecelli edecegi. Ancak o zaman bu “gitme” isinin hayirami serremi, hicbirinemi hizmet ettigi yargisina varabiliriz. Hukumetin ve ona tezkereye oy veren vekillerin iyiniyetini sorgulamiyorum ama “diger ic ve dis aktorlerin rolleri” konusunda kuskuluyum. Bekleyelim, ve dualariniza amin diyelim.
Benim gibi bu blogda devamli arayis ve umid ederim inkisaf icersinde “work in progress” (devam etmekte olan is) tir; estetik acidan da muhteva acisindan da. Artik kasvetli gorunusu de bahane edemeyeceginize gore Daha SIK beklerim. Surprizlerle karsilsabilirsiniz!!!
Selam, saygi ve muhabbetlerimle
BeğenBeğen
Bekir bey abicim son yorumunuzdaki dileklerinize amin diyorum.
Suat bey bugunlerde meseleleri derinlemesine okuyamaz oldu 🙂
Ama birsey demiyorum…
Iki gun sanziman basmadi diye araba atilir mi :))))
Walla cok sevdigim bir abimdir…Ama Amerika gormemis, havasini almamis ben ona veriyorum bu dediklerini :))
Hurmetler abicim…
BeğenBeğen
Bekir abimin bu devesa açıköğretim sitesine yazı yazmak haddimiz değil ancak öğrencisi oluruz ama bu sefer yüksek müsadesi ile bende karşı oy kullananlardan olmaktayım.Suat abinin daha büyük bir yangın tezine istemeden de olsa katılmaktayım ve bu yangının gerekliliğinin kaçınılmazlığınada giderek inanmaktayım.Bu durumda bizim safımızın maalesef Nostradamus’un kehanetlerini haklı çıkarak yönde ilerlediğini görmekte eshef verici olmakta bendeniz için.
Hizbullah’la çatışacağız; Arap ve Müslüman dünyanın husumetini kazanacağız; beklenen savaşta İsrail ve ABD’nin yanında İran’a ve Şii dünyaya karşı yer almış olacağız, oysa Türk kamuoyunun ezici çoğunluğunun gönlü ve desteği aksi yöndedir
Ali Bulaç Abimin yorumuna gelde katılma daha geniş okuma için;
http:/www.zaman.com.tr/?bl=yazarlar&trh=20060906&hn=343330
BeğenBeğen
Fatih Bey Kardesim,
Benim kulustrun sanzimani basmadi, bir hafta kadatr once 1500 YTL bayildim yaptirdim. Siz nasil halledrsiniz bilemiyecegim 🙂
Mustafa Ajlan Bey Kardesim,
Korktugum basima geldi. Yaw benim yazdiklarimi lutfen Lubnan’a gitmeye evet veya hayir yazisi olarak okumayin diye yalvararak dilimde tuy bitti, hala sizin gibi zeki dostlar dahi boyle basit bir tasnif yaparak yaklasiyorlar yazima. Bir daha soyleyeim: Ben “Gidecekseniz ancak belirttigim gayeler hizmet icin gidin; 1701 sayili karar da “angajman kurallari” da (ki cok belirsizlikler var-yoruma acik taraflar var) sizin vijdaninizi kontrol etmiyor. Herkes gibi siz de ahlaka dayanan politik onceliklerinizle hareket edebilirsiniz. O politik oncelik te Seytan’in isini zorlastirmak, mazlum, magdur kardeslerimizin yaninda olmak olmali. ANcak Bunun icin “gidin” diyorum. Ben de sizin dediginiz sekilde tezahur edecek bir gidisi INTIHAR olarak niteliyorum gerek hukumet gerek Turkiye icin.
Bana katilmayabilirsiniz ama lutfen beni elestrirken yazdiklarimi baz alin; sadece Evet veya hayir kelimesi arayarak karakterize etmeyin Allah askina
Selam, saygi ve muhabbetlerimle
BeğenBeğen
Biraz geç kalmış bir yorum olacak ama
Bekir Bey’in gitmek mi zor kalmak mı denklemine dair sunduğu zekice tahlil bana şu lafı hatırlattı
” dostunu yakın tut , düşmanını daha yakın ”
( nerden aklıma girmiş hatırlamıyorum bir filmden olabilir,cümlenin sentaxı English görünüyor , orjinalini bilen yazsın lütfen )
BeğenBeğen
Tesekurler Sn. Vadinin bozkurdu (artik size kisaca V.B. desem mahsuru varmi?) – Ben tek parmak dakyilografim da; tasarrufla epey yekun tutabnilir). Bu vesile ile son gunlerde yazdiginiz yorumlardan mevzulara hakimiyetiniz ve analitik kaabiliyetinizden etkilendim. Okurlarin cogu sizin gibi oldugunu bilsem gionderme ve refranslatri daha liberalce kullanirim. Bu yazi Lubnan’a gitme kararindan once yazilmis idi tahmin ettigniz gibi.Korkulanlarin olmamasi yaninda ongorulerimi yanlis cikarici bir gelisme de olmamasina sevindim. Naklettiginiz atasozu temel argumanimi ozetliyor.
Bahsettiginiz gavur sozu “keep friends close and your enemies even closer”
BeğenBeğen
(artik size kisaca V.B. desem mahsuru varmi?)
yok hocam , nasıl isterseniz ( yine hocam dedim yaa….Emin amca beni kesin asar…. )
yanlız bir itirazım var
“refranslatri daha liberalce kullanirim ”
aman Bekir Bey , yapmayın zaten kapasitemin sınırlarını zorluyorum ,sonra Ahmet T. Alkan’ın Çekirgesi gibi olurum , kafam karışır ,
sözün orjinalini öğrendiğime çok sevindim , teşekkür ederim .
BeğenBeğen