Nobel Edebiyat Ödülü’nün Pamuk’a verildiğini duyar duymaz, blogistanin mevzu ile ilgili ilk yorumunu üretme dürtüsü ile (serde gazetecilik var ya!) ilk tepkilerimi, ve tahlilimi ilk yazıda sundum.
Orhan Pamuk’un ödülü sadece edebiyat ile hatta literature ile (benim sözlüğümde farklıdır ikisi) ilgili de değildir. Çok kuvvetli bir politik element olduğu üzerinde konsensüs oluşmuştur, sevenler sevmeyenler, gurur duyanla duymayanlar, içerdekiler, dışarıdakiler arasında. Ben epeydir Pamuk ile ilgili içinde Ermeni geçmeyen diskur duymadım. Siz?
Peki Pamuk bu politik parametreyi bilerek “doğru adımları” mı attı?
Bu sorunun cevabi bir miktar “niyet okuması” yapmadan verilemez tabiatı ile. Fakat aşağıda sayacağım gözlemler ve bunlara dayalı tahlillere dayanarak “evet” cevabinin nesnel olduğu kanaatindeyim.
İfade edildiği kadar bütün risklerini alarak “iman cesareti” gösteren bir entellektüel portresi cizememistir Pamuk. Tam tersine entellektüel duruşuna göz attığımızda hemen her zaman risk potansiyeli az, kazanç potansiyeli yüksek yatırımlar (pardon pozisyonlar) seçmiştir. Gecen yılki ödül sahibi İngiliz Harold Pinter’in aksine ne ABD’yi ne İngiltere’yi eleştirmiştir, bu ülkelerin Müslüman ülkelere karsı yürüttüğü saldırgan politikalarla ilgili olarak. İsrail hakeza. Pinter’in bu muhalif duruşa rağmen Ödül’ü alması benim Nobel Akademisi’nin Batı’daki hakim güç çarkının bir dişi olduğu fikrimi çürütmez, çünkü İngiliz Pinter ve Türkiyeli Pamuk aynı statüde değildir Oryantalist Batılı gözünde. Pamuk’un statüsü Salman Rüştü veya Misr’lı Nobel odulu sahibi Mahfuz’unki ile aynıdır; Pinter ile değil.
Batı zihniyetini, Batı’daki hakim gücün çalışma tarzını ve o mekanizmanın bir dişi olan Noel Akademisini, neşriyat endüstrisini iyi tanıyan Pamuk “oyunun kurallarını” Yaşar Kemal’den çok daha iyi biliyordu ve kazanmayı kafasına koymuştu yıllar önce. Birkaç gün önce TV’de bir yorumcu profesör, üç yıl önce Pamuk Batılılar gözünde onlardan yana gözükmeyen bir Türk’ün kazanması imkansız; buna uygun strateji kullanacağım” (mealen) dediğini söyledi. Tam olarak ne söylediğini bilmiyorum üç yil once ama İsviçreli radyocuya verdiği “1 milyon Ermeni ve 30 bin Güneydoğulu” demecinin başına “Türkiye’de bunu kimse söyleyemiyor ilk olarak be söyleyeyim” ifadesi ile en az yüz tane meşhur “Ermeni Konferansı” katılımcısının hakkını yemiştir, Halil Berktay, Taner Akçam, Selim Deringil, Fatma Müge Gocek, Murat Belge, Baskın Oran , Etyen Mahcupyan, Hirant Dink başta olmak üzere. Bugün BBC’de gösterilen sanıyorum “Gazeteciler” adli tartışma programında Fransız Le Monde gazetesin temsil eden Marc Roche Fransa’yı savunurken “Türkiye’de Ermeni Soykırımını kabul eden hapse girer” iddiasında bulundu ve Fransanin bu davranışı ile “ahlaki yuksek zemini” işgal ettigini söyledi. Eminim Pamuk ve diğer zevat kendisine ve BBC’ce tekzip, tashih ve protesto postalarını, faxlarını göndermişlerdir en azından entellektüel dürüstlük adına. Şimdi daha önceki yazımda neden “Pamuk Kerinçsizlere teşekkür borçludur” dediğim anlaşılmıştır herhalde.
Pamuk’un doğru olmadığını bildiği “kimse söyleyemiyor, ben söylüyorum” ifadesini kullanması için Batı’daki neşriyat baronları ve Nobel dahil olmak üzere güç merkezlerine mesaj verdiği tabii ki akla gelen en rasyonel açıklamadır. Ben kendisinin sonradan yaptığı “gazeteci beni tahrik etti, ona sinirlendim” açıklamasını fazla inanılır bulmuyorum. Zaten akabinde adeta kendisini nötralize edercesine “söylediklerimin arkasındayım” demeyi de ihmal etmedi. Bu günlerde ise Nobel’i ve Batılı yayınevleri ile çok-milyon dolarlık yayın kontratları cebinde olan Pamuk’un Türkiye, Türkler hakkında daha müşfik ifadeler kullanması, bazılarının hoşuna gitmiş olabilir, ama benim “tüccar” argümanımı kuvvetlendirdi ve gözümde değerini daha da düşürdü.
Tekrar ediyorum: “Ermeni soykırımına” inanmak, veya bu konuda Türkiye’nin tavırlarını eleştirmek her entellektüel, veya sıradan birey gibi Pamuk’un da hakkıdır. Ben bunu ne “Türklüğe hakaret” telakki ediyor ne de hakaretin milliyetini tanımlayan bir suç kategorisine inanıyorum. Ama konu bu değil. Benim tenkidimin kökeninde Nihat Genç’inkinin aksine bu ülkeye ihanet de yatmıyor. Samimiyetsizlik benim hoş göremediğim suç, hele bunun en düşük şekli addettiğim sahte kahramanlık, ve sahte mazlumluk. Budur benim Pamuk problemim.
Bati’nin Vicdanı, Yahudiler ve Ermeniler
Daha önce, 11 Eylül ile ilgili yazı dizisinin bir bölümünde “Batı’nın vicdaninin” genellikle bencil, pragmatik kaygılar tarafından uyarıldığını söylemiştim. ABD’deki sivil haklar Viet-Nam Savaşı karşıtlığı, ve şimdiki Irak Savaşı karşıtlığının da köklerinde saf insani, ahlaki kaygılardan çok bahsettiğim pragmatik mülahazalar vardır. Kimse ne çocuğunun ne de dolarlarının Viet-Nam veya Irak’a gitmesini ister. Batı’daki “fikir hürriyetini de “manipule edilmeme” “beyni yıkanmama” hürriyeti diye adeta mutlak manada telakki etmemek gerekir. Batı vicdanının, ve Batı “psiko” sunun şifrelerini en iyi bilen ve manipule eden beynelmilel Yahudi bu bilgi üzerine son derece karlı bir “Holokost Endüstrisi” (ifade ayni zamanda Norman Finkelstein’in kitabinin adıdır) inşa etmiştir. Her gün yeni keşfedilen “Nazi altınlarından” tutun, Hitler’e hizmet eden fabrikalar, o dönemde ölen Yahudilerin sigortalarının bulunduğu sigorta şirketlerine kadar çeşitli kaynaklardan elde edilen “windfall” (havadan kazançlar) ile bu altın yumurtlayan tavuk olmuştur Holokost, sadece maddi cepheden bakıldığında.
Öte yandan entellektüel arenada her düşünürün kafası üzerinde sallanan “Holokost retçisi veya tereddütlüsü” Demokles’in kılıcı sayesinde bırakın Holokost’un yapılmadığını iddia etmek rakamın 6 milyonda daha küçük olduğunu veya öldürülme sekillerinin farklı olduğunu söylemek dahi insanlar için kariyer sonlanmasından, kodesi boylamaya kadar cezalar içermektedir.
Ermenilerin yaptığı Yahudilerin bu oyun kitabini okuyup harfiyen uygulamaktan başka bir şey değildir. Öyle ya tekerleği yeniden keşfetmenin ne anlamı var önünüzde ampirik olarak ispatlanmış “başarının adımları” kitabi dururken?
Yahudilerin başarısında rol oynayan faktörlerin birçoğu, biraz daha az kuvvete olsa da Ermeniler için de mevcuttur. Örneğin:
1) Trajedi: Her iki grup için mevcut;
2) Batı ile bağlantı; her iki Dünya Harbini de onlar yaptı, her iki trajedinin her tarafında onların parmakları var; Ermenilerinkinde suç ortağı, ve sonradan İsrail’in Falanjistlere yaptığı gibi onları ortada bırakan Fransa’nın motiflerinden birini de bu teşkil etmektedir;
3) Her iki grubun İslam karşıtlığı: Yahudilerin devleti İslam topraklarında kuruldu, yeni İslam topraklari işgali ile genişlemeye devam ediyor. Ermenilerin devleti İslam toprakları işgal etti, diğer İslam topraklarında gözü var, ve yaşaması için iki Türk-İslam ülkesi, Türkiye ve Azerbaycan’ı dize getirmek zorunda; iyi ilişki alternatifini düşünmediği malum olduğuna göre. Kısacası İslam entitelerini karşısına alan iki entite idi Batiılı için Yahudiler ve Ermeniler, diğer özellikleri yanında.
4) Suçluluk kompleksi. Tarihi soykırımları ile dolu Bati II. Dünya savaşı sonrası imaj tamiratı projesinin bir parçası olarak güçlü ve güçlenmesi kuvvete muhtemel entitelerin zulüm iddialarına hassasiyetini arttırma gereği hissetti. Yahudiler büyük parsayı topladı, Ermeniler ikincinin peşindeler. Bazıları buna “Batı’nın samimi suçluluk kompleksi” diyor. Ben metazori itirafları, tövbeleri pek muteber bulmam.
5) Batı’daki güçlü, sofistike, zengin diasporalar. Ermeniler, gerek sayı gerek kontrol ettikleri güç bakımından beynelmilel Yahudi ile kıyaslanabilir durumda değildir; fakat savaşmak zorunda olduğu güçler de Yahudi’ninki kadar değildir.
Liste uzatılabilir. Ama temel argümanım olan “Ermenilerin ‘soykırım’ stratejileri Yahudilerin daha önce kullandığı Holokost Stratejisinin aynısıdır” teorimi destelemek için fuzulidir diğer benzerlikler. “Yahudi formülü” Ermeni için ontolojik gereklik haline gelmiştir.
Peki Yahudiler neden Ermenileri desteklemiyor?
Ermeniler arasında genellikle Batı’da en kuvvetli propaganda, lobi kapasitesine sahip Yahudi diasporasinin bu konuda Ermenileri desteklemediği kanısı hakimdir. Yakınlarda İsrail’in en saygın sözcülerinden Şimon Perez’in bunu açıkça deklere etmesi Ermenileri özellikle kızdırmıştır. Bizde de ABD’de Hollanda, Fransa’nınkine benzer “Ermeni Soykırımı” kanun ve tasarılarının olmamasında ABD’deki güçlü Yahudi lobisinin önemli rolü olduğuna inanılır.
Her ikisi de bir noktaya kadar doğrudur. Yahudi Kongre üyeleri arasında olduğu gibi akademikler, medya mensupları arasında da bu konuda her iki pozisyona mensup kişiler de vardır. Bu konuda bizim iç politika deyimi ile beynelmilel Yahudi grup kararı almamış, “üyeleri” serbest bırakmıştır. Üyeler de çoğunlukla dünya Yahudiliği ve İsrail için daha karlı görünen “soykırım olmamıştır” tezini tercih etmiştir.
Yahudiler arasında Ermeni tezine soğuk duruşun sebebini bulmak için deha olmaya gerek yok: Kim bu kadar karlı bir işte ortak ister? Holokost biricik olmalıdır bugünün ve geleceğin vicdanında. Ne Hulagu’nun, Haçlıların Müslüman katliamları, ne Pol-Pot’un Kamboçya katliamları, ne Fransızların Cezayir katliamları, ne Rwanda’da Hutularin Tutsi katliamları, ne de “Ermeni Soykırımı” gibi “goyim” hassasiyetlerinin kendilerininki ile ayni statüyü kazanması düşünülebilirdir “seçilmiş irk” mensupları için.
Ağabey, güzel bir değerlkendirme; eline sağlık..
Ali Bulaç’da bugün yerinde değerlendirmeler yapmış. Yazısını buraya alıyorum:
“Çoğu edebiyatçının en büyük hayali Nobel Edebiyat Ödülü’nü almak. Kendisine verildiği halde reddedenler de var. Mesela “Dr. Jivago”nun yazarı Pasternak. Rus yazar, 1958’de komünist rejimin onu bir daha Rusya’ya kabul etmeyeceğinden korkarak ödülü almayı reddetmişti.
Pasternak, ülkesinde yaşamayı Nobel Ödülü’ne tercih etmişti. İsteseydi alacağı parayla herhangi bir Batı ülkesinde rahatlıkla yaşayabilirdi. Pasternak’tan başka Nobel Edebiyat Ödülü’nü J. Paul Sartre da reddetmişti. 1964 yılında kendisine verilmek istendiğinde, “Alçaklar beni satın almak istiyorlar, ben hiçbir kuruluşa bağlı değilim.” demişti.
Pamuk’la İslam dünyasından Nobel ödülünü alanların sayısı 5’e çıkmış oldu. Daha önce Pakistanlı Ahmedi Abdusselam Nobel Fizik Ödülü’nü almıştı. İlk edebiyat ödülünü alan Mısırlı Necip Mahfuz’du. Enver Sedat, Barış Ödülü’nü aldı. Bu sene Bangladeşli Muhammed Yunus, Barış Ödülü’nü aldı.
Nobel ödüllerinde siyaset önemli rol oynar. 12 Ekim günü tam Fransız Meclisi’nde soykırım yasa tasarısının geçtiği saatlerde Orhan Pamuk’a ödül verildiğinin açıklanması tesadüfi olmasa gerek. Orhan Pamuk, “1 milyon Ermeni’nin kesildiğini” söylemişti. Bu, üstü kapalı “soykırım iddiası”nın teyidiydi. Pamuk’un Irak’ta öldürülen 655 bin Müslüman için tek bir kelime ettiğini duymadık. Pamuk’un her konuşması olay yarattı ve her aldığı tepkiden hemen sonra Avrupalı parlamenterleri, sivil kuruluşları arkasında buldu. Batı nezdinde şöhret sahibi olmak istiyorsanız “Müslümanlığı aşağılayın, Türklüğe hakaret edin, Müslüman dünyanın değerlerini hafife alın, bu dünyanın neden geç Batılılaştığını” anlatın, literatüre girersiniz. 11 Eylül sürecinin başladığı zaman diliminde Hint asıllı V. S. Naipaul, o kaba oryantalist söylemiyle pervasızca İslami değerleri aşağıladığı için bu ödüle layık görülmüştü. (2001) Orhan Pamuk’a ödül verildiği gün Abdurrahman Dilipak ceza aldı, Yeni Asya Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Faruk Çakır 301’den yargılandı. Avrupa’da kimsenin ruhu duymadı. Ben ve benim gibi insanlar onlarca kere yargılandı, Avrupa’dan hiç kimse gelip bizi sormadı.
Necip Mahfuz elbette iyi bir yazardı, ama onu öne çıkaran şey, edebiyattaki ustalığı değildi. Özellikle onun Kahire Üçlemesi (Sülasiye) okunmaya değer bir eserdir. (Ben, Mahfuz’un “Sülasiyesi”nden hemen sonra Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” romanının okunmasını tavsiye ederim. Eminim çok eğlenceli ve öğretici olacaktır.) Fakat Mahfuz’a 1988’de edebiyat ödülünü kazandıran başka şeydi. “Cebelawi Çocukları”, İslam’ın değerlerini, Hz. Muhammed (sas)’i hakaret içeren üslupla anlatıyordu. Necip Mahfuz “hain veya satılık” bir insan değildi, ne var ki travmasını, kültürel şizofrenini bütün Mısır’a ve İslam dünyasına teşmil ediyordu.
Sadece bu da değil. O yıllarda Amerika, Mısır’ı “önemli roller”e hazırlıyordu. Mahfuz’dan başka ilk defa Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’a Barış Ödülü verildi, ilk defa bir Mısırlı olan Butros Gali BM Genel Sekreterliği’ne getirildi. Gelişmelerin yönünü değiştiren “aksi olaylar” vuku bulmasaydı, Mısır önemli bir aktör olacak, bu arada İslam Dünyası’nı BM Güvenlik Konseyi’nde temsil edecekti.
Şimdi gelelim Türkiye’ye! Bize de son zamanlarda ödüller yağıyor. İlki, 2002’de Azra Akın Dünya Güzellik Kraliçesi seçildi, yıllarca geri sıralarda yer almamıza rağmen 2003’te Eurovision Şarkı Yarışması’nda bize birincilik verildi. Şimdi de bir Türk yurttaşı romancıya Nobel Edebiyat Ödülü layık görüldü.
Necip Mahfuz, ödülü aldığında şöyle demişti: “Bu ödülü kazanan yalnızca ben değilim, tüm Arap dünyasıdır. Artık Arap edebiyatının kapıları dünyaya açılmıştır.” Arap âleminde ödülle ilgili yapılan değerlendirmelerden biri de şuydu: “Bu ödül Arap dilinin Batı romanına yatkın ve elverişli olduğunu gösteriyor.” Orhan Pamuk da, “Bu ödülü yalnızca ben değil, Türkiye almıştır.” diyor. Sıkça tekrarlanan tema da şudur: “Böylece Türkçe’nin roman diline yatkın olduğu anlaşılmış olacak.” Hayret, bu kadar benzerlik olur!..
Kamuoyunda bunlar konuşuladursun, biz şu sorunun cevabını aramaya çalışalım: Mısır’a bunca ödül verildi, ama “bir şey” Mısır’ın bu rolü oynamasına mani oldu. Bu neydi? Şimdilerde Türkiye’ye peş peşe verilen bu ödüllerin anlamı nedir? Hemen “komplo teorisi” demeyin, hiç değilse bir bilmece değerindeki bu soru üzerinde düşünün.
BeğenBeğen
Allah razi olsun Bulac’in guzel yazisindan alinti icin Suat Bey kardesim. Tevafuk oldu, ben de yazida daha once bahsettigim Israel shamir yazismasindan bahsetmeyi unuttugumu farketmistim tam. Alakasi Shamir de bana gonderdigi tebrik mesajina “ben sevinecek birsey blamiyorum kendim icin, sen kazansan daha sevinirdim” seklindeki cevabima cevaben gonderdigi su mesajda:
“Dear Bekir,
I am very flattered by your comparison. Yes, I understand that there is a political reason. Likewise, the Russians were upset with Pasternak receiving Nobel, but now, though we recognise that it was a political decision, still the poems of Pasternak are much read and loved. Pamuk is still a wonderful writer, even if one disagrees with his politics. In my view, the People should be at least as wise and as tolerant as Sultans of old who forgave many misdemeanours to their poets.
Shamir”
Mealen Pamuk’a Nobel kararinin politik oldugu anlasilmasina ragmen b onun guzel romanlarinn tadini cikarmamiza engel olmamali diyor. Kendisi Rus Yahudisi olan Shamir, Pasternak benzetmesini yaparak onun da zamanindaki rejim karsitligina ragmen, Ruslar tarafindan cok sevilerek okundugundan bahsediyor. Ve “insanlar(biz) sairlerinin bircok kusurlarini affeden Sultanlar kadar bilgece davranabilirler” diyor. Ben de “amenna” dedim mealen.
BeğenBeğen
Off off konuyla ilgili yorumlar okuyorum,köşe yazıları okuyorum,dün ailecek bir araya geldiğimizde konuyu tartışıyorum ve konunun beni ne kadar gıcık ettiğini farkediyorum sinir basıyor.Aklıma ilk takılan şu ben okur olarak çok mu hazımsız biriyim ki ödüle sevinemiyorum?Söyledikleri sayesinde sayın yazarımızın gözümde tırnak ucu kadar değeri kalmadı.Açıkcası o herkezin çok sevdiği edebi eserleri umrumda değil.Aman aman Orhan Pamuk mu benden uzak Allah’ına(varsa tabii) yakın lütfen!Ali Bulac’ın güzel değerlendirmesini okumamıştım burda okuma imkanım oldu.Şimdi düşünüyorum bunu kimlere mail olarak yollasam?:))Kendi düşündüklerime yakın birilerini görünce mutlu mu oldum ki?:))
BeğenBeğen
Tamam tamam Vecihe Hanim “off, off” serzenisleriniz duyulldu. Ayn mevzunun biraz daha genisletilmisi olan “Bati’nin iyi muslumani” temali yazidan simdilik vaz gectim. Zaten sizde benim degil Ali Bulac’in yazsindan bahsediyormussunuz, ki taktirinizi ben de paylasiyorum.
Sizi bilmem ama ben mutlu olurum kendi dusuncelerime yakin birilerini gorunce; guzel is kendime saklamak bencillik olur. Kotu ise niye ben cekiyim sadece “paylasma ayinda”? Degilmi? “sevincte ve tasada birlik” diye buna deniyor olsa gerek.
🙂
BeğenBeğen
Aman efendim sizin yazılarınızı ne kadar beğendiğimi söylemeye gerek bile duymadım kendim biliyorum ya:)Ohh diyip gülümseyerek rahat rahat yorum yazdığım tek blog burası:)Hatta şu vazgeçtiğiniz yazıyı da pek bi merak ettim ancak zaman tayini sizindir tabiki uygun gördüğünüz anda yazın inşallah keyifle paylaşalım:)Saygılar selamlar…
BeğenBeğen
Hah simdi oldu iste!! :)))
BeğenBeğen
Bekir Bey , yazı için tşk ederim ; samimi söylüyorum değişik ve istifadeli kazanımlar edindim . Şöyle ki :
Efenim ! “Ali topu tut” cümlesini öğrenme lutfuna erenler hemen başlıyor “Orhan Pamuk bu ödülü kazanmayı hak etti;Türk olarak mutluyuz”Ben düşünüyorum bu Orhan Pamuk gerçekten bir “türk” mü diye ? Bu ödülü aldı ve “bu ödülü alan ilk Türk olarak çok mutluyum” diyor mu tarihine ihanet eden cümlelerin ardından ?Pamuk iyi bir stratejik evet ,ortamına göre konuşur , kitapları intihaldir , Tc kimliği taşır ama sahip olduğu zihniyyet daha başkadır ! Sizin konuşulanların aksine bu meselede Yahudileri de zikrediyor oluşunuz bizim de aklımızı aynı soruyu hatırlattı . Evet neden Yahudiler Ermeni tezine muhalif ?
Bir Türk dünya güzeli seçilir , bir Türk eurovizyon ödülü alır , bir Türk takımı UEFA’da birinci seçilir , bir Türk Nobel ödülü alır…İnanın hiç sevinemiyorum 😦
BeğenBeğen
Ve Ahmet Yildiz adinda bir Turk genci California Universitesinde “hucreler icerisinde potein tasiyan motorlar” i kesfederek “Noble Jr.” da denilen “Yilin Genc Bilim Adami” odulunu alir ama ne YOk, Ne Hurriyet, ne Sezer, ne bag duyar ne bagbanci. Sonra ogrenirizki Yildiz’in aldigi odul bizim YOK’culere gore “denllikte” cakmis. Cunki namerdin esi basini ortermis!
BeğenBeğen
Müsade ederseniz bu son yorumunuzu başka bir bloğa kopyalamak istiyorum.Kırmazsanız çok sevinirim.Saygılarımla…
BeğenBeğen
Bekir Bey,
haber için tşkler…Bir önceki yorumumda izah etmeye çalıştığım konu bu idi
BeğenBeğen
Bekir bey merhaba,birkaçgündür rahatsızlığımdan ötürü blogları ihmal ettim. (Ben üzülünce ciddi grip olurum efendim ve bu kesinlikle şaka değil.)
Kendi sayfama da Nobel ödülü yazısını yeni yazabildim.
Yazılarınız beni özellikle yahudilerin ermeni soykırımına bakış açısını öğrenmem açısından ziyadesi ile aydınlattı,teşekkür ederim.
Bize çeşitli dallarda verilen ödüller(kraliçelik! taçları da dahil), Avrupa’nın hep bizden büyük beklentileri olacağı döneme denk geliyor nedense?
Yazık! Yaşar Kemal’de akıl edebileydi keşke soykırım yaptık demeyi, şimdiye ikinci nobel ödülümüzü kucaklamış olurduk. Gerçi hâlâ hayatta olduğuna göre fırsatı değerlendirmeli bence.
Bizde ulusca bir daha seviniriz.
BeğenBeğen
Aysenur Hanim, zaten son yorumumu sizin orumun devami gibi dusunmustuim kafamda.
Vecihe Hanim,
Istediginiz yere kopye edebilirsiniz; teilif ucretklerini bilaher tahsil ederiz 🙂
Saliha Hanim gerci sanal alemde bolca virusten konusulur ama hastaliginizi benden aldiginizi sanmiyorum. Uzuntden vucudun bitap dusmesini de gayet iyi bilirim, iknaya gerek yok benim icin.
Bence Yasar Kemal treni ebediyyen kacirdi, artik Eremini Vatandasligina gecse alamaz.
Artik ulusca sevinecek baska bisey bulmaliyiz. Alin bi tane: Su NTV’de spor anlatan, Gassaray yoneticisine “oruc tutmaya izin verecekmisiniz” diye soran cici kizimiz cook zengin, Formula 1 ‘in bilmem nesi ile evleniyormus! Sizi bilmem ama ben Sulu Ankara’da Reis-i Cumhuluk Filharmoni Orkastrasi Bethoven’i caldiginda “iste Cagdas Turkiye” dedigi zamanki gibi hisli duygulara gark oldum! konusamayacagim.
Yorumlariniz icin tesekkurler
Selam, saygi ve muhabbetle
BeğenBeğen
Estağfirullah efendim, hastalığım tabi ki sizden bulaşmadı. Yokluğunuzda olan bazı yazışmalarda, derin bir üzüntü yaşayarak panikledim.
O hanıma kişisel tahlil yaparak epeyi üzdüm, haberler de bir kadın intihar etti pc başında diye duyacağım ödüm koptu.
Mustafa Akyol da filan yazışmaları daha önce görseydim,en baştan hiç sesimi çıkarmazdım .
(Yanlız ben adım gibi eminim,sizin ana yazınızı hâlâ okumadı.)
Bu durumlar beni ziyadesi ile sarstı,ben onu kasdetmiş,anlarsınız diye ümit etmiştim. Çünkü o günden beri sessizdim. Yoklama yapmasanız da farkedilmemiş demek. :((
Ve lütfen bu yorumu okuduktan sonra silin, tekrar baştan başlamayalım Allah muhafaza…
BeğenBeğen
Bekir Bey Merhaba,
Akyol’un Blokunda yazılarınızı ilgiyle izliyordum, size ulaşmak bugüne
kısmetmiş. yurtdışında hiç bulunmadım tahmin ettiğniz kişi ben değilim.
Yazılarınızdaki ana istikameti takdir ediyorum ve ilgiyle izliyorum.
Gelelim Pamuk’un ödülü hakkındaki düşüncelerime. Haset başkasının balını
kendi ağzına zehir etmektir, diyor Cenap Şehabettin. Ramazan sevincini
millete zehir etmek için İrtica üzerine koparılan yaygaralarıda kapsar bu
tespit. Ramazanın en güzel yaşandığı ülke olarak Türkiyemiz üzerinde tüm
İslam sosyologları hemfikir. İstanbul mahyaları bile bir ömre bedel diyebi
liriz. Şimdi İslamdan hazetmeyenler bu balı ağızlarında zehir olarak hissei
yorsa bunun acısını millete çektirmemeliler. Pamuk’un ödül almasında.
Pamuk’un ödül almasında Pekçok bilmediğimiz kulis faaliyetinin yanısıra,
Ermeni techiri ile ilgili asılsız ve abartılı söylediklerininde etkisi vardır mutlaka. Benim yinede bu ödülün edebi kaygılar taşımadığı yargısını paylaşmam mümkün değil. Pamuğun tüm kitaplarını okudum, iyi bir roman
cı olduğunu düşünüyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar kadar değilsede…
Bazı yorumcuların Hiçbir gerçek müslüman Nobel alamaz deyişine Bangladeş’li Nobel Barış ödülü sahibi Muhammed Yunus’u örnek vermek istiyorum. Mikro kredi projesi çok hamiyetli bir proje. Yoksulluğa karşı
yazılmış bir destan. Tamda Kur’an-i bir salih amel örneği. Şimdi bu ödülü
Nobelden aldı diye bu destan küçülmüş mü olacak. Muhammed Yunus ala-
cağım ödülü yoksullukla mücadelemde kullanacağım diyor. Belki Orhan
Pamuk’u da ödülü son kuruşuna kadar yememeye davet etmek, iade etme
sini istemekten daha yararlı olabilir. Resmi tarihin ve Toplumcu Gerçekçi
sanat cenderesinden kendini kurtarabilmiş olması bile, Pamuğun bir değer
ifade ettiğini gösterir kanısındayım. Ödül Türkiye karşıtı çevrelerce kullanıl
mak istensede, ülkemize kazandıracağı itibar daha fazladır. Hem Ramaza
nı zehir etme lobisinin aynı ile kaim, bu ödülede saldırması sizcede ilginç
değilmi? Saygılar. Levent.
BeğenBeğen
Saliha Hanim,
Tesekkurler. Bahsettiginiz yorumcu konusunda hemfikirim. Hastaligin benden gecmemis olmasina sevindim; zaaten hastaligim suresince ekrana uzak oturuyordum “okurcuklarima” viris. mirus gonderirim korkusu ile. 🙂
Levent Bey,
Hos geldiniz. Ben de sizin son zamanlarda okudugum akl-i selim, basiret yansitan youmlarinizdaki temel tesbit ve niyetleri paylasiyorum.
Yalniz gerek benim, gerek onu elestiren diger kimselerin yorumlarinda onun kotu bir romanci oldugu, hatta bu odulu hak emedigi dahi iddia edilmiyor. Iddia edilen sey politik durusunun kriterler arsinda yer aldigi ve bu olmadan muhtemelen alamayacagi tahmini.
Ben Bati’li Oryantalistlerin Dogululara verdigi bu tur odullerin onlarin ulkelerin kayda deger birseyler kazandirdigi dusuncesinde degilim. Ebadi, Mahfuz, Naipul, Neruda’nin odullerinin ulkelerine ne kazandigi tartisilir. Ben zaten kollektif sucluluk veya kollektif gurur kavramlari konusunda oldukca sinirli cerceveler cizen biriyim.
Ote yandan ayni konudaki ilk yazimin alinda yorum yapan Tuncay Yilmazer’e verdigim cevapta da velirttigim gibi Sezer. Ozdemir Ince, ulusalci, ozgurluk dusmbni, etrafa bakinca yalniz “ic ve di dusman” goren “kazanimlar” adina her olumlu seyi baltalayan ozgurluk, din, laiklik, coguluculuk diusmanlari ayni kumede yer alma benim icin de rahatsizlik verici.
Kendisinin 301.den yargilanmasini da karsi cikmis idim. Iyi romanci imis, tebrik ederim. Bu elestiri isinin biraz topozunu kacirmis olabiliriz. Benim problemim temelde samimiyetsizlik.
Gene beklerim yorumlarinizi
Herkese selam, saygi ve muhabbetle
BeğenBeğen
Hay Allah! Iki seferdir Salih Hanim’a bir “gecmis olsun” dememisiz, niyet ettigimiz halde. Allah sifalar versin Salliha Hanim.
BeğenBeğen
Saliha Hanim olacakti. Affola 🙂
BeğenBeğen
Teşekkür ederim
BeğenBeğen
I read your letter to Israel Shamir re Orhan Pamuk. I read his book “snow” and I was disgusted as it is built on a plagiarism of the plot of The Master and Margarita by Bulgakov. Howeve Bulgakov has a hilarious characteristic that is lovable! Pamuk with his silly serious poet and his snide references to the remains of Armenian traders wonderful homes really infuriated me and when I finished the book I threw it across the room.
Regards, Jocelyn Braddell
BeğenBeğen
Hi Jocelyn,
Due to extended absence, I just had the opportunity to view your comment. I havwe not read the man, so my remarks are limted to intellectual prostitution which I believe he engaged in on vaious subjects outside of his literay work, e.g. the Amenian and Kurdish matters. However, I heard critques resembling yours from others on different novels of his. One of them is “he writes for translations, i.e. the westrern reader”. For example in one of his books he reportedly potrtarys the relationship between Rumi and his teacher Tabrizi as on with homesexual overtones.
Thanks for the comment
BeğenBeğen
[…] Guncel-Politik, sosyal, kulturel, Toplum — Bekir L. Yildirim @ 8:32 am Daha önce “Akıllı Stratejistler: Pamuk, Yahudiler ve Ermeniler” başlıklı yazımda şunları demişim Yahudi Lobisi’nin “Ermeni […]
BeğenBeğen
HAYDİ KIZLAR SOKAĞA !…
Haydi okula değil aslı budur. Çünkü maksat budur.. Maksat Anadolu kızlarının veya erkeklerinin okuması
şimdi her biri yahudilerde ve sabataylarda olan o iyi yerlere gelmeleri oralarda mevki
sahibi olmaları değildir! Maksat üniversite veya lise kantinlerinde ve taşra da okuyup “cafe” lerde
barlarda gençlerin birbirini düzmesidir.. Yoksa hiç bir yahudi profesör, Anadolu çocuklarının okuyup
büyük iş yapmasını istemez. Maksat ahlakı yıpratmak..
Bu kampanyanın mimarı olan Prof. Türkan Sailan da ; başörtülülere “kemoterapi” (kemalistleştirme ve laikleştirme terapisi..)
yapılan ikna odalarının mimarı Prof.Nur Serter de , Sümerler deki mabedlerdeki kutsal fahişeler başörtülü idi diyen ve
hemen her kitabında İslam a saldıran ünlü Sümerolog Prof.Muazzez İmiye Çığ ve diğer
bazı ünlü ve sekülerist kadınlar da; ve ilk türk(!?) kadın pilot olan ve de
Dersim katliamında baş rol oynamış çoluk çocuğu bebekleri bombalamış olan
Sabiha Gökçen de, ilk türk(!?) dünya güzeli olan Keriman Halis de, ve
ilklere imzasını atmış türk(!?) kadınların tamamı, ve M.Kemal in sevgilisi
Afet İnan dan tutun ta Gülgün Feyman veya Özge Özsağman veya “hoca camide”
sloganıyla meşhur Perran Kutman veya daha daha nice diğerleri…
1)Bu kadınların hepsinin de ortak özelliği YAHUDİ kökenli olmaları! Kimisi
Seferad kimi Eşkenazi kimi Hazara kimi Sabetayist kimi kimi Musevi olan
çeşitli yahudi ailelerden gelmedirler!… He ne kadar bizim dinsizleşmemizi
isteseler de kendileri Satanist-Siyonist yahudilerden ve onların kuyruğuna
takılanlardandır..
2)Ve bu tip çıyanların bir diğer ortak özelliği de hep “İslam da kadın
eziliyor” iddiasında olmaları ve de “feminist-laisist” bir küfrün-ifsadın
savunuculuğunu yapıp ve erkekleri kadınlaştırıp yalaka-kılıbık yapmak ve
kadınları da erkek-ev reisi yapmak daha doğrusu aileyi felç ve helak etmek
çabasında olmalarıdır!…
3)Ve bu tür kadınların üçüncü bir ortak özelliği de; ne kadar ünlü ne
kadar paralı veya ne kadar okumuş olsalar, yani kendi deyimleri ile ne kadar
da “çağdaş” olsalar bile asla bir Mason Locasına üye olamayacaklarıdır!…
Evet, bilindiği gibi askerlerden akademisyenlere ve iş adamlarına ve bilim
ve sanat adamlarına kadar her kesimin “eliti” Mason oluyor genelde. Fakat
Erkekleri… Kadınlar mason olamaz! Neden?…
Masonluk İlluminati ve benzeri kurumlar kendilerinin “dinler-kültürler üstü”
olduklarını ve de “laik” ve “hümanist” olduklarını savunurlar ama
ilkelerinden söz ve ritüellerine sembollerine dek her alanda buram buram
YAHUDİLİK kokar ve en rütbeli en dereceli masonların hep Yahudi kökenli
olduğu bilinir. Ve malum, yahudilikte kadın hem ikinci sınıf insandır hem de
kadına güven olmaz. Hiç birisine! Bu yüzdendir ki kadın mason yoktur! Bir
kadın bir mason locasına ancak boş iken ve de temizlikçi olarak girebilir o
da muhal.. Lions dediğimiz Masonluğun gençlik-alt kuruluşlarında bile kadın
yoktur, sadece kadınlar için Lioness denen “kadın lions” açılmıştır..
Son dönemde kadın masonlar varsa da bunun sebebi artık daha fazla uyutamamalarıdır
insanları kadın düşmanı ve kadına güvenmeyen ve kadını aşağı gören bir yapıda olmadıkları
hususunda.. Yoksa, göstermeliktir bu sadece bir iki locada ve de sözde bir kaç kadın mason..
Ne sır verirlerne de mühim iş..Belki fahişelik yapıyorlardır o kadın masonlar locada o başka..
Bir kere batıdaki hiç bir locada ve türkiyede çok locada kadın yasaklıdır..
Şimdi; diyorum ki; İslamda kadın haklarını sorgulayan bu üstte saydığımız
kadınlar; önce gitsin de Masonluk ta neden kadın olmadığını sorgulasınlar!
Ama avamca ve argoca dersem eğer: sıkar biraz.. Sıkıysa ağız açsın da
masonlukta kadına neden yer olmadığını sorgulasınlar!!!
Ve unutmayalım ki bu masonik rejimde kadına yer yok! Peki bu olanlar ne?
Bunlar yahudi asıllı olmalarından dolayı yırtıyorlar son anda! Yani bu ünlü
kadınların hepsi de Yahudi asıllı oldukları için böyle ötebiliyorlar. Onlara
da mason olmamakla birlikte verilmiş bu tür ifsad edici görevler var yerler
var!!! Zaten yahudi asıllı olmak yeterlidir elit olmak için. Fakat tekrar
ediyorum, bu yahudi asıllı ve “görevlendirilmiş” kadınlar bile, kendilerini
paralasalar bile mason rotary lions olamazlar!! Ve buna rağmen gelip İslam
Milletindeki kadınları kendileri gibi fahişeleştirmek istiyorlar…
Akıncı-Zülfikar
MUMLAR KİMİN İÇİN SÖNÜYOR ?…
“Dünyanın en önemli Sümeroloğu Muazzez İlmiye Çığ(muhtemelen aile içindeki
asıl adı Moises El-Maya gibi bir şey), bir kitabında “Türbanı
ilk takanlar Sümer’deki fahişelerdi” diye yazdığı için mahkemeye verildi.
“Örtünme milattan önce de vardı ama din değil kadının toplumdaki durumunu
belirlemek için” diye konuşan uluslararası bilim (!) insanı şimdi
1Kasım’daki duruşmasını bekliyor… 92 yaşındaki Muazzez İlmiye Çığ,
‘Vatandaşlık Tepkilerim’ isimli kitabında Sümerler’de fahişeliğin kutsal bir
iş olarak kabul edildiğini, kendilerini, tanrı namına bu işe gönüllü
olarakadayan bu kadınların diğer kadınlardan ayrılsın diye başörtüsü
takdığıyönünde açıklamalarda bulunmuştu… Çığ, için ‘Halkı Kin ve
düşmanlığatahrik etmek ve aşağılama ile hakaret’ ettiği gerekçesiyle dava
açıldı. 1Kasım 2006’da İstanbul’da hakim karşısına çıkacak Çığ hakkında 1,5
yıl hapis cezası isteniyor…” (16.10.2006-Hürriyet )
Şu habere bakın! Daha sonra beraat etti Moises El-Maya(asıl adı bu tür bir şey.) orospusu!
Ve dahası, Çankayada, führerin karısından ödül aldı. Mosises fahişesi şimdi de
çıkmış “ille de camilere sex odası isterim” diye tutturmuş! Kafayı sexle bacak arası ile
bozmuş çoğu yahudi gibi.. Normal. Bu insanların mazisi mum söndüleri malumdur..
Bu kadın da tıpkı “HAYDİ KIZLAR SOKAĞA kampanyasının baş
mimarı veya kuklası olan prof.Türkan Saylan(Sailan) veya Üniversitede başörtülülere
Kemoterapi(kemalist-terapi) yapılan “İKNA ODALARI” nın baş mimarı Prof.Nur
Serter gibi aslen Yahudidir! Ve Muazzez İlmiye Çığ ın iki kızının ismi de
yahudi ve sabatay yahudi ailelerde sıkça rastlanan tipik yahudi isimlerden;
YÜLMEN ve ESİN… Moises hanım; çık bana yahudi olmadığını isbatla ben de
hata ettim diyeyim! Yülmen gibi bir yahudice adın manasını ve maksadını söyler misin?
Aslını neslini, 3-4 kuşaklık cedlerini ve memleketlerini ve mesleklerini yazabilir misin?
Bu konuyu açamazsın bile! Neden bu İbranice isimleri kullanıyorsunuz?
Demek isterim Moises yahudisine!
Ve asıl Gerici ve de sapık kendi ailesidir!! Dediği doğru olabilir, Çok
çeşitli dönemler devirler yaşamış olan Sümer toplumunda veya bir döneminde
mabedlerdeki fahişeler başörtülü olmuş olabilir. Başörtü tek başına İmanın
islamın sembolüdür deyen kim ki? Unutmayalım ki sabatayist ailelerde de en
azından Kapancı ve Karakaş grubunda mum söndü dediğimiz ayinler olurdu
senede bir gün. ve hala da var olabilir. Ve Sabataycı yahudilerin inanışına
göre Mesih-Sabbatai Sevi bir gün böyle bir ayinden peyda olan piçlerden
birinde tecessüm edecek ve dünyaya gelecek…
Demek ki Eski sümer komünal fuhşuna ve sapkınlığına gerileyen-dönen bu
dönmelerdir! Asıl “irticacı” bu beyinsiz Sabatayist sülalelerdir. Ve Muazzez
İlmiye Çığ önce yaptılarsa mum söndü, kendi ailesini kendi soydaş ve
dindaşlarını ve yaptı ise eğer mum söndüye katıldı ise şayet önce kendisini
sorgulasın! Zira 5000 sene önceki beyinsizlerin sapkınlığına cehalet ve
ahmaklığına düşen gerileyen asıl irticacı bu Yahudi-Sabatayist muhtemel mum
söndü piçleridir!!! Bu alçakların ataları daha 5 asır evveline kadar İspanya
dan getirtip karnını doyurduğumuz Sefarad aç köpek idiler, sonraları sapık
din yahudiliğin daha da sapık versiyonu olan Sabatay Sevi mezhebine
girdiler.
Ve herkes bilir ki, Sabatayistlerin Karakaş ve Kapancı kollarında MUM SÖNDÜ
dediğimiz “kuzu gecesi bayramı” veya “dört gönül bayramı” adıyla da anılan
komünal fuhuş vardır! Ve o geceden doğan piç de kutsal kabul edilir ve
beklenen sabatay sevinin tecessüm etmesi umulan mesih de bu piçlerden biri
olacakmış inanışa göre…
Kendileri MUM SÖNDÜ PİÇİ olan nice yahudi ve sabatayist yahudi çıkmış kah
islama kah başörtüye kah ahlaka nasıl da saldırıyor!!!
Bu olası mum söndülerden biri de “İslamcılar Atatürkten ne istiyor ! Atatürk
omasaydı babamızı bile bilmezdik! Hiç değilse babamızı biliyoruz!” diye bas
bas bağıran ve kuyruk acısından sonra kanal kanal gezip ciyaklayan Nurettin
Veren dir. Fethullah Gülen in 30 senelik sağ kolu olan Veren, aslen İzmirin
Kapancı ailelerinden geldiğini kendi bizzat söylüyor..
Yine bir diğer muhtemel mum söndü piçi de Orhan Pamuk tur. Aslen Yahudi
Sabatayist yahudi olan Pamuk, Ermeni ve Kürtler hakkında çok doğru şeyler
söylüyor fakat bütün o olanların baş mimarlarının kendi dedeleri olan “Gizli
Yahudiler” olduğunu, ermenileri ülkeden sürerek bütün pazarlara bütün
ekonomiye yahudilerin ; (koç sabancı eczacıbaşı konukoğlu mardini demirel
koyuncu ipeker bezmen ler dikmen ler erkmen ler yalman lar …vs) yahudi ve sabatayist
yahudilerin hakim olduğunu söylemiyor asla da söyleyemez!
Yine vatan-millet edebiyatıyla güya dillere destan bir çaba ortaya koyan bir
başka yahudi de; milliyetçiliğin baş mimarı ve de atsız ve gökalp
yahudisinin üstadı Selanikli Moiz Kohen(tekinalp) tir. Veya Yine aile içi
sapıklıkların çokça rastlandığı yahudilik dininden biri de sol un
kurucularından olan Mihri Belli ve Lehistan yahudisi Nazım Hikmet Ran
Borjensky tir. Gördüğümüz gibi bu ülkede solun da sağın da islami kesimin de
başında ya da en önemli yerlerinde hep yahudiler var vesselam(Nurettin
Veren, Nazım Hikmet, Moiz Kohen birer misal sadece. Daha yüzlercesi
var..)…
Allah Peygamber ve ahlak ve kültür ve insanlık düşmanlarına dikkat !
Bilhassa da mum söndü piçlerine….
Akıncı-Zülfikar
TANRININ OLMADIĞI YER
Basında geçtiğimiz yaz yayınlanan bir haber hakkında başka bir açıdan
bakarak bir iki kelam edeceğim; Eski Bodrum Kalesi’nin ‘Gatineau Kulesi’
adlı İşkence ve Hapishane kısmında yazılan TANRI NIN OLMADIĞI YER yazısı
bilindiği gibi Saint Jean Şövalyeleri tarafından yapılmış ve yazılmıştır. Bu
Şövalyeler ‘Tapınak Şövalyesi’ olup bir anlamda Salahaddin Eyyubi hz nin ve
Malik Baybars hz nin kılıç artıklarıdır…
SATANİST-SİYONİST Yahudilerin çırağı olan Tapınakçıların Haçlıları,
Salahaddin Eyyubi hz nin “Hıttin” gazasından sonra Kudüs ü kaybetmişler ve
bir daha da asla geri alamamışlardır. Ve sadece Akka Kalesi ve Antakya-Akka
hattındaki belli bir sahil şeridinde yaklaşık seksen sene kadar daha
varolmuştur Haçlı devleti. Daha sonra da Sultan Baybars hz. Moğolları
yeneceği “Ayn Calut” gazasını yaptığı dönemlerde bu Tapınakçıların da kökünü
kazıyor ve Akka yı da Antakya yı da diğer tüm sahil kalelerini de geri
fethedip ortadoğuda Haçlı-Tapınakçı varlığına tamamen son veriyor…
İşte Salahaddin ve Baybars dönemlerinde yedikleri okkalı tokatlardan sonraki
dönemde Tapınakçılar Ege Akdeniz ve Avrupa ya kayıyorlar. Rodos kalesi,
Bodrum kalesi, ve sair bir çok kale ve şatolarda varlık göstermeye devam
ediyorlar. İşte Halife-Sultan Süleyman Hz dönemlerinde deryaların sultanı
müminlerin ümidi, Hızır gibi imdada yetişen Barbaros Hızır Hayreddin Reis hz
nin abisi Oruç Reis şövalyeler tarafından esir alınır ve bu kaledeki bu
kulede tutulur. Tabi ki abisini kurtarır Hızır Reis. Bir rivayete göre de
oruç reis hz bir yolunu bulup kaçar. Fakat bu Rodos un merkez olduğu bir çok
Ege ada-kalesi hep Tapınakçıların elindedir ve tam bir fitne yuvasıdır. Çok
geçmeden Süleyman-Barbaros ikilisi kara ve deniz Akınları ve kuşatma
sonucunda bütün Anadolu ve Ege sahillerini fethederler. Bu gaza sırasında
Bodrum da teslim alınır. Ve Bodrum Kalesi içinde Süleymaniye Camii dediğimiz
cami yapılır.
Günümüzde o cami hala hayattadır ve aslına uygun olarak tamir edilmiş fakat
ibadete izin verilmeyip, Ayasofya’da olduğu gibi, “müze” yapılmıştır. Ee,
İslamın ve Müslümanların “müzelik” olduğu bir zamandayız.
Dönelim Bodrum Kalesi’ne ve işkence kulesindeki yazıya. Yaklaşık 4 asır
sonra… Satanist-Siyonist Masonik ve Sabatayist ve Yahudi yapılanma olan
İttihat ve Terakki , Halife-Sultan Abdulhamid hz’ni türlü hile ve ihanetle
tahtdan indirmişlerdir. Ve İttihat çılara muhalif olan bir çok insan
birtakım derin devlet mahzenlerinde ve bazen de aleni karakollarda işkence
ve hapis zulüm ve katl görmektedir. İşte aynı Tapınakçı çizgide-inançta olan
Şeytani ‘İttihat Terakki’ de; işkencehanelerinde o malum sözü biraz daha
genişleterek söyler-yazar; -haşa- BURADA ALLAH YOKTUR..
Daha sonraki Satanist-Siyonist Laik Rejimin de Terörle Mücadele Şubeleri ve
Askeri “İşkencehanelerinde” de bu sözü biraz daha genişletilmiş olarak göreceğiz
senelerce yazılacak söylenecek yer yer hala da devam ediyorlar demeye; -haşa-
BURADA ALLAH YOKTUR, PEYGAMBER DE İZNE AYRILMIŞTIR! Bu hakaret ve kafirlik
bir gerçek. Nice solcu sağcı İslamcı bir çok insan gerek askeri gerek polisi
işkence-hapis hanelerde bu söze tanık olmuşlardır!!!
Bu ülkede Deniz Gezmiş ya da Yusuf Aslan, Hüseyin İnan; Mustafa pehlivanoğlu ya da Yozgatlı
Çapanoğulları, Bayburt lu Şeyh Eşref, Şeyh Said Kürdi, Atıf Hoca, Hüseyin Velioğlu, Metin Yüksel,
ve daha nice er yiğit insan bu yahudi mum söndü piçlerinden, bu sistemden bu rejimden büyük
zulüm görmüştür ve hepsine de saygımız vardır!! Bu ALLAH sız rejim
kimi haksız yere harcamışsa onun mağduriyeti noktasında yanındayız..
Bir ek daha; Ahmet Varol Beyin sitesinde de arşivde hala vardır bir haber
vardı, geçen yazın bir Hamas liderini tutukluyor Abbas-Dahlan’a bağlı
özerk(köpek) yönetimin münafık polisleri. Ve adamın gözü bağlıyken hayvanca
şerefsizce işkence ediyorlar. Ve Hamas lı abi diyor ki: “…biri MISIR
aksanı ile konuşuyordu öbürü FİLİSTİN aksanıyla. Bir ara -haşa- BURADA ALLAH
YOK dediler…” Dikkat edin, anladığımız kadar ile Mübarek tağutu ile Abbas
tağutu Mossad ile birlikte çalışıyorlar istihbarat işlerinde. Ve o küfür
söz, bize hemen buradaki LAİK TÜRKİYE deki şube ve kışlaları hatırlatıyor.
Bunun sadece bir tesadüf olduğunu düşünmesin kimse! Bu slogan asırlardır var
olan Kabbalacı-Tapınakçı Satanist şeytanist slogandır onların klişe
sözlerindendir. Ve nerede bir Satanist-Siyonist sistem varsa orada bu küfür
sözü görebilirsiniz. Hepsi aynı lağımın sinekleri çünkü…
Biz Hizbullah, ALLAH c.c.ün var olduğunu da birliğini de, MUHAMMED a.s. ın
Hak ve Hakikat olduğunu da yakında Hizbüşşeytan olan Satanist-Siyonist dünya
düzenine ve yerli kuklaları olan “emir kulları” na göstereceğiz!!! Daha
önce Salahaddin Eyyubi, Malik Baybars, Halife Sultan Süleyman,
Barbaros Hayreddin Reis, İmam Humeyni, B. Said Nursi,
İmam Hasan el Benna, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Şeyh Said eli ile
gösterdiğimiz gibi!!!
Akıncı Zülfikar
İslambol
BeğenBeğen
[…] iten budur. 301. den yargılanmayı göze almak gerçek risk değil aslında karlı iştir. (bkz Akıllı Stratejistler: Pamuk, Yahudiler ve Ermeniler […]
BeğenBeğen
arkadaşlar onlar bize düşman onlar faşist onlar komunist onlar satılmış diye hiç kimseyi suçlamaya hakkınız yok. ETİKET MAKİNESİ olmuşsunuz herkese bir damga yapıştırıyorsunuz. Şimdi bana da din düşmanı Allah’sız bilmem ne diyeceksiniz. Hayır hiç birisi de değilim bence ilk başta kendi zihinlerinizi temizleyin orhan pamuk u neden söylediği iki laf yüzünden değerlendiriyorsunuz ki Orhan Pamuk’un kitabını okuyun onda oryantalizm vb. gibi konuları tartışın. Türkan saylan konusunda konuşmak istemiyorum öldü gitti zaten öbür dünyada verecek hesabını inandığımız dine göre arkadaşlar hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak.. arkadaşlar medyadan duyduğunuz ya da belli bir kesimin oyuncağı haline gelmiş medya gruplarını (Zaman,Samanyolu,Atv,Doğan Medya Grubu) gibi yayın organlarından takip ederseniz hiç bir sonuca ulaşamazsınız.Çünkü her zaman şu din düşmanı şu başörtülü diye kışkırtılırsınız zaten yapmak istedikleride bu siz ona buna yahudi kökenli diyorsunuz peki soruyorum size Zaman grubununun yapmış olduğu ne yahudilikten fazla birşey yaptıklarını düşünmüyorum ülkeyi sürekli ayrıştırıyorlar. Arkadaşlar bugün batıcılığı savunanlar islamcılar neden onlara karşı bu kadar susuyorsunuz çıkıp haykırın bunları sol yapsa batıcı dersiniz atarsınız bir kenara Allah aşkına açılımmış öyle bir şeye gerek var mıydı ki ne zamana kadar düşmandık türk kürt ayrımı ne zamana kadar vardı ben diyarbekire gittim esnaflardan da alış veriş yaptım ve gündemdeki meseleeleri konuştum va bana bizim türklerle neden sorunumuz olsun ki diyor. Orada bir sorun varsa pkk dir kürt halkı değildir. o sorunda çözülmüştür. nerde eskiden yapılan o köy baskınları günümüzde nerede bir köy basılıp 500-600 kişinin öldüğünü gördünüz. 90-96 yılları arasını bir hatırlayın 10bine yakın sivil-asker öldü hani şimdilerde varmı tsk pkk terör örgütünü orada bozguna uğrattı. ama tek tsk değil bütün türkiye yendi bakın arkadaşlar anlayın artık biz böyle kitap okumadıkça cahil kaldıkça bizleri böyle yönetiyorlar. Ama tek okumak da yetmiyor. Vicdan sahibi düşüncelerinde hür kendi kararını başkalarının etkisi altında kalmadan verebilen kararını verirken de benim muhafazakar arkdşlarımla düşman olurum benim laik arkadaşlarımla düşman olurum diye düşüncelerini açıklamaktan çekinmemeli beni yakında tanıyacaksınız 10-15 yıl sonra büyük bir sosyolog olarak site güzel seviyeli bir site özgür düşünceyi temsilen yazdım bana karşı da çıkabilirsiniz buyrun tartışalım ama seviyeli olarak ona küfrederek o islamcı ben onla konuşmam dememeliyiz.oturup aynı masanın etrafına herkes kendi düşüncelerini açıklamalı. Teşekkürler…. İletişim sosyolojisi üzerine yazılmış pekçok kitap var onlardan başlarsanız iyi edersiniz
BeğenBeğen
http://www.keremdoksat.com/2008/06/20/buyuk-kulup/
14 Haziran 2008 tarihli “VAKİT” gazetesinde acayip bir yazı çıktı, önce onu aktarayım… Midenizi bozmamak için Türkçe hatalarını tashih ettim.
***
Gerçek Kurtlar Vadisi’inde Sabetaycılar’ın yönetici, mafya konumundaki alttakilerin günah keçisi, sıradan işçi olduğunu pek az insan fark edebiliyor. Soner Yalçın “Efendi” adlı kitabını boş yere yazmadı. Bu kitap çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar çıkamayan, hâin, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sabetaycılar’ın, Türkiye’nin AB’ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimidir. Bu vitrini hazırlamak Yalçın’ın deyimiyle “dincilere” bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Yalçın’ın gayretkeşliği bu yüzdendi. “20. yüzyılda Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail’dir” diyen Sabetaycılar’ın ülkemizde kurduğu gerçek Kurtlar Vadisi’ni okumaya hazır olun…
Derin devlet konusunda “Millî Stratejik Konsept” adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski MİTci akademisyen dostum Doç. Dr. Nurallah Aydın’ın anlattıkları aslında “off the record” idi. Artık yazmak zorundayım. 33. dereceden mason olan Süleyman Demirel’in en önemli özelliği MİT’de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zâten anlattıkları intikam içindi. Sabetaycılar’ın “bizdendi” diye sâhiplendiği Atatürk, mason localarını kapatmıştı ve komünist yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selânik’ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve paralı Sabetaycılar’ın Türkiye cumhuriyeti ve inkılâplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile olsa Atatürk’ün ucu dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkâr edilemez. Zâten Türkiye’nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk’ün ölümünden sonra TL’ye resmini bastıracak kadar hoyratlaşan İsmet İnönü’nün hediyesidir. Eşi Mevhibe Sabetaycı’dır aynen Bülent Ecevit’in eşi Rahşan gibi. Sabetaycı Yakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi İpekçi’lerden bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler, bizi hep bizden uzaklaştırdı. Bir yandan kültürel yozlaşma bir yandan asıl güçlerini barındıran iş dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. Siyaseti onlar belirledi ve ek olarak medya-mafya-asker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi onlar fişekledi.
Nurallah Aydın’ın dilinden işte müthiş gerçekler:
Derin devlete alnı secdeye değeni almazlar. Hiyerarşik bir yapılanmaya sâhip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya lâik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey’de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz (Korkmaz Yiğit’in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar, Hayyam Garipoğlu’nun danışmanı Teoman Koman, Fenerbahçe Cumhuriyeti’nden Atilla Kıyat gibi) 28 Şubat irticaya karşı mücadele değil, İstanbul dukalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provokasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sâhibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır.
Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet, sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, kirli sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakit’tir. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Bir dönem Sebataycı Güneri Civaoğlu parlatılır, bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Sebataycı Dinç Bilgin’in gazetesi Sabah’ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit’in bâzı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücüler’e 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihâle edilir. MİT’in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas ikilisinden Mehmet Ağar- Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk’ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyecanlı sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür.
Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycı’dır ve derin devletin bilgisi dâhilinde olmuştur. Eğer derin devletin mafya kasası, tefeci Yahudi Nesim Malki öldürüldüğünde İsrail’in 2 milyar Doları kaybolmamış olsaydı, Kurtlar Vadisi bu denli karışmayacaktı. Mossad seri suikastlarla tahsilâta başlamasa idi ne Türkbank skandalı ortaya çıkar, nede bankaların hortumlandığını kavrayabilirdik. Çakıcı- Yiğit- Mesut Yılmaz-Güneş Taner bağlantıları saçılırdı. Mossad, para derdine kendi ayağını vurmuştu. Bu ülkenin 50 milyar Doları’nı bankalarda batıranların arkasında gizli bir örgüt yapılanması aranmalıydı. Derin devletin haberi olmadan bu kadar soygun yapılamazdı. Bâzılarına göre bu gizli örgütün adı Ergenekon’dur. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Yalnız tek farkı Mossad’ın katkılarıyla örgütlenme Sebataycı eksenli masonik bir temelde gelişmişti. Çıkarları için sağ el veya sol el fark etmiyordu. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye yaparak “Türkiye Türklerindir” diyen gazete medyadaki ana üsleriydi; dolayısıyla Koç Grubu’nun çıkarları Türkiye’nin çıkarlarından önce geliyor. Kemalizm ve lâiklik oyuncaklarıyla Sebataycı örgütlenmeye karşı çıkanlar yok ediliyor veya sindiriliyor.
Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün ülkemizdeki yasal adı “CIRCLE D’ORIENT” – “Büyük Kulüp”. İngilizce isminde geçen “Circle” aynı zamanda Tapınakçılar’ın yurtdışındaki yayın organının ismidir. Siyonizm, Sebataycılar ve Tapınak Şövalyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist Tapınağı Tarikatı’na kadar uzanır. Üstad-ı Âzamlarının unvanı “Denizci’dir”. Güven Erkaya’nın bir dönem başkanlığını yürütmesi sâdece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramiralı ve 12 Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent Ulusu, uzun süre Büyük Kulüp’ün başkanlığını yürüttü, hâlen üyedir. Onun döneminde üye olan meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş’ın efsanevî başkanı Süleyman Seba sayılabilir. Hakkındaki onca delile rağmen beraat ettirilir. Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa âlem karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Sinan Engin sâdece tâlimatı yerine getirmiştir. İngilizcesi’yle “MORAL REARMAMENT-MR”, Türkçesi’yle “MANEVÎ CİHAZLANMA TEŞKİLÂTI”nın kökleri dışarıdadır. Tapınakçılar’ın, zuhuruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan) Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da “Oxford Group” olarak tesis edilir. Buchman daha sonra, İngiltere’de EVANJELİK olur; yani Bush oğlu Bush’un, “Yeni Dünya Düzencileri”nin mezhebine duhûl eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hâttâ oranın bir sokağında, “Asmalı Mescid” vardır; aynı sokakta, “B’NAI B’RITH-AHDİN KARDEŞLERİ” teşkilâtı, “FAKİRLERİ KORUMA DERNEĞİ” adı altında faâliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta, “MANEVÎ CİHAZLANMA TEŞKİLÂTI” da faâliyete başlar. “Toplum faydasına dernekler” listesinde olup, vergiden muaf ve üste “bütçe”den para da alan bu -bu iki- derneğin kurucu başkanı, Prof. Dr. FAHRETTİN KERİM GÖKAY’dır… 33. dereceden mason olan bu adamın, Göztepe-İstasyon durağındaki köşkü teşkilâtın toplantı yeri idi; şimdi dikkat, bir başka toplantı yeri ise İSMAİL AĞAR’ın, Kadıköy’deki köşkü… Bu adam, 60 ihtilâlinde idam edilen F. R. Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya’nın Ortodoks ibâdetine açılmasını istiyor. Heybeliada’daki Ruhban okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacak.
Bu teşkilâtın bir diğer üyesi ise, HAZIM ATIF KUYUCAK; bu adam, “Supreme Konsul’de Türküye Masonlarını temsil eden iki kişiden biri; diğeri de “Ceza”cı meşhur dönme Sahir Erman…Celâl Bayar, Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, İ. Sabri Çağlayangil, bunun “altında” olan adamlar… Bu “Manevî Cihazlanma Teşkilâtı”nın bütün üyeleri aynı zamanda “Büyük Kulüp’ün” üyeleri…
Bu BÜYÜK KULÜB’e kimler üye… Gündüz Kılıç, Bülent Ulusu, Cevher Özden (Banker Kastelli), Ali Rıza Çarmıklı, A. Emin Yalman (Tek Dünya Fikrini Yayma Cemiyeti’ni dahi kurmuştur.), Ömer Çavuşoğlu, -kardeşi- Nazlı Ilıcak ve kocası Kemal Ilıcak, Nejat Eczacıbaşı, Sabri Ruso, Duran Kalkan (99’a kadar 13 sene başkanlığını yapmış), Çetin Emeç, Ahmet Fevzi Ellialtıoğlu (devşirme, babalarından biri Yeniçeri Ocağının “56. Ortası”na mensub), Saadettin Bilgiç, Gazanfer İlge, Atalay Coşkunoğlu, Yuda Leon Cukran, Mehmet Emin Karamehmetler, Ümit Aslan Utku, Nejat Tümer (emekli Oramiral), Enver Necdet Egeran (Muhteşem Salomon’a “Mason değildir” belgesi veren TPAO’nun yıllarca başında oturmuş adam), Başaran Ulusoy, Selçuk Maruflu, (ANAP’lı, “Arı Grubu”, “Finans Klüp” ve “Mülkiyeliler Birliği” üyesi, DPT ve Eximbank’ta uzun süre çalıştı), Raif Dinçkök, Adem Ceylan (meşhur Ceylan Holding’in “para işlerine” bakan üyesi, bu âile eski İstanbul Emniyet Mdr. Hasan Özdemir ile eski Mly. Bkn. Masum Türker’i parmaklarında oynatırlar ve “iş” takibi yaptırırlardı) Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şerif Egeli vesaire…
Hâfızanızı tazeleyeyim, Büyük Külüp’ün ismi, “Susurluk” mes’elesinde de geçmiş, hâttâ Başkanı Duran Kalkan gizlice giderek ifâde bile vermişti. Derin devletin iki Yalçın’ını (Küçük ve Soner’i) Sebataycılar’la ilgili yazdıkları kitaplarda “maksatlı” bulmamın sebebi, “Geyik” muhabbeti ile kulaklarına üflenen malûmatları “deve” yapmaları ve bu sâyede de Kemalist Oligarşi’nin hayatta kalması için “saf Müslüman avına” çıkmaları…
Büyük Külüp’ün 2003 tarihli yönetim listesini isteyenlere gönderebilirim. Bunun temininde İstanbul Sevi’nin (Sandal’daki) katkısı mevcut, müteşekkirim.
“BÜYÜK KÜLÜP” İDARE HEYET YÖNETİM KURULU: BAŞKAN: DURAN AKBULUT Sanayici, GÜNDÜZ KAPTANOĞLU Armatör, Türk Armatörler Birliği Koop. Bşk. ERCAN TARGAY Bankacı, TEVFİK ALTINOK Hazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı, M. OKAN OGUZ Sanayici, İhracatçı (TİM Eski Başkanı), RIDVAN KARTAL Avukat, Ekonomist, Armatör YAĞIZ DAĞLI Hukukçu, Uluslararası Av. Birliği Yön. Kur. Üy., ERGUN EREZ İnş. Müteahhidi, FERİDUN PEHLİVAN 19. ve 20. dönem Bursa Milletvekili, MEHMET ÖZCAN Sanayici, NURİ BAYLAR İşadamı YEDEK UYELER: PERVİZ ZEKIOĞLU Sanayici, O. TAYLAN KENDİRLİ Ekonomist, ÇETİN YENTUR Bankacı, İNAN ŞEFKATLİOĞLU Sigortacı, HANDE YILMAZ İhracatçı, MURAT NUMAN ERDEM Ekonomist, NEVHAN GÜNDÜZ İşletmeci.
BALOTAJ KURULU: ALİ RIZA ÖZKAN Sanayici, METİN SELÇUK Bankacı, Halkbank Eski Gn. Md. Yard., AHMET MALAZ Sanayici, MEHMET SEREN DİNÇLER Avukat, AHMET BEDRİ İNCE Armatör, KOPTAGEL İLGÜN Prof. Dr. Eski Başhekim, SELÇUK GÖKÇE İhracatçı, HASMET OLGAÇ Kimya Mühendisi, MELİH TAVUKCUOĞLU Müteahhit, RIZA DEDEHAYIR İşadamı, AHMET ÖZBİLGE Yönetici, ADEM CEYLAN Sanayici, MİŞEL GÜLÇİCEK Sanayici, BURHAN SARGIN İşadamı, UGURMAN YELKENCİOĞLU Yönetici, Tofaş Eski Gen. Md.
***
Büyük Kulüp’ün web mekânı olan http://www.buyukkulup.org.tr/ adresine girince şu ifâdeyi göreceksiniz:
Tarih : 2008-06-17 17:55:33
DUYURU…
BÜYÜK KULÜP
(Cercle d’Orient)
DERNEĞİ
1882
17.06.2008
Sayın Üyelerimiz;
14 Haziran 2008 tarihli “VAKİT” gazetesinin manşetinde yer alan “ Paşa’ya 3 soru “ yazısında BÜYÜK KULÜP DERNEĞİNİN tüzel kişiliğine, Dış Kökenli Dernek ve sair aşağılayıcı beyanlar yönlendirerek haksız isnatlarda bulunan ve ayrıca üyelerimizin kişilik haklarına tecavüz, hakaret teşkil eden yazı ve yorumlar sebebiyle, ayni gün tüm önde gelen Gazetelere, Web sayfamızda yer alan yazımız gönderilmiş ve ayrıca aynı yazı Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Sn. İlker BAŞBUĞ’a da iletilmiştir.
Yönetim Kurulumuz 17.06.2008 de yaptığı özel toplantıda;
a-Büyük Kulüp Derneği Tüzel adına Vakit Gazetesi hakkında manevi tazminat davası açılmasına,
b-Suç duyurusunda bulunulmasına,
c-Üyelerin kişilik haklarına tecavüz sebebiyle açılacak davalarda ise dava açma hakkı kişilere bağlı olduğundan, Sayın üyelerimizden dava açmak isteyenlere tüm hukuki yardımlarda bulunulmasına, dava giderlerinin de Dernek tarafından karşılanmasına karar vermiştir.
Vakit Gazetesinin;
Atatürk ilke ve İnkılâplarına, Laik, Demokratik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyetin İlkelerine açıkça tecavüz eden yazısı, Büyük Kulüp Derneğinin manevi ve tüzel kişiliğine karşı saldırısı karşısında dava açma yolu ile tepkisini dile getirmek isteyen üyelerimize vekaletname tanzimi, bilgi ve her türlü hukuki yardımda bulunmak üzere 0216 369 32 70 direkt ve 302 42 72/207 nolu telefonumuzdan Duygu KİPER’e ulaşmanızı rica ederim.
Büyük Kulüp Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Duran AKBULUT
BÜYÜK KULÜP
(Cercle d’Orient)
DERNEĞİ
1882
14.06.2008Vakit Gazetesi,
Sahibi Nuri AYKON,
Sorumlu yazı İşleri Müdürü Ahmet KARAHASANOĞLU,
Yazar Fatih AKKAYA;
14 Haziran 2008 tarihli “VAKİT” gazetesinin manşetinde yer alan “ Paşa’ya 3 soru “ yazısında BÜYÜK KULÜP DERNEĞİNİN hükmi şahsiyetine ve üyelerine yönelik, kişilik haklarına tecavüz ve suç teşkil eden saldırı sebebiyle aşağıdaki hususların bilginize sunulması gerekmiştir.
Kulübümüz 1882 yılında Yabancı Büyükelçiler tarafından İSTANBUL’DA kurulmuş olup, Cumhuriyetimiz ilanından sonra da Büyük Kulüp adını almıştır. Bu süreci takip eden zamanda, Medeni Kanun ve o tarihlerde yürürlükte olan Dernekler Kanunu hükümlerine göre yasal faaliyetlerini bugüne kadar sürdüren BÜYÜK KULÜP DERNEĞİ 2006 yılında yürürlüğe giren yeni Dernekler Kanuna göre, halen de faaliyetlerini İSTANBUL ‘da devam ettirmekte olup, DIŞ KÖKENLİ değildir.
Öncelikle Dernek Tüzüğümüzün 2. maddesinde yer alan Derneğin amacını tekrar etmekte yarar görmekteyiz.
Derneğimizin amacı, LAİK, DEMOKRATİK, ÇAĞDAŞ TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TEMEL DEĞERLERİNİ KORUMAK, ATATÜRK İLKE VE İDEALLERİNİN ÜLKEMİZDE SONSUZA DEK YAŞATILMASI İÇİN FİKİR VE HİZMET ÜRETMEK ve aynı maddede yer alan diğer amaçların doğrultusunda çalışmaktır.
Derneğimizin bu amaç ve çalışmaları dışında her ne şekilde olursa olsun siyasetle uğraşamayacağı ve derneğe ait mekânlarda siyasi toplantılar düzenlenemeyeceği de Tüzük hükmüdür.
Yandaşlığını yaptığı ilkelerle, Derneğimizin amaç ve ilkelerine tamamen yabancı olan, açıkça karşı çıktığı Laik, Demokratik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerini koruma amacına ve daha önemlisi Atatürk İlkelerine aykırı yayın yapan Vakit Gazetesinin kimliği kamuoyu tarafından açıkça bilinmektedir.
Bunun en yakın belirtisi ise; 14 Haziran 2008 tarihli gazetenin alt manşetinde yer alan “Önce İşkence, Şimdi Linç” başlıklı yazıda Humeyni hayranı, Atatürk karşıtı Nuray Bezirgân isimli kişinin haberini yandaş yorumlarıyla beraber vermesidir.
Türk Ordusunun şerefli bir Orgeneraline açıkça saldıran gazetenin, aynı manşet altında Humeyni hayranı kişiyi övmesi, savunması gazetenin siyasi kimliğini açıklamakta olup, tarafsız yayın ilkeleriyle de bağdaşmaz niteliktedir.
BÜYÜK KULÜP DERNEĞİ sosyal bir kulüp olup, 6000 üyesi bulunmaktadır.
600’e yakın üyemiz Devlet’e hizmet etmiş, Müsteşar, Genel Müdür, Vali, Emniyet Müdürü, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Üyeleri, Hakim ve Savcılardan,
50 civarında üyemiz Eski Büyükelçiler,
60 civarında üyemiz Eski ve Yeni Genel Kurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları ve Korgeneral ve Koramiraller,
400 civarında üyemiz Başbakanlık, Bakanlık, Milletvekilliği yapmış eski ve yeni Parlamenterler,
2500 civarında üyemiz Rektör, Dekan, Profesör gibi kamu görevlileri ve Avukat, Kimyager, Eczacı, Mimar, Mühendis ve emsali Serbest Meslek sahipleri,
650 üyemiz Sanayici ve İşadamı,
600 civarında bayan üyelerimizden,
1100 üyemiz 18–33 yaş arası üye çocukları sıfatıyla üye olan yüksek tahsilli, istikbal vadeden genç üyelerimizden müteşekkil olup, ayrıca Basın ailesinden de 18 üyemiz mevcut bulunmaktadır.
Üyemiz olmalarından onur duyduğumuz mensuplarımız arasında Genel Kurmay Başkanlığı yapmış E.Org.Sn. Hüseyin KIVRIKOĞLU, E.Org.Sn. İsmail Hakkı KARADAYI, E.Org. Sn. Hilmi ÖZKÖK, Genel Kurmay Başkanı Org. Sn. Yaşar BÜYÜKANIT da halen üyemiz olup üyelikleri ile Büyük Kulübe onur vermektedirler.Derneğimiz Kadıköy’de faaliyette bulunup, 1. Ordu Komutanlığı görev bölgesi içindedir. Tüzüğümüze göre 1.Ordu Komutanı görevinde bulunan komutanlar Derneğimizin tabii üyeleri olup, göreve başladıklarında kendileri Yönetim Kurulumuzca makamlarında ziyaret edilerek Dernek üyelikleri önerilmektedir. Gerek Tüzüğümüz ve gerekse Dernekler Kanunu hükümlerine göre üyelik talepleri, Balotaj Kurulumuz tarafından şeklen incelenmekte, Dernekler yasasına göre derneğe verilmesi gerekli zorunlu belgeler (İkametgâh, Nüfus sureti, Adli sicil kaydı) doğrultusunda, Yönetim Kurulunca kabul edilmektedir. Bu prosedür tüm Derneklerde olduğu gibi Derneğimizde de aynıdır. Tüzüğümüz ve Dernekler Kanunu gereğince, üye adayları hakkında güvenlik soruşturması yapılması gibi bir görevimiz ve yetkimiz de mevcut değildir, yazı da bu dahi çarpıtılmaktadır.
Vakit Gazetesinde yayınlanan BÜYÜK KULÜP DERNEĞİ antetli yazı, üyeliğe her kabul edilen kişiye Dernek Tüzüğünün 10. maddesi gereğince gönderilen bir yazı olup, Sayın üyemiz Org. İlker BAŞBUĞ 22.11.2006 tarihli Balotaj Kurulu kararına istinaden Yönetim Kurulunun 09.12.2006 tarihli onay kararıyla o tarihte müracaat eden diğer üyelerle beraber üyeliğe kabul edilmiş olup, kabul yazısı da o tarihlerde görev yaptığı komutanlık adresine gönderilmiştir. Yazıda yer alan ve gazetenin Büyük Kulüp yetkililerinden bilgi aldığı yolundaki beyan da hakikate aykırı olup, adı geçen gazeteye kulüp kaynaklı hiçbir bilgi verilmemiştir.
Sayın üyemiz Org. İlker BAŞBUĞ 1. Ordu Komutanı görevinde bulunmaktaydı ve Sn. Org İlker BAŞBUĞ’UN üyeliği Derneğimize diğer üyelerimizle beraber onur vermektedir.
Bu arada Dış kökenli, masonik bir teşkilat suçlamasında bulunulan Vakit Gazetesi hür ve kabul edilmiş masonlar locası eski Başkanı Kaya PAŞAKAY ve şimdiki Başkanı Salih EVCİLER’İN üyemiz olduğu iddiasındadır. Adı geçenlerle Derneğimiz arasında asıl veya onursal üyelik bağlantısı da mevcut olmayıp, yayıncı kuruluş hakikate aykırı haber yazarak ve 160 mason üyesi bulunduğu iddiasında bulunmuştur.
6000 üyemiz arasında yer alan kişilerin sair bir dernek üyesi olup olmadığını bilmek veya araştırmak, Dernekler kanununa göre BÜYÜK KULÜP DERNEĞİ’NİN görevi değildir.
Kaldı ki;
AKP MİLLETVEKİLİ SN. ŞABAN DİŞLİ , AKP E. MİLLETVEKİLİ VE MİLLİ SAVUNMA KOMİSYONU BAŞKANI SN.CENGİZ KAPTANOĞLU, AKP E. MİLLETVEKİLİ SN. MUHARREM ESKİYAPAN, 22.DÖNEM AKP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ SN.GÜLSEREN TOPUZ, 22. DÖNEM İSTANBUL MİLLETVEKİLİ VE İÇİŞLERİ BAKANI SN. ABDÜLKADİR AKSU VE HALEN AKPARTİ BAŞKAN VEKİLİ SN. MEHMET DENGİR MİR FIRAT DA ÜYELİĞİNDEN ONUR DUYDUĞUMUZ ÜYELERİMİZİN ARASINDADIRLAR.
Yukarıda da arz ettiğimiz gibi Büyük Kulüp toplumun her kesiminin önde gelen şahsiyetlerini bünyesine almış bir büyük ailedir. Bu aile sadece Dernekler yasasına uygun, özündeki amaçlar doğrultusunda faaliyetlerde bulunur ki, bunlardan bazılarını saymakta da fayda görmekteyiz.
1998 senesinde 8 yıllık eğitim seferberliğini başlatan ilk kulübüz. Üyelerimizden, 43 adet okul yaptırıldı, ayrıca o tarihteki bedelle 1 trilyon 100 milyar da toplayarak, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğüne teslim edildi. 43 okulu yapan üyelerimize şiltlerini vermek üzere 8. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman DEMİREL Başbakanımız Mesut Yılmaz, Milli Eğitim Bakanımız ve İstanbul Valimizi kulübümüze davet ederek onurlarına bir gece tertiplenmiştir..
Büyük Depremin ertesi günü Yönetim Kurulu’nu toplayarak İzmit Adapazarı depreminde İzmit Valiliğine verilmek üzere 35 milyarlık İlaç, malzeme ve iaşe ayrıca 40 milyar da nakdi yardım yolladık.
Depremde evlerine giremeyen üyelerimizi ve üye olmayan komşularımızı, 700 civarında insanımızı 5 gün müddetle kulübümüzün bahçesinde ve tenis kortlarında misafir ettik.
Her sene 300 üniversite öğrencisine burs veriyor, 500 kimsesiz ilkokul çocuğunu giydiriyoruz.
Kadıköy Belediyesi’nin kimsesizler yurt binasına 50 bin dolar katkıda bulunduk.
Kadıköy Emniyet Müdürlüğü binası için 20.000 YTL ve yine onların isteği doğrultusunda kapkaç, hırsızlık olaylarının takibi için 4 araba ve 6 adet motosiklet satın aldık.
Her sene kulübümüzde Tenis Turnuvaları, Paneller, Konferanslar, Sosyal ve Kültürel Aktiviteler, Bilgisayar, Lisan ve Briç kursları, Klasik Türk Müziği konserleri düzenlemekteyiz.
Bu bilgileri sunmaktaki amacımız VAKİT gazetesi tarafından yanlı olarak tanıtılmak istenilen Derneğimizin gerçek faaliyetlerini size ve kamuoyuna sunmaktır. 14 Haziran 2008 tarihli Hürriyet gazetesinin 27. sayfasında Sn. Ertuğrul ÖZKÖK’ÜN köşesindeki “ YER GÖZTEPE, ZARF BEYAZ” başlıklı yazıda gayesinin sadece karalama kampanyası olarak nitelendirdiği VAKİT Gazetesindeki Sn Org İlker BAŞBUĞ’UN fotoğraf ve onun hakkındaki yorumları hangi gaye ile yayınladığı kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Derneğimiz; içeriği basın ilkelerine aykırı, kişilik haklarına tecavüz eden yazı ve sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunacak ve ayrıca ait olduğu Hukuk Mahkemesinde de dava ikame edecektir.
Atatürk ilke ve İnkılâplarına, Laik, Demokratik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyetin İlkelerine açıkça tecavüz eden Vakit Gazetesindeki yazıyı ve içeriğini şiddetle kınarız.
Büyük Kulüp Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Duran AKBULUT
***
İmdi, niye bunları mekânıma koydum derseniz… Esas konu da, cevabı da yukarıda, zırvalıklar âşikâr.
Bendeniz de uzun senelerdir Büyük Kulüp’e, Moda Deniz Kulübü’ne, (4.) Levent Tenis Kulübü’ne (burada sık sık Hülya ile karşılaşırız, tenis oynar gibi hareketler yapar) ve Fenerbahçe Spor Kulübü’ne âzâyım.
Bütün buralarda gizli mahfiller vardır; yeraltından girilen özel localarda kedi kesip kanını içtikten sonra Sevi’nin ruhuna dua edip, Türkiye’yi nasıl batıracağımızı konuşuruz. Suratlarımızda hâince sırıtış ve riya dolu bakışlarımızla “daha çok nasıl ihanet edebiliriz” diye tefekkür eyleriz. Arada Sabetay gelir, ruhânî ve dâvudî bir sesle bize mesajlar verir. Bizler de “umbara abdala habda kim” diye döne döne hidayete ereriz (kusura bakmayın, kelimelerin anlamını söyleyemiyeceğim; zâten bu kadar ifşaatta bulunduğum için zâten akşama 50 cc kanımı emecekler 33 dereceli masonlar).
Bunların, bunca zırvalığı yazanların ne utanması ne de ahlâkı var!
Mehmet Kerem Doksat – İstinye – 20 Haziran 2008 Cuma
MKD Güncelleme (09.07.2008 Çarşamba. 17:27): Biraz önce Büyük Kulüp’ten aradılar. Meğer bu yazıyı ciddiye alan bâzı üyeler olmuş. Doğrusu çok şaşırdım. Alenen atılan çamurla dalga geçen, “Bunların, bunca zırvalığı yazanların ne utanması ne de ahlâkı var!“ diye bitirdiğim ironiyi görememişler. Azıcık dikkatle tekrar kıraat edilirse, VAKİT denen zırvalık gazetesinin haberiyle ta baştan “dalga geçtiğimi”, Büyük Kulüp’ün cevaplarını koyduğumu, en sonunda da, üyesi olmaktan şeref duyduğum kulübe atılan çamurlarla istihza eyleyip, iddiaları aşağıladığımı eminim ki alınganlık gösteren üyeler de fark edecektirler. Artık mizah yapmak bile zorlaştı; neyse…
http://www.keremdoksat.com/2008/06/20/buyuk-kulup/
——————————————
Pavlov’un köpeklerinden Can’ın koyunlarına
Can Dündar’ın belgeseli Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşımıza karşı en adisinden bir Şeriatçı karalama örneği değil sadece, dahası da var; bu belgesel Atatürk’ün kişiliğine ve O’nun kişiliğinde var olmuş Türk milletine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneği.
Bu nedenle belgeselin yarattığı asıl tahribatın da bu psikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor.
Ama nasıl?
Can Dündar’ın siyasi referansının tümüyle Şeriatçılar olduğunu görmüştük.
Can’ın psikoloji referansı ise Vamık Volkan adlı bir psikiyatrist.
Nitekim Can Dündar Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği röportajda Vamık Volkan’dan etkilendiğini itiraf ediyor.
İtiraf ettiği etkilenmenin kaynağı bir kitap.
Adı: “Ölümsüz Atatürk”
Kitap 1984’te ABD’de “Immortal Atatürk” adıyla yayınlanıyor.
On yıl sonra Türkiye’de yayınlanıyor ve yasaklanıyor.
Fakat 1998’de serbestçe satılmaya başlanıyor.
Adından anlaşılabilecek bir kitap değil, çünkü kitap Atatürk’ün ölümsüzlüğünü vurgulamıyor.
Kitabın temel tezi Atatürk’ün ne kadar sıradan bir insan olduğunu göstermek.
Yani tıpkı Can gibi Atatürk’ün “insani” yanlarını vurgulamak.
Ve onun “büyüklüğünü” böyle göstermek!
Ancak psikiyatrist, Atatürk’ü sıradan bir hastası gibi incelemeye koyuluyor ve Atatürk’ün ne kadar sıradan bir ruh hastası olduğunu ispatlıyor!
———————–
Pavlov’un köpekleri ve Milli refleksin kırılması
———————–
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümü profesörü Mehmet Kerem Doksat şöyle açıklıyor:
“Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, bir süre sonra eti görmeden de zil sesini işitince hayvanın salyası akmaya başlar. Bu şartlı reflekstir: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyaran (zil sesi), onu tabiatında olan eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır. Ama eğer sürekli olarak zil çalıp hiç et göstermezseniz, bir süre sonra bu şartlı refleks söner; devamının tesisi için arada et de gösterilerek pekiştirilmelidir.
Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünnî veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yâni şartlı reflekslerdir. Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur bir kısmı da günlerce terörize olur çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yok! Şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırır. İnsanı veya hayvanı en doğal, en ilkel hâline geri döndürür.
Bir yandan her gün 15–20 şehit, “kanları yerde kalmayacak” denip sürekli kanlarının yerde kalması, bir yandan Ergenekon bilmem ne deyip büyük bir çoğunluğunun suçsuz olduğuna herkesin emin olduğu, hâttâ tek suçu Atatürk’ü ve onun ilkelerini sevmek olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları… Bir yandan orada burada araba yakarak, polise taş atarak etnik kalkışmalar… Hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusu ortadan kalkıyor.
Pavlov’un köpeklerindeki gibi, bu kadar ağır travmalarla şartlı reflekslerimiz (millî duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
Volkan’a göre Atatürk babasını küçük yaşta kaybedip ilk bunalıma giriyor.
Ondan sonra annesi başka bir adamla evleniyor ve eve gelen bu adamla birlikte bunalım kökleşiyor.
Bunun temelinde ise Mustafa’nın annesine olan “odipal bağlılığı” var!
Aslında Can’ın belgeselindeki temel ve örtük mesaj da bu.
Atatürk denilen adam sözde bizim atamız, yani bir anlamda hepimizin babası ama aslında onun babası yok!
Nitekim Can’ın belgeselinde ikide bir Mustafa’dan “yetim” olarak sözediliyor!
Ve yine Mustafa’nın annesine darılması anlatılıyor belgeselde, çünkü Atatürk’ün anası, yani bizim o başörtülü gülümseyen fotoğrafından hatırladığımız Zübeyde Hanım, “eve başka bir erkek getiriyor”!
Evet, belgeselde anlatılan dil aynen böyle, ortada Zübeyde Hanım’ın “yeniden evlenmesi”ne değil “eve yeni bir erkek getirmesi”ne vurgu var!
Farkındaysanız tez Vamık Volkan’dan aktarılma olduğu gibi.…
Peki Can buradan nereye varmaya çalışıyor?
Atatürk’ün aslında çocukluğundan itibaren sorunlu biri olduğuna.
Nitekim belgesel boyunca Atatürk, mutsuz, yalnız, bunalımlı bir tip olarak çizilmiş.
Ancak bunlar anlık ya da dönemsel melankoliklikler değil. Atatürk çocukluğundan ölümüne derin bir melankoli içinde gösteriliyor.
Atatürk’ün sürekli içki ve sigaraya olan düşkünlüğü de örtük başka bir mesajı veriyor: Mustafa sadece annesine karşı odipal bir bağlılık içinde değildir aynı zamanda oral bir kişiliğe sahiptir!
Şimdi bu iki kavrama bakalım.
Birincisi Freud’un “odipus kompleksi” olarak bilinen ve çocuğun anneye olan bağlılığını cinsel bağlılıkla açıklayan teori.
İkincisi ise yine Freud’un çocukluk evrelerini ayırdığı ilk evre olan “oral evre”, yani ağız bağlılığı.
Mesela çocukların iki yaşına kadar anne memesine olan bağlılık dönemi.
İşimiz elbette psikoloji tartışmasına girmek değil, Freud’un kavramlarını tartışmak da değil. Ama bu kavramlar Atatürk için neden kullanılıyor onu tartışmak.
Her iki kavram da Vamık Volkan’ın kitabında Atatürk’ün kişiliği olarak konuluyor.
Şöyle ki:
Atatürk annesine olan aşkının yerine vatanı koyuyor.
Nitekim “büyük validemiz” diye söz ettiği vatana olan aşkı aslında anasına olan aşkıdır!
Yine ana memesine olan hasretini de rakı kadehi ve sigara ile gidermektedir!
Can, belgeselinde bunları çok açıktan dillendirmemiş ama anlaşılan o aşama için vakit henüz erken diye düşünmüş. Yine de Can, Vamık Volkan’dan esinlendiğini iddia ettiğine göre çok yakında o meselelere de geleceği kesin.
Aslında Can’ın geveleyip de söyleyemediği şeyin ne olduğunu az çok anlayabiliyoruz: Herhalde Mustafa’dan sonra sırada Zübeyde belgeseli var.
O zaman tabularla mücadele eden Can Dündar’dan bir dahaki belgeselinde yine Şeriatçıların Zübeyde Hanım hakkındaki yalanlarını gerçekmiş gibi sunmasını bekleyebiliriz.
Şeriatçılar ne derler Atatürk için?
Veled-i zina!
Yani piç!
En son Refah Partisi’nin bir milletvekili bu lafı etmiş sonra da yurtdışına kaçmıştı.
Ama Can Dündar’ın belgeselinde faydalandığı Şeriatçıların temel tezidir bu.
Onlar Atatürk’ün annesinin aslında bir fahişe olduğunu ve Selanik genelevinde çalıştığını yayarlar.
Hatta uydurma bir de belge basar dururlar.
Peki böyle bir gerçek var mıdır?
Elbette bütünüyle uydurmadır ama insanları bir yalana inandırmak da mümkündür.
Zaten Can’ın misyonu da budur.
Belgesel boyunca Şeriatçı yalanları gerçekmiş ve hatta belgeymiş gibi sunmamış mıdır?…
Hasan Tahsin
ve milli refleks
Vaktiyle yalnızca Mustafa Kemal de terörist sayılmamıştı. Çok az bilinen bir örnek de, Osman Nevres Recep’tir (bildiğimiz adıyla ise Hasan Tahsin). Meslek olarak gazeteci olan Nevres’i her zamanki gibi terörist ilan eden güçler yine Batılılardır.
Birinci Dünya savaşı öncesi Batılı ülkeler her zamanki gibi Türkleri Orta Asya’ya gönderme düşleri kurmaktadır. 1911 yılında İtalyanlar hiçbir siyasal ya da hukuksal neden ortada yokken Trablusgarb’ı işgal ederler. Osman Nevres de o sırada Fransa’da eğitim görmektedir. Bir Fransız sinemasının (Olimpia) reklam vitrininde Trablusgarb ile ilgili afiş görür ve içeri girer.
Film baştan sonuna kadar Türklere hakaret ve iftira ile doludur. İtalyan propagandası en üst düzeydedir. Türkler barbar ve uygarlıktan payını almamış bir topluluk olarak tanıtılmaktadır. Osman Nevres daha fazla dayanamaz ve her zaman belinde taşıdığı silahını ateşleyerek sinema perdesini delik deşik eder.
Ertesi gün Fransız gazetelerinde şu haber çıkar: “Terörist Türk dehşet saçtı…” Hemen bu “anarşist” Türk’ün Fransa toprakları dışına atılması için kampanya başlatılır. Ve başarılı olunur da.
Kısacası uyanık olmak gerekmektedir ve bu belgesel türü saldırıların sonunun nerelere kadar gideceğini iyi öngörmek gerekir.
Aslında mesele son derece basittir.
Batılı emperyalistler yok etmek istedikleri uluslara saldırırken o ulusların önderlerinden başlarlar işe.
Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ulusal önderdir.
Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini de yardıma çağırırlar.
İşte Vamık Volkan bu tür bir psikiyatristtir.
Kendisi Kıbrıs Türküdür ama Amerika’nın hizmetindedir.
Çok uzun yıllardır ABD başkanlarının psikiyatri danışmanlığını yapmaktadır.
CIA için çalışmaktadır.
Görevi ise aslında bilimsel bir çalışmadır.
Vamık Volkan, ABD’nin bölmek, parçalamak ve yutmak istediği coğrafyalarda yaşayan uluslarla ilgilenir.
O ulusların psikolojisini inceler.
Ve “uluslar nasıl birbirini boğazlamaz”ın teorisini geliştirir.
Yani görünürdeki amaç etnik kinleri, nefretleri incelemek, onları ortadan kaldırmaktır
Mesela Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, orada Vamık girer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerini inceler.
Peki inceleme dediğimiz şey nedir?
Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düşmanlıkların ortadan kaldırılması değil, ABD’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, aşındırılmasıdır.
Kısacası milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.
İşte bizi ilgilendiren şey de budur.
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin.
Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz.
Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?
Diyorlar ki siz soykırımcı bir milletsiniz!
Ermenilere soykırım uyguladınız.
Biz diyoruz ki hayır uygulamadık!
O zaman uyanık emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadınız, bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, öyle bir sonuca varalım.
Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız diyorsunuz.
Ama tartışma masası kurulduğunda hiç de ortada eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydınlar sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor.
Kanıtları var mı?
Elbette yok!
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldu mu, gerçeğin sesi çıkmaz oluyor.
Hayır diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalım.
Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış.
İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı.
Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor!
Acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik?
Yani ulusal benlikte ilk kırılma yaşanıyor…
…. Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.
Sonra sıra Kürtlere geliyor!
Sizden tartışmanızı istiyorlar.
Tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz…
Bir düşünelim son dönemde neleri tartışmaya açtırdık ve neredeyiz.
Bugün Misak-ı Milli’yi pek önemsemiyoruz.
Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.
Türk dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabilir.
Ermenilerden özür dileyebiliriz.
Kürtlere biraz toprak verebiliriz..
Kısacası ulusal varlığımıza ait hayati her alanda ve konuda kaybetmiş durumdayız.
Peki sıra neye geldi?
Sıra Atatürk’e geldi.
Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir.
O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk’e de yapalım. O’nun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
O’nun aslında zaafları olduğunu tartışalım.
Hatta O’nun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır.
Tartışın diyorlar biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz!
Sonra?
Sonra da sıra sizin ananıza gelecek!
Hepinizinkine gelecek!
…. Ondan sonra Can Dündar çıkıyor ağlamaklı, diyor ki tamam tartışın benim belgeselimi ama biraz insaflı olun, önce izleyin sonra eleştirin!
Acıyacaksınız nerdeyse adama.
Sonra dört bir koldan saldırıyorlar; korkacak ne var ki, izleyin önce, inanmazsanız inanmazsınız!
İsterseniz eleştirin!
İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!
Yıllar öncesine gidiyorsunuz…
Mondros imzalanmış.
Sonra düşman askerleri İstanbul’a çıkartma yapmaya başlıyor.
Milyonlarca Türk sadece izliyor!
Demek ki önemli olan ilk adım, işgali izlettirebilmekmiş!
Ama aynı zamanda bir de masa!
Tartışacaksınız.
Tartışma masasında bizim sadrazam emperyalistlere yalvarıyor, biraz acıyın diye.
Peki izleyerek, tartışarak nereye varabilirsiniz?
Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.
Mehmet Akif,
Çanakkale için ne diyordu
“Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
Ya şu Can’ın belgeseli?
Sizce daha büyük bir çıkartma değil mi?
Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak.
Biri İstanbul’da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlı paşası olabilirsiniz.
Ya da Dolmabahçe’den çıkartmayı izleyen bir padişah.
Belki de evinin perdesini kapatan sıradan ve suskun bir Türk…
Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar.
İzlersiniz!
Her şeyi!
Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.
Hasan Tahsin’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bilmek ne kadar utanç verici aslında!
Peki Hasan Tahsin’i ne kadar tanıyoruz?
Hasan Tahsin’i Hasan Tahsin yapan nedir?
“İlk kurşun”dan önce de kurşun atmıştır Hasan Tahsin.
Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa’dadır ve bir filme gider.
Filmde Türkler aşağılanmaktadır.
Hasan Tahsin bu filmi izlemez.
“Önce izleyeyim sonra eleştireyim” demez.
Ya ne der?
Türk’e küfredenin canına okurum der!
Ve çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye!
Film orada biter!
… Hasan Tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.
Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, atasına, milletine, bayrağına küfrettirmez.
En basit insan gerçeğidir.
İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle anasının durumunu tartışmaz, bunun cevabı suratınıza yiyeceğiniz yumruktur.
Neden?
Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu!
İşte Can’ın insani denilen belgeselinin bam teli de burası.
Diyor ki Can ben sizin atanıza küfredeceğim ve siz de izleyeceksiniz!
Medeni bir şekilde izleyeceksiniz!
Çıtınız çıkmayacak.
Sinemaya girecek ve orada size gösterilen yerde oturacak ve izleyeceksiniz.
Çıtınız çıkmasın, sinemadasınız!
Çıkınca fikrinizi söyleyin.
Peki çıkınca eleştirirseniz?
O zaman Can’ın medyası başlar bağırmaya: Linç ediyorsunuz Can’ı.
Peki Can’ın canı can da Atatürk’ünki patlıcan mı?
Can’ın medyası onu savunacak da Atatürk’ün medyası atasını savunmayacak mı?
Henüz büyümemiş bir çocuk çıkıp da oyunu bozmayacak mı?
…. Psikoloji bilimi ne diyor peki bu konuda?
Başka bir psikiyatristimiz insani boyuta açıklık getiriyor.
Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat diyor ki, ulusal refleks aslında şartlı reflekstir.
Yani öğrenilmiş reflekslerdir.
Mesela Atatürk’ü sevmek, bayrağı sevmek, İstiklal Marşı’nda duygulanmak, şartlı reflekslerdir ve bunlar tartışma konusu değildir.
Çocukluktan öğrenilir ve ölene kadar da korunur.
Ama bazı haller vardır ki o şartlı refleksleri kaybedersiniz.
İşte Can’ın belgeseli tam da bu iş için yapılmış.
Pavlov, deneyini köpeklerle yapıyordu.
Can bizimle.
Diyor ki sinema zili çalınca içeri girecek ve izleyeceksiniz.
Ağır gelebilir size ama kendinizi tutun.
Peki sonra?
Ondan sonra alışacaksınız.
Şartlı refleksinizi, yani atanıza sahip çıkma refleksinizi yavaş yavaş yitireceksiniz.
Önce Can bir belgesel yapacak; tartışacaksınız.
Sonra bir başkasını izleyeceksiniz.
Sonra açıktan Atatürk’e küfrettiklerinde, büstlerini yıktıklarında, bayrağınızı yaktıklarında yine izleyeceksiniz.
Çünkü yavaş yavaş şartlı refleksinizi kaybediyorsunuz.
…Ama kimi aklıevvel uyanıklar, hem de kendilerine Atatürkçü diyenler, başka telden çalıyor.
Bunlar diyor ki; dediğiniz doğru ama biz Pavlov’un köpekleri değiliz.
Yani bilincimiz refleksimizden önce gelir.
Vay be diyorsunuz, ne bilinçli insanlar…
Peki bu bilinçli insanlarımız ne diyor?
Halk izlemesin ama ben izleyeceğim!
Neden?
Eleştirmek için!
Peki belgeselin ne olduğunu bilmiyor musun?
Can Dündar’ın ne olduğunu bilmiyor musun?
Biliyorum ama olsun, ben izleyeceğim.
İyi diyorsunuz izle.
Sonra çıkıyor filmden ve diyor ki, ben izledim kimse bu filme gitmesin?
Neden peki?
Zararlı olabilir!
Aslında Atatürkçümüz kendisini üstün bir insan olarak görmektedir.
Sıradan insanlar etkilenebilir zararlı filmden ama kendisi etkilenmez!
Bu değişik bir türdür.
Pavlov’un köpekleri vardı, Can’ın koyunları.
Can zili çalıyor ve sözde Atatürkçü, entel tayfa filme giriveriyor!
Can deney yapıyor!
Koyunumuzun temel derdi aslında sürüden ayrılmak!
Ama Ata’nın sürüsünden ayrılırken Fethullah’ın sürüsüne katıldığının farkında değil.
Kendince üstün bir uğraş içinde.
Bilimlerin şüpheyle geliştiğini düşünüyor.
Bu şüphenin kendisini bilimsel bir doğruya götüreceğine inanıyor.
Deneyi yapanın kendisi olduğunu sanıyor ama aslında deneyin kendisi üzerinde yapıldığından habersiz bir koyun.
Bilimsel bir şüphe değil, düpedüz merak onunki.
Ama insanın başına ne gelirse ya meraktan gelirmiş ya meraktan derler.
Bizim koyunumuzunki o hesap.
Karşısındaki Can duygusal çocuk değil, aslında bir kasap!
Koyun can derdinde ama Can et derdinde!
Her bir koyundan 10 YTL geldi miydi deney tamamdır.
Atatürkçülere her şeyi izletebilirsiniz.
Üstüne bir de paralarını alırsınız.
Bizimki filme girer çıkar, ama hâlâ farkında değildir yapılan deneyin.
Can canlığını yaptığı sürece koyun bulacaktır karşısında.
Mesela Atatürk hakkında bir porno film çekse yine gider bizim koyunlar meraktan!
Deseniz insaf ne olduğu belli işte, bu film porno.
Derler ki olsun ben gidip pozisyonları eleştireceğim.
Bizimkilerin Mustafa merakı o hesap…
Ama hayatta tek bir pozisyon var şu an.
Ya Can’ın müşterisi olursunuz ya da Can’ın müşterisi olmazsınız.1
http://www.scribd.com/doc/7832973/Dunyay-yoneten-Gizli-orgutler
http://www.netpano.com/haber/1273
ORTADOGUgazetesi.net/makale.php?yid=&makale=Atat%FCrk%26%2339%3Be+Sald%FDr%FD+Cumhuriyet%26%2339%3Be+ve+T%FCrkl%FC%F0e+Y%F6neliktir&id=1418
ORTADOGUgazetesi.net/makale.php?yid=&makale=T%DCRK+OLMAK+VE+AZINLIK+IRK%C7ILI%D0I+FA%DE%DDZM%DD&id=3878
ORTADOGUgazetesi.net/makale.php?yid=&makale=Vam%FDk+David+Volkan-Can+D%FCndar+Psikopolitik+Projesi+%DDle&id=2875
http://www.TURKsolu.org/78/kapak78.htm
http://www.TURKdirlik.com/Turkculuk/HAltas0033.htm
http://www.ileri2000.org/15/yagci15.htm
http://www.TURKdirlik.com/Bilgimece/Siyaset/Turkiye/OLMete0001.htm
http://www.ileri2000.org/09/ilhan9.htm
http://www.TURKsolu.org/113/ozsoy113.htm
http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=8010567&tarih=2008-11-06
http://www.HaberDokuz.com/alp-ergenekon/mustafami-tanir-misin-sen-can-dundar.html
http://www.skyturkvngenc.wordpress.com/2010/01/27/can-dundardan-terorist-propagandasi
BeğenBeğen
Ne diyorsun arkadaş? Yazıya yorum mu, reklam programı mı bu? Bir fikrin varsa söyle. Adın başındaki “pof. dr” zırvaları muteber kılmıyor. “imla hatalarını tashih ettim mideniz bulanmasın diye” şeklindeki giriş cümlesini “önce çapımı, IQ mu , mantık örgümü ortaya koyayım da sonrasını okuyup okumayacağınıza karar verin” diye okudum.
BeğenBeğen
Orhan Pamuk – Yahudiler – Ermeniler. 2006 yılında yazmış olduğunuz bu yazıya yeni ulaşıyorum. Tespetlerinize katılmamak mümkün değil. Orhan Pamuk romanını yazmadan ve bu Ermeni politikasını güdmeden önce, Nobel kazanacağını tahmin ediyordu bence. Yahudilerin Ermenilere destek vermemesi olayı, güç kaybetmek istememek olaiblir diye düşünmekteyim…
BeğenBeğen
İsrail Yahudi ve Tevrat Gerçeği
Büyükelçi Rezaletiyle birlikte İsrail ile ilgili yorum yapan yapana Bu halkın NE olduğu ve İNANCInın Hangi Mesaj içerdiği MUTLAKA Doğru ANLAşıLMALIdır Bakın İsrail kelimesinin Anlamlarından birisi de Hz.Yakupun Rüyasında Tanrı Yehova ile sabaha kadar Uğraşmasından mülhem olarak Tanrı ile Güreşen mücadele eden anlamındadır
İsrail kavmi bundan dolayı Haşa Tanrıya da Meydan Okuyan 1millettir Öyle ki Yakup Tanrı ile güreşmesi sonucu uyluğundan zarar görmüş ve topallamaya başlamıştır Bundan dolayı dindar Yahudiler Asla uyluk kemiğindeki eti yeMmezler BALAM hikayesinde anlatıldığı üzere İsrail İş te ayrı oturan 1kavimdir Milletler arasından sayılMAyacaktır Tanrı YEHOVA aynı zamanda orduların RABBidir O kızdığı zaman bazen Yahudileri de cezalandırabilir ama yeri geldiğinde kendi Seçkin ve Seçilmiş kavmi olan İsrail milletinin çıkarı ve bekası için BEBEKten Kadına İhtiyara eşeğe ineğe velhasıl NEFES alan HER Canlıyı acıMAdan KATLETme Emri verebilir (Hezekiel) Yani tam manası ile İntikamı rahmetinden merhametinden acıMasından şefkatinden çok katmerli olan bir Tanrı Anlayışı ve İnancı ile Karşı Karşıyayız İşte Tanrı Anlayışı Böylesine İNTİKAMCI ve KİNCİ 1Yorumla Tevhit geleneğindeki anlamından SAPTIRILmış İNANCIN Mensuplarından İnsanlığa Fayda Barış Merhamet beklemek herhalde ABESTLE iştigal olsa gerek Öyle ki muharref Tevratın-Tora (kutsal kitabın tümü -Tanah) salikleri yeri geldiğinde yani çıkarları ve bitmez tükenMEZ Arzuları tehlikeye girdiğinde Zekeriyye Yahya Amos Hezekiel İSA gibi Peygamberleri de KATLETMEKTEN çekinMEZler Yine İçİMİZdeKi Yahudinin Romaya yürümeye hazırlanan Fatih Sultan Mehmeti Zehirlediği İddiası vardır Yine 1diğer İddia Fatihi onu zehirleyen YAKUP Paşanın DeDeLeRi İSLAM Peygamberini de Zehirlediği İddiasıdır Hayberde Peygamberi zehirleyen kadın Zeynep binti Harise YAHUDİydi Öyle ki Peygamber hayatı boyunca o Zehrin etkisinin kendisinde devam ettiğini itiraf etmişti Vefatının nedenlerinden birisi de Yahudi kadının verdiği zehrin etkisinden olabilir Şimdi İçİmİzDekİ İsrailin kısaca Profili Bu Bazıları tüm Yahudiler böyle değil diyebilir Tabii ki Fakat Siyonist IRKçı olMAyan humanistik ve reformist Yahudilerin Filistinde acıMAsız katliam yapan Ferisi KöKenLi Rabbinik / Ortodoks İsrail devlet aygıtı üzerinde etkileri YOK denecek kadar AZdır Yani insancıl olanları en azından öyle görünenleri sadece birer İstisnadırlar o kadar Bu gruplar İsrail devletini yönlendireMEdikleri gibi İsraile Hakim olan Fundamentalist ve Entegrist Yahudilik Anlayışı Humanistik ve Reformist Yahudileri DışLaMakTadırlar Geçmişte filozof Spinoza örneğinde olduğu gibi açıkça tekfir etmektedirler KURAN EhLi kitap içerisinde müminlere En AZILI Düşman olarak YAHUDİLERi bulursunuz Diye boşuna hüküm içermemektedir Bazıları Bu Ayetin konjonktürel olduğunu yani dönemin Beni Kaynuka Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudileri ile ilgili olduğunu iddia ederler Tamam da tefsirde basit 1yorum tevil ilkesi vardır NeDiR O? Ayetin iniş sebebinin özel olması hükmünün ve manasının umumi yani genel olmasına mani Değildir O zaman Yahudiler Peygambere AMANSIZ düşman idiler de şimdi Dost Mu oldular? Günümüz dünyasında Yahudiler kimlere dosttur kimlere düşmandır? Bazıları diyor ki YAHUDİLER Türklere Karşı savaşMAdılar… Oysa Çanakkalede Zion=Sion KATIR ALAYI ile İngiliz ve Fransızlara DESTEKverdiler Suveyş KANAL Harekatı sırasında İngilizlerle Birlikte Hareket Ettiler Filistin cephesindeki savaşların HER aşamasında Türkler ALEYHİNE CASUSLUK yaptılar Bugün Finans Kapital destekli bazı Medya ve ParaMiliter gruplar ARACILIğı ile MiLLeTiMiZiN ÖZGÜR İRADESİNE TaRiHsel ve ToPLuMsal Değerlerine Karşı olabildiğince BüYüK 1şiddetle saldırMıyor Mu? İçİMİZDE muharref Tevratın SAHTE Türk KiMLiKLi EVLATLARI VAR Bunlara DiKKaT edilMEZse Bu gruplar Açık ve Seçik Deşifre Edilip ORTAYA çıkarılMAZsa İktidar ve Yönetme İRADEsinin KİMDE olduğu GiZemLiLiğiNi Korur Natorei Charta cemaati gibi Siyonist / IRKçı olMAyan Tanahın (Tora-Neviim-Ketubiim) İntikamcı KİNCİ ve KATLİAMCI yorumunu yapMAyan Hz.İbrahim Hz.Musa Hz.Yusuf GiBi BüYüK Peygamberlerin Barış Selam Esenlik Aşk Rahmet ve Merhamet Mesajlarına Bağlı kalan Yahudiler de var ANCAK bu tür Yahudilerin SAYISI o kadar AZ ki.. Oysa tarih boyunca sürgünler yaşayan son olarak İspanyada Katoliklerin katliamına maruz kalırken Türk-Osmanlı Hakanı 2.Beyazıt tarafında Türkiyeye getirilen ve yüzyıllarca huzur içinde yaşayan Yahudiler gerçeği var Yine Hazar Türklerinden Musevi Türkler var SON İsrail-Türkiye gerginliği ile ilgili açıklamaları yorumları izlerken üzerinde DURULMASI gereken KONULARI da Göz Ardı etMEmek Gerekir Günün Sözü Kişinin beyanına güvenMe yanılabilirsin İYİ TANI Sonra Güven
2-/ ………
Makam Hırsı şöhret Hırsı para Hırsı ile Kişilik BOZUKluğu olan Tipler AJANlık işBiRlikçiLik için EN Uygun Tiplerdir HELE 1de birazDA Statü kazandırıldı mı Salyalı tipleri 1bakarsınız ki Siyasi Lider Din adamı hocaefendi şeyh görüntüsü ile saygınlık kazandırılmaya çalışır..
Biat ettirici psikolojik yöntemler de uygulanınca alın Size Siyasi Ya da Din önderi..
Aynı uygulama her alanda geçerli.. Siyasi iktidara getirilenlere 1bakın! Hangi tipler İslam ülkerinin yöneticileri..Tarih boyunca yaşanan bu gerçeklik şimdi de İslam dünyası için uygulanıyor.. ABD SAHTE Dinler oluştururken özellikle İSLAM dünyasına UCUBE tipleri Din adamı olarak Lanse etmeye Ağırlık veriyor CIA himayesinde OKULLAR Znciri ile İSLAM dünyasında Zehir KUSUCU Faaliyetlerine devam ediyor..Bazı PSiKoLoJiK SoRuNu olan tipler de peşinden gidebiliyor.. Dün böyleydi Bugün de böyle NE Yazık ki! Müslümanlar Kurtuluş Simidi olarak nedense Lanse edilen Kişilik BOZUKluğu olan Tiplere biat etme ZAAFiYeTinde bulunabiliyor
İngilizler; Hz.MUHAMMEDin sav Anne ve Babasının Kabrini YOK eden Peygamberimizin Kabrini YIKMAYI isteyecek kadar SAPKIN 1Mezhep olan VAHABi Mezhebinin (Ki BU Yıkıma Atatürk ENGEL olmuştur) Arap yarımadasını ele geçirmesini sağlayarak; Arapların Osmanlıyı ARKADAN vurmasının TEMELlerini atmıştır VAHAbiliğin KuRuCuSu olan ŞEYH Muhammed bin AbdülVAHHABın DEDEsi BURSALI 1Yahudi Şeyh AbdülVAHHAB’ın DEDEsinin ASIL ADI Süleyman Değil ŞULMANdı schulmann 16.Yüzyılda BURSAda yaşayan YAHUDI 1Tüccar olan ŞULMAN
Batı öteden beri kendisi savaşmak Yerine ülkeleri ve halkları 1BiRiNe Düşman etmeyi ve onları SaVaştırmayı Başarmıştır Yüzlerce yıl Doğu topraklarını istila etme teşebbüsünde bulunan Emperyalist Batı savaşla elde edeMediğini HiLe ile elde etmiştir Batı AKILCI Doğu ise KADERcidir Bu yüzden Doğu insanlarını 1Birine düşürmek için EN iYi Yöntem Din olarak belirlemiş ve bu konuda da başarılı olunmuştur. . . .
Batının 1700lü yıllardaki istila ve sömürü isteği günümüze kadar ARTARAK devam etmiştir Her biri Emperyalist Batının AJANI olarak çalışan misyonerlerin başkanı Samaul Zouimer sömürgeci Hıristiyanların fikirlerinde 1değişiklik olmadığını 1935 yılındaki beyanında açıkça göstermiştir Sizden Müslümanları Hıristiyan yapmanızı istemiyorum Sizin ASIL göreviniz Müslümanları İslamDan UZAKlaşTIRmaktır Eğer bunda başarılı olursanız İslam memleketlerinin Sömürge Haline gelmesi için fetih yollarını aşan ileri KaRaKoLlar kurmuş olursunuz
İSLAM DünyaSInın KURTULuşu Müslımanların KeNDiLeRiNe ÖNDER diye seçtikleRiNi iYi Gözden GeçirmeLeRiNe Bağlıdır..Tabi PSiKoLoJik SORUNU olanlar Bunun NE anlama geldiğini düşüneMEZ Bile Çünkü Gözler Kör Kulaklar Sağır Kalpler Mühürlü ise yapacak 1şey YOKtur Günün Sözü Rakibinin Ne yaptığını ve Ne yapacağını bilMezsen oyuna her zaman gelirsin TAMAMI http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8557
selam ve dua ile
http://ha-ber.net/index.php?option=com_content&task=view&id=5600&Itemid=168
BeğenBeğen
Bu SAYILARda ki Bilgileri defalarca dikkatlice OKUyalım [11] Bizim kurduğumuz istihbari Özel Harp sistemi BiZi YOKetmek için ABD ve Batı ülkeleri tarafından iYice incelenmiş ve kullanılmıştır [12] Bunun Nedeni SABETAYcı MASONik Örgütlenmenin Atatürkün Ölümünden SONRA Ulusalcı olmaya çalışan Türkçü Derin Devleti YOKetmeye çalışmasıdır Çünkü Türkçü ve Milliyetçi 1DerinDevlet BuGünkü İSRAİLin ve yakında kurulacak olan BüYüK İSRAİLin kurulmasına ASLA izin verMEZdi MASONLAR ve SABETAYCILAR bu kurumlar içiçe geçmişlerdir Aslınca SABETAYcı MASONik Örgütlenme demek DaHa Doğru olur!SADECE Zion SiYoNiZMe Hizmet Ettikleri içindir Ki böyle 1 yapılanmaya izin verMEmişler SinSi biçimde devletin içine SıZmışlar ve istihbari yapılanmaların bu Amaçlar için çalışmalarını ENGELLEmişlerdir Bugün MİTin içinde Robert Saint Josef ve Galatasaray Liseli MASON pek çok istihbaratçı vardır! Türkiye Türk Silahlı Kuvvetleri 1 Önlem ALmaZsa bu gidişle 4-10 yıl içinde parçalanacaktır Bizden sonraki kuşağa bırakmamız gereken ise MASONLARınkinden DaHa Güçlü 1Türkçü ve Ulusalcı Derin Devletin temel ilkeleri hususları talimnameleri ve temel anayasaları aksiyomatik sistemi ve tüzükleri OLMALIdır Bunu Atatürk döneminde yapamadığımız için VEYA yapılan YOKedildiği için BuGün bu kadar KöTü durumdayız TAMAMI
http://Acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=5367
http://Acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=5032
http://netpano.com/haber/1273
http://netpano.com/haber/1241
http://netpano.com/haber/4269
http://netpano.com/haber/353
Bilgi Birlik Kuvvettir
Ölümü Göze almayanın YaşaMa Hakkı YOKtur
BeğenBeğen