Bu konuda geç kalmamın nedeni mevzuda hukuki araştırma falan değildi. O’nu daha onceki “367 Kere Maşallah! Laikliğe aykırı değilse tabii” başlıklı yazımda yapmış idim birazcik. Aslında gerekçe yayınlanır yayınlanmaz alıp cümle cümle incelemeye koyulmuştum bu başka ülkeler için hilkat garibesi bizim taksitli darbeler ülkesi için olağan sayılabilecek dokumanı. .
Böyle bir kararın bundan iyi gerekçesi de olamazdı. Bizde “minareyi çalan kılıfını hazırlar” derler ama artık ülkemizdeki kurumlar-asker-ve anti-AK-Partisi (diğerlerinin yekunu için kullandığım terimdir) sayesinde minare çalmak serbest hale geldiği için kılıf hazırlamak ta gerekmiyor.
Ancak Bülent Arınç’in” yalvarırım gerekçenizi açıklayınız.. Yüksek kurumunuzun yüksek muhakemesinin ne olduğunu bilmek zorundayız. O’nu bilmeden yeni meclisin nasıl toplanacağını, nasıl Başkan seçeceğini, nasıl CB seçeceğini, bilemeyiz. Hangi mutealalar, hangi hukuki tespitler kullanarak bu sonuca vardığınızı bilmek zorundayız” yakarışları sonucu lütfen, evlere şenlik bir kılıf pardon gerekçe üretti Tülay Teyze’nin (Can Dündar’ın “Yasa Ana” si, Emin Çölaşan’ın sevgili baldızı, Danıştay cinayetinin “başörtüsü için yapıldığını” telepati yoluyla öğrenen, “sokakta basörtusü ile de kötü örnek olunur; müdür olunmaz” diyen Daniştay yargici Tansel Çölaşan’ın sevgili ablası) yüksek mahkemesi..
Tam da “deveye niye boynun eğri demişler, nerem doğru ki demiş ” cinsinden. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Tülay Teyze demişken, aklıma gelen usul ile ilgili bir meraktan bahsedeyim. Kararda ve dahi gerekçede Tülay Teyze’nin imzası var. Ama Tülay Teyze bir sure önce CB, GK ve dahi diğer önemli şahsiyetleri ziyaret ederek mutekaid oldu. O zaman fakirin aklına gelen soru: Bu “gerekçe” Tülay Teyze görevde iken yazıldı ise şimdiye kadar niye bekletildi.? Çankaya’yı gayrimeşru olarak işgal eden çaplı zat ilk günden veto ettiği kararları legal sürenin son dakikasına kadar bekletip sistemi felç etmesindeki mantığı anladık ta Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) en azından birkaç hafta önce yazılmış görünen gerekçesini Bülent Arınç’in yalvarması ertesine kadar bekletmesindeki hikmet ne olabilir? Acaba seçim sonrasına kadar erteleyip, o zamanki CB adayı ve meclis aritmetiğine göre mi “gerekçe” imal etmeyi düşünürlerdi? Dedim ya aklim ermez bu akil amcalar ve teyzelerin zihinsel faaliyetlerine. Washington’daki “dehşet senaryosuna” tepkisi “benim gibi hayatini hukuka adamış birine yapılan hukuksuzluğa üzüldüm” olan Yasa Ana’nın o yüksek muhakemesinin hikmetini çözmek bizim gibi fani münzevilerin hacrı değil.
Sadece fakir değil memleketin Anayasa uleması da çıkamamışlar işin içinden. Sağcısı solcusu, ortacısı, bir tane hukuk adamı denilen kimse çıkmadı bir hukuki analiz ile bu gerekçeyi savunmaya kalkan. Hatırlarsanız Ecevit’in Adalet Bakanı ve DSP’nin ağır toplarından Hikmet Sami Türk dahi “Abdullah Gül’ün CB olmamasına sevindim ama bu kararı hukuken savunmak mümkün değil” dediği için Rahşan Hanım’ın helalliğinden mahrum kalmakla kalmadı, CHP-DSP aday kadrosuna da giremedi. Mustafa Erdoğan’ dan Ergun Özbudun’a , Burhan Kuzu’dan, Adnan Küçük’e böylesi bir dokumanı hukuki incelemeye tabii tutma işkencesine dayanabilen diğer bütün Anayasa hukukçularını, sabırlarından dolayı kutlarım.
Daha önce hukukçu olmadığımı itiraf etmiştim. Ama aynı zamanda bu kararın hukukun ırzına gecmek olduğunu görmek için hukukçu olma zaruretinin iki kere ikinin dört olduğunu bilmek için matematikçi olma zaruretinden fazla olmadığı kanaatimi de not etmiştim. Bu konudaki hukuki analizin pek çok önekleri var medyada. En metodik , kapsamlı ve de anlaşılır bulduğum tahlili ADNAN KÜÇÜK’in yazısında gördüm. İhtiyaç duyanlara tavsiye olunur.
Ben sadece bazı temel argümanlarına hafifçe dokunacağım (ucubelik sırası gözetmeden)
Gerekçedeki mantra “uzlaşma”. Saymadım kaç kere uzlaşma geciyor yazıda. Bu fazla şaşırtıcı olmamalı, çünkü gerekçeden anlıyoruz ki Tülay Teyze ile Fulya Teyze de (Kantarcıoğlu) başlangıçta raportörün mutealasi doğrultusunda “bu Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği konu değil; yasama yetkisini gasp olur bu” demişler mealen; yani görevsizlik yönünde fikir beyan etmişler. (Bkz. gerekce ). Ama nasıl olmuşsa sonra oturup bu gasp işini “karar gerekçesinde” yapar iken tam zıddı bir mantığa baş vurarak “uzlaşmışlar” diğer 7 kara cüppeli hukuk teröristi ile.
Şu ucubeye bakin Allah aşkına: Anayasa’nın, 102. maddesi “ilk iki turda üçte iki ile seçilir” dediğine göre bu “uzlaşma şarttır” manasına geliyor imiş (peki bir partinin bunun üstünde vekili olduğunda kiminle uzlasilacakmis?) . Üçüncü dördüncü turlarda salt çoğunluk diyormuş ama bu Yüksek Mahkememizin ihdas ettiği ve dahi tasavvurlarındaki Anayasa ruhuna aykırı düştüğü için sayılmaz imiş bu maddeler!!. Türkçe’si: Biz Anayasa maddesini işimize gelmediği için değiştirdik. Anayasa’yı yapan da biziz uygulayan da kardeşim. Biz Abdullah Gül’ü veya bizden olmayan herhangi birini CB seçtiren Anayasa manayasa tanımayız; bizimkiler yapmış olsa dahi. Biz düzeni design ederken her zaman iktidarımızı kökleştirecek, halkın iradesine karşı “denge” oluşturacak mekanizmalar geliştirdik, yüzde on barajı, CB yetkileri, kurumlar sultasını bunun için ihdas ettik,. Ön kabulümüz bu mekanizmaların her zaman bizimkileri iktidarda tutacak sonuçlar üretmesi idi,. Ve şimdiye kadar CB olan, GK olan, yargıyı , YOK ve diğer kurumlara hakim olan “devlet iktidarı” ni biz hakimlerin kontrolünde tutmakla başarılı olduk. Ama arada bir bu günkü gibi bizim kurduğumuz düzen bizim istemediğimiz sonuçlar üretirse duruma müdahale ederiz. Müdahalemizin çeşitli şekilleri vardır. Bazen tank yürütürüz, bazen e-muhtıra veririz, bazen de böyle Anayasa’nın ırzına gecerek yaparız. Gayeler vasıtaları caiz kılar. Şimdi görev bize tevdi edildi; biz de görevimizi yaptık.
Yarın: 367 Gerekçesi (II): 367 Sabih ile H. Sami Türk 367’yi tartışıyor!
Anayasa mahkemesi anayasada “kararlar gerekçesi ile açıklanır” dendiği halde kafasına göre gerekçeyi geçiktirir
Cumhurbaşkanı 15 satırlık kanunu 15 gün düşünür(!) geri yollar , sonra aynı metni 15 gün daha düşünür(!) ve hiçbir yenilik olmadığı halde ve 1 hafta önce imzaladığı halde son saati bekler
Genelkurmay başkanlığındaki onlarca kurmay Hudson Rezaletine karşı nasıl bir açıklama yapsak diye günlerce düşünür(!)
neymiş efendim ak koyun kara koyun belli olsun diye bilinçli olarak beklemişmiş ( sanki bekledin de noldu ? konuya dair fikir serdedenler hakkında soruşturma mı açtın ? kadına yalancı dedin ama savcılık orda neden ihbarda bulunmadın ? )
işin komik tarafı akredite hanımefendi onlarca kurmayın günlerce düşünüp(!) hazırladığı metinden daha inandırıcı,
bende elektrik,su,telefon gibi faturalarımı kafama göre geçiktirme hakkı istiyorum……….
BeğenBeğen
” çünkü gerekçeden anlıyoruz ki Tülay Teyze ile Fulya Teyze de (Kantarcıoğlu) başlangıçta raportörün mutealasi doğrultusunda “bu Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği konu değil; yasama yetkisini gasp olur bu” demişler mealen; yani görevsizlik yönünde fikir beyan etmişler. (Bkz. gerekce ). Ama nasıl olmuşsa sonra oturup bu gasp işini “karar gerekçesinde” yapar iken tam zıddı bir mantığa baş vurarak “uzlaşmışlar” diğer 7 kara cüppeli hukuk teröristi ile. ”
doktora gidiyoruz bacağımızda bir ağrı var , bu 2 doktor diyor ki , biz göz doktoruyuz bu konuda karar veremeyiz , sonra illede vereceksiniz diyenler çıkıyor , bu sefer bu 2 doktor ” hadi bacağını keselim ! ” diyorlar
nasıl bir mantalitedir bu ?
karar vermemeleri gerektiğini düşündükleri-veremeyeceklerine inandıkları-vermeye hakları olmadıklarını düşündükleri bir hususta verdikleri karar ile sistemi kitlemekten çekinmiyorlar , demek ki karar vermelerinin hakları olduğu(-nu düşündükleri) konularda ülkeyi daha beter kaoslara itmekten çekinmeyecekleri sonucunu çıkarabiliriz
Uzlaşma derken tabi kastedilen AKP-CHP uzlaşması
peki anayasa’da “iktidar ve muhalefet partileri uzlaşır” diye bir ifade var mı ? yok
parti liderleri aralarında uzlaşırlar diye bir ifade var mı ? o da yok
partiler cumhurbaşkanlığı seçimine dair gurup kararı alabiliyorlar mı ? hayır
oylama açık mı yapılıyor ? hayır gizli
peki o zaman Baykal ve Erdoğan’ın yada AKP MKYK ‘sı ile CHP MYK’sının aralarında uzlaşmalarının milletvekillerini bağlayıcı bir anlamı var mı ? hayır
peki bu durumda uzlaşmanın anlamı var mı ? yok
daha doğrusu uzlaşmaya dair tek gösterge bir adayın en nihayet 3. turda salt çoğunluğu sağlamasıdır , aranan uzlaşma en nihayet 3. turda 276 milletvekilinin bir aday üzerinde uzlaşmasıdır , bunun dışındaki bütün uzlaşmalar bir temenniden ibarettir ,
tıpkı herhangi bir kanun maddesine dayanmayan , anayasa mahkemesinin ve danıştayın bu gerekçe kadar anlamsız yorumları ile bir oldu bittiye getirilmiş olan başörtüsü yasağı gibi yeni bir hayaletimiz oldu : Uzlaşma
( Bekir Hocam vallahi ‘mantra’ nedir bilmiyorum onun için ‘hayalet’ dedim ben,yani bir an ‘mandra’ olabilir mi falan diye düşünmedim desem yalan olur , tabi sonra hemen ne alakası var 367 ile süt ürünlerinin diye vazgeçtim , tabi burası türkiye…..anayasa mahkemesi CHP ‘nin yada Yüce Sezar hazretlerinin talebi halinde bir alaka kurabilir )
Uzlaşma hurafesi – heyulasına dair
bu minvalde Yasin Aktay’ın yazısı:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/?t=02.07.2007&y=YasinAktay
BeğenBeğen
VB Kardesim,
Senin yorumlarinda kullanfigin muhakeme terzi, tesbihler cikarimlar cok hosuma gidiyor. Tek tek deginmeyecegim. “uzlasma” konusunda ayni dalga boyundayiz. Bircok laikci papagan bu yapilan hukuk cinayetlerini acikca savunmayi zor bulduklaruinda “ama sizinki de demokrasi degil, demokrasu uzlasma rejimidir” lumpenligini sergileyebiliyorlar zekamiza hakaret edercesine.
Evet demokrasi uzlasma rejiminin adir. Ama bu soyle okunur Y. Dogan ve diger laikci kalemsorler: Demokrasi uygulaniyorsa zaten uzlasma vardir. Yani demokrasi kanunlar ile, uygulamalari ile “uzlasmayi” zaten sunar. Bunlarin disinda bir de “demokrasi kulturunu gostermek ixcin benimle uzlas” demezsin. Eger boyle bir “uzlasma kuturu kriteri” var ise Sezer’in hakkini da milletin hakkini da gasp eden Sezer Rektor, yatrgi atamalarina niye hukumetl uzlasmiyor>?
Ornegin sandiga gtmek bir uzlasm egzersizidir behey gerzek. Bir rejimin soyut bir kavram ancak Anayasa ve kanun maddeleri ile somut, pratik anlam kazanir; birilerinin kafalarindaki laiklik elden iiyor paranoyasi Anayasa hukmumunde olmadigi gibi uzlasma kaveramindan Anayasa’da olmayan maddeler uretip onu da artitmetige ceviorip b “anayasanin uzlasma uhunu yansitiyor” demek ya zihinsel ozurlu ya sahtekarin urunudur.
Bir mille bir partiye bir tasarruf icin yeterli sayida vekil vermis ise “uzlasm saglanmistir. Bu ulkenin Anayasa’si dahi CHP le uzlasdma diye bir sart koymamis.
“mantra” kelimesi Gune Asya’dan “new Age” spirtuel egzersizlerinin Bati’ya tarnsferi ile Bati terminiolojisine gormis bir terimdir. zellikle Transcendentasl Meditasyon denilen bir zihin dinlendirme egzersizi vardir. Orada size bir kelime verilir. O kelimeyi mutemadiyyen tekrar ederek (dil kullanilmadan icten) bu ruhi ve bedeni rahatlamaya ulasilir. NBizim tesbihata biraz benzer gorunum olarak fakat dini bir egzxersiz degildir.
Bir de bu gunun Zaman’inda Ekrem Dumanli’nin yazisi var. O da kuvvetle tavsiye olunur.
BeğenBeğen
Bekir Hocam yorumlarımı beğenmeniz benim için bir iltifat,teşekkür ederim
Forum geyiklerinden bunalıp,Bloglar alemini keşfetmem benim için bir terfi sayılır,tabi sizin siteniz ve linklerini verdiğiniz siteler düşünceler,izlenimler,derinsular…..vs yüksek düzeyde siteler , ben de elden geldiğince dikkatli yazmaya çalışıyorum
Bu noktada aklıma sitenizi yeni keşfettiğimde şu ” Asılmak suretiyle idam edilen karabatak” yazısı geldi aklıma ,o yazınıza kötü bir giriş yapmıştım “bu bir ifşaat mı ?” diye , aslında kötü değil de samimi bir önyargıydı,aklımsıra korumacı tavır sergiledimdi
karabatağı bir kenara koyalım da bu korumacı tavır-samimi önyargı bağlantısına değinmek isterim ,korumacı tavır denince aklıma iktisadi çağrışımlar yapıyor hani şu ANADOL markalı FORD motorlu POLYESTER gövdeli otomobilciklerin ( ve diğer kalitesiz endüstriyel ürünlerin) millete yıllarca yutturulması mevzuu,dolayısıyla korumacı tavır bana kalitesizlikle eş anlamlıymış gibi geliyor ,-korunmayan tam tersine kendisinden kurtulunmaya çalışan bir anadolu sermayesi,açık denizlere açılmaktan korkmuyor halbuki-, fakat sizin daha önce belirttiğiniz gibi millete ifratla tefrit arasında aklıselim seçenek bırakmamak konusunda azimli olan bir sistem var,bir tarafta korumacı tavır diğer tarafta IMF,AB,ABD’nin talepleri…vs -yerli ağalara yabancı derbeyleri eklemek gibi- , adeta -100 C ‘den +100 C’ye bir geçiş, yok mudur kardeşim bunun ılımanı diye soruyor insan ,herşeyi korumak yada herşeyden kurtulmak , halbuki iyiyi korumak kötüden kurtulmak gerekti ,tabi iyi ile kötü arasındaki ayrımı yapabilmek gerek , son 150 yıldır kendimiz için neyin iyi olduğuna dair batıdan nasihat(sopa ve havuç’da dahil) dinlemenin verdiği bir bıkkınlıkda var millette,
Türk tipi demokrasi ,Türkiyeye özgü şartlar , Türkiyeye özgü laiklik…..vs gibi korumacı tavırlar, samimi önyargılardan beslenen ama bizi korumayan bilakis samimiyeti istismar eden tavırlar ,
Mesela Milletin öz değeri başörtüsünü korumayan korumacı tavır , milletin Avrupaya olan samimi önyargısını istismar ederek AB uyum yasalarını…vs gelişmeleri engellemek için icabında AB’de homoseksüellerin konumunu yada TCK’dan zina maddesinin çıkartılmasını değişimcilerin karşısına bir koz olarak sürebiliyor,
Aynı şekilde samimi bir önyargımız ORDU , ordunun siyasete vesayetinin devam etmesi için dibine kadar kullanılıyor
Korumacı tavır bugün elbombaları,TNT ve C4’lerle , ümraniyelerler , atabeylerle Türklüğü koruyor(!)
sistem istismar edebileceği bir samimi önyargı buldumu kaçırmıyor ,
“Burası Türkiye” diye bir lafımız var mesela , farkında olarak yada olmayarak her türlü abzürdlüğü ve kalitesizliği örtmek için kullanılan ( itiraf edeyim ben de çok kullanıyorum )
kapıkuleye kadar kurallara uyarak gelen TR e girer girmez gaza basan gurbetçi örneği verilir mesela , burası türkiye !………..
Askerlik yapmadım henüz ama çevremden yeterince malumatım var ,askeriyedeki her türlü saçmalığa da “askerde mantık arama”,”emir demiri keser”….zart zurt salak ifadelerle ,içi boş sloganlarla gerekçelendirmeler yapılması da bir ” burası türkiye ” örneği……
biraz dağıttım galiba ama bu üçü birbiriyle bağlantılı diye düşünüyorum
“burası türkiye” ile sunulan kalitesizlik ,milleti değil zümreyi koruyan ” korumacı tavır” ve istismara müsait “samimi önyargılar”
BeğenBeğen
vadininbozkurdu arkadasimizin bahsettigi “ama bu üçü birbiriyle bağlantılı diye düşünüyorum” sozunun kismi analizini gazetem.net de Ayse Onal yapmis…
—————————————————-
Ordular demokrasiyi mi önlüyor şeriatı mı?
Steven A. Cook “Yönetmek ama hükmetmemek – Mısır Cezayir ve Türkiye’de askeri ve politik gelişmeler” (“Ruling But Not Governing: The Military and Political Development in Egypt, Algeria, and Turkey) kitabının yazarı.
Yazarın hayli tartışma yaratan kitabi İslam ülkelerinde demokrasinin ancak perde arkasında ki ordu müdahalesinin ortadan kaldırılmasıyla yerleşebileceğini anlatıyor.
Yazar, Mısır, Cezayir ve Türkiye’yi ordularını rejime karşı duruşları üstünden karşılaştırırken askeri egemenliğin rejimin sürdürülebilirliğindeki etkilerini mercek altına almış.
Yazar’a göre askerler İslam toplumlarında daha çok arkadan müdahaleyi tercih ediyorlar. Çünkü bir yandan demokrasinin varlığını kanıtlayan kurumların mevcudiyeti, diğer yandan düzenli seçimler demokratik bir siyasetten ziyade sıkı sıkıya müdahale kurallarına bağlanmış rejimi koruyan stratejileri içeriyor.
Ancak yazarın bir yabancı olması nedeniyle gözden kaçırdığı önemli bir ayrıntı var.
İslam ülkelerinde bir elin parmağını geçmeyen Fransız tipi laiklik teminatı ordular ile siyasi İslam toplulukları arasındaki çatışma aslında birbirini besleyen bir yapıdan kaynaklanıyor. Böylece ordular şeriat tehlikesine karşı savaştıklarını ileri sürerken şeriat talebini yaygınlaştırıyorlar.
İslam toplumlarında ki askeri rejimler dini motiflerden besleniyorlar. Ve toplumun diğer “bütün tehditlere karşı” dindar olmasını teşvik ve tercih ediyorlar. Sonunda ordunun rejimi korumak için beslediği dini sadakat bir süre sonra dini muhalefete dönüşüp rejimin baş tehdidi oluyor. Laik Pakistan ordusu buna iyi bir örnek..
Çünkü din referanslı toplumlarda ordu irk referanslı milliyetçi ülkelerde olduğundan çok daha ruhani ve kutsal. İslam toplumlarında ordunun halk ortağı dini gruplar. Ancak balayı uzun sürmüyor. Çünkü dinin de ordu kadar güçlü bir iktidar iddiası var. Üstelik bu iddiayı toplumda yaymak için silaha, baskıya hiç ihtiyacı yok. Tam aksine dini unsurlara dayalı güçlü bir ruhaniyetten doğup kısa bir süre sonra bütün toplumu saran bir muhalefete dönüyor.
Ordu bir yandan İslamcı bir gelişmeyi tehdit kabul ederken diğer yandan bu tehdidi dini bir milliyetçiliğe yaslanarak işaret ediyor. Çünkü İslam toplumlarında milliyetçilik batı toplumlarındaki milliyetçilikten çok uzaktır. Din ile beslenmeyen bir milliyetçiliğin ayağa kalkması ve azgınlaşması çok mümkün değildir.
Ordu her zaman toplumu yabancı düşmanlığı konusunda ayağa kaldırabilir. Çünkü İslam toplumlarında aynı dinden olmayanlara karşı sorunlu yaklaşım ordunun en kolay hükmettiği avantajlarından biri…
Ayrıca İslam toplumlarında kurumlardan çok kişilerin belirleyiciliği baskın olduğu için orduyu yönetenin kimliği de durumu belirliyor. Türkiye buna iyi bir örnek. AB reformları sırasında genelkurmay başkanı da bu projeye inandığı için herkes kendisini yüksek kalitede bir demokrasi içinde hissetti.
Ancak ordunun yüksek kademesi değişince demokrasi yeniden eski sınırlarına çekildi.
Yazar Türkiye’nin bu yapıyı kırdığını ve İslami grupların demokratik değişimin ana dinamiği olduğunu dünyaya gösterdiğini söylüyor. Ancak bu metamorfozun da dış destek olmadan mümkün olmayacağını itiraf ediyor. Ve “Türkiye’nin AB üyesi olma olasılığı bile, ekonomik ve siyasi reformlar açısından bir çapa rolü oynadı,” diyor.
Bizim askeri bir demokrasi ile dini bir demokrasi arasındaki yalpalamalarımızın bir gün sonu geleceğinden hiç kuşkum yok. Ancak ordunun dine dayalı bir milliyetçilikle gücünü koruduğunu görmeden çözüm bulmak kolay görünmüyor. Özgür bir demokrasi kurmak için dindarların din ve iktidar ilişkisindeki tercihlerini kültürel bir değişimle göstermesi gerekiyor.
Fransız laikliği yerine Anglo sakson bir laiklik istenildiğinde bunu sadece kendi inanç özgürlüğü çıkarına isteyenler diğer dini gruplara karşı ordunun ortağı olmayı sürdürdükçe hem demokrasiyi hak etmiyorlar hem de demokrasi isteklerinin içtenliği konusunda ikna edici değiller.
http://www.gazetem.net/ayseonal.asp
BeğenBeğen
Sayın Haydar’ın Ayşe Önal’dan verdiği örnek kısmen örtüşmekte , ordu da sistem’in bir parçası , fakat %100 katıldığımı söyleyemeyeceğim
Ayşe Önal’ı Bekir Hoca’nın tarifi ile omurgalı bulduğumu söylemeliyim , birara da Mehmet Altan ile beraber TV programları vardı
mesela Star’da yayınlanan son yazısı çok hoşuma gitti
hoşlandığım kısım:
“Adını hiç bilmediğim bir BBP yönetici ile birlikte bir TV programına çıkmıştım. Şehitlerden söz ediyordu. Ona terörden sakat kalanların sayısını ve onlar için ne yaptığını sordum. Konuyla ne ilgisi var dedi. Başka bir cevabı yoktu.
Tahran’a giderseniz bir milyon insanın öldüğü, dört milyon insanın sakat kaldığı savaştan geriye duvarlarda dev şehit posterlerinin asılı olduğunu görürsünüz. Caddelerde tek bir sakat eski asker göremezsiniz. Onlar evlerin gözlerden ırak en kuytu köşelerine saklanmışlardır. Çünkü kapalı rejimler ölü sever gazi değil. Bu da çinkosu eksik toplumlarda çok işe yarar. Bir Allah’ın kulu İranlı da ‘Şehitlere saygımız büyük ama kalan gazilerim nerede’ diye sormaz. Uyuşturulmuş gibi daha büyük şehit posterleri asarlar.
Çünkü kalanları sevmek çok pahalıdır. Dertlerine çare bulmak, zaman vermek, emek harcamak, daha iyi bir hayat sağlamak için bilimden yararlanmak, buluşlar yapmak gerek. Çok sıkıntılı, üstelik bunca emeği kimse görmeyecek, taltif edilmeyeceksin. Onun yerine en iyisi hakaret ve küfür et. Hem Türk olmayı tekeline alırsın, hem de rejimi bütün pislikleri ile sürdürürsün. Zaten zekâ ve zarafetten muaf ahalide anlayacak algılayacak hal yok. En iyisi yedir gitsin. Aç bebeklere yalancı emzik veren yoksul anneler gibi durumu kurtar. ”
fakat şu cümle bence sorunlu :
1. “Düşündüğü için ölenlerle savaştığı için ölenler arasındaki farkı anlamayıp, savaştığı için ölenleri düşündüğü için ölenlerin muadili saymak asıl Türklüğü aşağılamaktır. ”
aynı paragrafda sonraki cümle :
2. “Asıl, katillerin şehit askerlerimizin adlarını ağızlarına almaları Türklüğü aşağılamaktır.
”
2. cümle ile bir sorunum yok fakat 1. cümledeki kıyaslamayı hiç doğru bulmadım , savaş var savaş var, haklı haksız tüm savaşlara karşıyım demek gibi bir anlayışı kabul etmem mümkün değil ,mazlumun savaşı ile zalimin savaşını bir tutamayız,
Ha Ayşe Önal burada “alimin mürekkebi şehidin kanından efdaldir” demek istediyse onu ayrıca konuşuruz (alim’i de ayrıca tanımlamak gerekir tabii )
hoşuma giden kısımdaki tespiti mükemmel bulduğumu söylemeliyim , bu minvalde mesela pazar günü yaptıkları refleks müsameresinde Şehitler üzerinden siyasi prim devşirmeye çalışan Tuncay Özkan taifesinin ömrü hayatlarında şimdiye kadar gaziler için ne yaptıklarını çok merak ediyorum………….
Mehmet Altan ve Ahmet Altan ‘da ( babalarından tevarüs ettikleri bir şaşılık olmakla beraber-körle yatan şaşı kalkar hesabı-) demokrat bir tavır sergiliyorlar.
Şaşılık derken şöyle bir örnek var mesela Mehmet Altan’ın bugünkü yazısında (sevgili pederleri Çetin Altan’ın tarzına çok benziyor,kendisi matbaanın icadıyla buharlı trenin icadı arasında bir zaman diliminde takıldı kaldı kanımca ,tabi bu takılma arada sırada küreselleşme ve serbest dolaşan finans-kapital’i sosyalizmin ileri aşaması sanma gibi saçmalamalarına engel olmuyor )
:
“Türkiye’de kişi başına gelir beş bin dolar civarında… Luksemburg’da yüz beş bin dolar…
Oy verince fark kapanacak mı? ”
yani ben Mehmet Altan’ın verdiği bu lüxemburg örneğini anlayamıyorum, mübalağa için dahi fazla extrem bir örnek ,
dünya üzerinde hong-kong,dubai,lüxemburg,monaco…gibi küçük ticaret ve finans merkezlerinin ( yada refah adacıklarının ) gerçek devletlerle karşılaştırılması mantıksızdır
aynı mantıkla dünyanın süper gücü amerika’da lüxemburg’a yetişemiyor , şimdi biz amerika ile aynı sınıftamıyız ?
bizim için mantıklı örnek kısa vadede yunanistan , uzun vadede almanya-fransa’dır diye düşünüyorum.
BeğenBeğen
http://www.bugun.com.tr/haberler/100707/p58372y129.asp
Nuh Gönültaş’ın yazısından :
“MHP’liler de, dünürcü gelenlerin beğendiği kız gibi sırıtarak, “İlhan Abi”ye gülücükler gönderiyorlar… Ama…
Ama, 12 Eylül sonrasında kurulan sıkı yönetim mahkemelerinde, ülkücü gençleri ipten kurtaran Arınç’a ve partisine karşı hasmane tutum sergiliyorlar… Darbeden sonra “kimsenin”… Buraya dikkat edin… Kimsenin kendisine sahip çıkmadığını anlatan Selçuk Özdağ adlı Ülkücü, Bülent Arınç’ın para almadan 7 yıl boyunca Ülkücü gençleri savunduğunu ve aileleriyle de ilgilendiğini söylüyordu bir süre önce… Bugün, “İlhan Abi”yi kutsayan… MHP kadrolarının, 12 Eylül günlerini yeniden hatırlamalarının zamanıdır…
Bu iş, kürsüden “yağlı urgan” atmaya benzemez… Vatandaş bunları unutmaz. Irmaklar tersine akmaz. Eski dost düşman, eski düşman dost olmaz!
”
bakınız burada da aynı mantalite , yargılanan ülkücü gençleri savunan ( yani sadece şehitleri anmayan ,gazilere de sahip çıkan) bir Bülent Arınç’a karşı Urgancıların taaruzu……..
BeğenBeğen
Haydar Bey ile VB arasindaki Ayse Onal bazli tartismada ben de VB’ye yakin durdugumu belirtmeliyim once.
Bu Ayse Onal Hanim hakknda sahsi dusuncelerim VB kadar da olumlu degil. Iyi iyetli oldugu, ilkeli bir pozisyon almaya calistigi disinda soyleyebilecek fazla pozitif birseyim yok malesef. Temel problemi: Once birtakim cok tartismali hatta resmen yanlis “veriler”: sunuyor,. Sonra bunlari objektif hakikat gibi alip muhtemel aciklamardn birini secip “bu da gosteriyor ki..” deyip inanisini, on yargisini yansitan bir aciklmayi objektif degerlendirme gibi sunuyor. Ve son olarak analitik kaabilyetine fazla saygim olmadigini da ilave etmek zorundayim. Or: “Ve toplumun diğer “bütün tehditlere karşı” dindar olmasını teşvik ve tercih ediyorlar. Sonunda ordunun rejimi korumak için beslediği dini sadakat bir süre sonra dini muhalefete dönüşüp rejimin baş tehdidi oluyor”. Nersinden tutsaniz elinizde kalacak, verilerle desteklenmyen bir arguman. Ne Cezayir’e uyuyor ne Tunus ne Turkiye’ye.
Bu derinlikli, cok guzel tespitler iceren yorumlar uzerine pek cok yazilar yazilabilir.
Ben sadece VB’nin actigi Hayda Bey’in de dokundugu uzerinde kafa yormalizi gerektiren bir temel felsefi mesele uzerin birkac cumle sarfedecegim. O da bazi temel kabullerimizi yeniden sorgulama. Sizlerin bahsettigi “sahi koruma ne demek” sorusunu daha da genisletirsek:
_Ulke yarari nedir? Ahlaken dogru olani secmek ulke “zararina” ise ne yapacagiz? bir ABD’li poltikaci “Ulkem yanlis ta olsa dogru da olsa desteklerim ve dogru olmasi icin dua ederim” demisti. Bizdeki “vatanseverler” ulke icin dedimi akan sular durur. Gayri-ahlaki bir poltika nihai analizde “ulke yararina olabilirmi? Fakir de bir ABD Disisleri Bakan yardimcisina (William Burns) ” Ahlaki poltikalar ayni zaman da dogru poltikalar ve bundan dolayi ‘milli menfaatimize’ olamazmi” diye sormustu.
Biraz once TV’de biri dostum uc tartismaci Turkiye’nin dis politikasini tartisiyordu. Biri dis politika her zaman “pragmatist” olmalidir dedi.
Sahi “pragma” nedir? Degerlerden arindirilmis bir menfaat tanimi olablir mi?
-Kim vatan haindir kim vatanseverdir, millyetcilik nedir ahlaki savnulabilirligi nesdir gibi sorularin cevab da b temel sorularin cevabinda sakli.
Tekrar VB’nin Karabatyak ornegindeki ahlaki ikleme onersek: Babaniz gayriahlaki bir dabranis gosterirse onu nereye kadar , hangi sekilde savunmak “millyetcilik” tir?
Bu soruya bazilarinin cevabini duydum gecen TV’de. cek-senet, kaplazanlik vb. organize isler ile mesgul bir cetenin mensuplari arabaya bindirilirken birileri “TUrkiye Seninle gurur duyuyor” diye tezahura yapiyordu. Simsdilik bu kadar. Bu konunun en az bir yaziyi hak ettigi suphesiz.
BeğenBeğen
Herseyden once sunu belirtmeliyimki VB ile tartisma degil, aksine destek icerisindeyim.
Elbetteki herbirimiz cesitli konulara geldiginde farkliliklar gosteririz, katilmayiz… o ayri mesele ama genel temasi ile VB nin blog dunyasina yeni bir nefes getirdigi asikar. Bu turlu zihinlere dehsetle ihtiyacimiz var. Bekir Bey ile aylardir cesitli sitelerde fikir alisverisinde bulundugumuzu, zaman zaman katilamasak, fundamental farklarimiz olsa dahi birlikte fikir istisare ettigimizi, hatta kendisine “pireye kizdiginda yorgani yakmamasi” icin ricalarim vardir.
Ayni baglamda Ayse Onal da bir baska kimlik, bir baska fikir kaynagi. Kendisine katildigim veya katilmadigim zamanlar, yorumlari vardir. Fakat genel cizgisi ile ortalikta medya kompradorlarini yalayan tiplerle kiyaslanmayacak kadar saygidegerdir. Altan Ailesi de ayni kefede degerlendirilmelidir. Fikirlerimin taban tabana zit oldugu pek cok yazari okurum. Bir ornek, Turkone. Bir kac yil oncesinde farkli dusundugum Turkone’ye simdilerde alkis tutuyorum. Bu o kimse ile her dusundugumuz uyusuyor anlamina gelmiyor ama muazzam uretimleri var ve begenimi kazaniyor.
“Fikir ureten kimselerden ziyade uretilen fikirler benim icin onemlidir” oldugu icin, herkese gonul acikligiyla yaklasirim.
***
Ayse Onal’in yazisina gelince;
O yaziyi okudugumda gozumun onune bir “EKiM ve HASAT” resmi belki daha dogrusu bir “somuru” resmi geldi. Yani isine geldiginde dini referanslar (Sehit vs), sloganlar (Peygamber Ocagi), dini (cenaze) merasimlere gostermelik katilmalar, vs ile muslumanlara kandirmakli ulasmayi amaclayan elit burokrasi; ertesi gun tam zit bir tavirla pek cok dindar insanin hayatini zindan edebilmektedir. Bir ertesi gun ise yeniden hic birsey yokmus gibi davranabilmektedir. Bu pek cok Ortadogu ulkesi diktatorlerinin kroniklesmis tavridir.
Insanlara bunu gosterebilmek gerekir.
Esi basortulu kimseyi terfi ettirmeyen yada gorevden atan zihniyetin onune; bugune kadar sehit olan yuzlerce gencin tabutuna sarilan basortulu anne-es resimlerini atmak gerekir. Basortulu anneyi mezuniyet torenine almiyorsan sehit tabutuna sarilmasinida musade etme… bakalim ne oluyor.
BeğenBeğen
Haydar Bey,
Once Turcemin yetersizliginden d kaynaklanan bir yanlis anlamayi tashih edeyim. Ben aranizdaki diyalog icin kafamdan Ingilizc “discussion” i dusundum ve onu Turkceye cevirdim. Biliyorum bizim guncel politik lisanimizda tartisma da elestiri komplo teorisi vb gibi bircok ifade gibi mutlaka negatif anlam yuklenenlerdir. Benim lisanimda bunlar notral kelimelerdir. Tartisma dan nyetim de sizin fikir teatisi dediginiz sey idi. Bu bir “cevir kaZi yanmasin” tesebbusu degil. Sahiden.
Mesaj ve elci, fikir ve fikir sahibi konusundaki ilkenizi ben de benmsiyorum. Sen kimsin demek yeriner sacmaliyorsun demeyi tercih ederim, veya tam tersi. Her zaman nesnel davranamayiz taraf oldugumuz konularda ama en aZindan on kabullerimizin, duygularimizin farkinda isek Emre Kongar’in Mehme Barlasa cevaben “hayir bunlar benim dogrulaim degil, mutlakl dogrulaer” deme lumpen despotizmini sergilmekten korunmus oluruz.
Ayse Onal’in idealizmi, sammi olrak dogru arayisi icinde oldugunu dusundugumu not ettim.
Fakat tahillerinde fault logic kullandgi, resmn tamamina bakan kapsamli muhakeme yapamadig fikrindeyim. Hemen hemen ayni seyi Ahme Altan icin de soyleyebilirim; her ne kladar opnu fazla ukumamis olsam da. Mwehmet altan onlardan daha ilerde kanimca. Cumku odadaki file odaklaniyor; oncelikleri sairtmiyor digerlerinin aksine. Gunumuzde herkesin onune turnusol konuluyor. Nasil ki turnusol degisik derecelerde asidite alkalinite gosteriyor bu demokrasi turnusolu da fakli dereceler cikariyor.
Biliyorum burada ne sizin ne VB’nin ne benim niyetim Ayse Onal uzerine tez yapmak. Sadece yukardaki yazisndan bi iki cumleyi birazcik mercek altina alalim ornek olrak:
“Fransız laikliği yerine Anglo sakson bir laiklik istenildiğinde bunu sadece kendi inanç özgürlüğü çıkarına isteyenler diğer dini gruplara karşı ordunun ortağı olmayı sürdürdükçe hem demokrasiyi hak etmiyorlar hem de demokrasi isteklerinin içtenliği konusunda ikna edici değiller.” (ayse Onal)
Al sana bir kaya nerene dayarsan daya!
Boylsine vahim bir iddayi ve “demokrasiyi hak etmiyorlaer” gibi vahim bir yargiyi boyle uluorta kulaninca Ozdemir Ince’den farkini nasil cikaralim?
Ifadeyi kendi liyakati ile degerlendirsem “bu tipik bir laikci soylem; bin defa duydum” derim. Ancak Ayse Onal’in askeri vesayete seckinler oligarsisine karsi bircok yaz ve soylemlerini de bildigim icin bunu biraz fakli manalandirabilirim. Yani burada “kimin soyledigini” hesaba katti isek bu Ayse Hanim’in lehinedir. Aksi halde ifade mesnetsiz ve haksiz, demokrasi kavramini bilmeyen bir veya resmen bir fasizan kafanin urunu olarak degerlendirmek gerekir. Demokrasiyi sadece hakk eden kesimlerin imtiyaz olrak addeden sistemeri olmustur kolelik Amerikasi’nda ve Nazi Almanyasinda.
Su “bunla demokraiyi kendiler icin istiyorlar” sozu basli basina duydugum en lumpence sozlerdendir. Bir kere “kendisi icin demokrasi istemek” sucmudur? Demokrasilerin hepsuinde bu boyledir ve demokrasiye gecisler hep boyle olmustur. Demokrasilerde “special interests” , (ozel menfaatler) yarisir. Herkes yarisa dahil oldugu icin bu yaismadan konsensus cikar. Demokratik bir sistem bu yarismayi “fair play” kurallari ile saglar.
“dindarlar sadece kendiler icin Anglo-sakson laikligi istiyorlar” ise daha da sac bas yodurtur cinsten. Nerden anladin. Kime karsi dindarlar devlet ile isbrligi yapmis? Bu biraz 19. yuzyilda bir Amerika’li beyazin “zenciler insan haklarini sadece kendileri icin istiyorlar onun icin hak etmiyorlar” demesine benzer. Ezilen, mazlum, magdur durumunda olanla bu durumlati devam ettigi surece tabiiki survival guduleri ile harket edecekler Aysaanim. Siz gidin Filistinliye “niye hep kend meselenizden oonusuyor Baskilarin dertleri ile hemdert olmuyorasunuz; siz insan hakkina layik degilsiniz” deyin. En hafif deyimi ile Faulty logic! Son olaraK sunu da hatirlatayim Ayse Hanim’a ne 6-7 Eylul’u yapanlar, yaptiranlar, ne Malatya cinayetlerin ne Maras katliamini provoke edenler ve Sivasli olrak inaniyorum ki ne de Madimak katliamini yaptiranlar “dindar kesimden” idiler. Yani Ayse Hanim’in “siz kendiniz icin laiklik, demokrasi istiyorsunuz kendinz de farkiliklara tolerasizsiniz mealindeki suclamasi fazla objektif degil. Bunlarda zaman zaman dini motiflerin kullaniliyor olmasi bunlari dinda kesime mal etmez. Sadece “diin elden gidiyor” diyenin Rahsan Hanim, “misyoner dusmaninin” ve Kuran Ataturk, silah uzerine yemin eden vatanseverlerin ulusalci/millyetci/laikci ceteler oldugunu hatirlamak yeter. Bir siyasi sosyolojik degerlendirme yaparken verilerion saglam olmasi gerekir. Nil;ufer Gole Serif Mardin, Hakan Yavuz, Sukru Hanioglu, John Esposito gibi gerek sosyal bilimciler mutlaka islami kesimdeki degisimi, ve bu gunun aydin muslumaninin babalarindan dedelerinden ber cok degistigini vurgulalar. Bu da ayri konu.
BeğenBeğen
Bekir Bey,
Yaptiginiz paragraf analizindede, genelde cizdiginiz Ayse Onal portresindede haklilik payiniz var. Dahasi, alevi kokenlerinden dolayi pusulayi kaydirdigi zamanlarda var. Hatta sosyalizm coktugu zamana kadarki korukorune savundugu mevzularida unutmus degilim. Ayse Onal’i okurken bu filtreleri kullanirim. Bu tur filtreler Dilipak, Mahcupyan, Turkone, Belge, vs icinde gecerli. Hatta M Altan’in medya ve parti danismanligi baglantilarinida unutmam.
Fakat sonucta hersey o kisi ve onu etkiliyen cevreden ziyade, ne fikir urettigi, bizlere ne aktardigi meselesine gelir. O yazisinda “EKiM ve HASAT” tema-sini iyi islemis. Benim icin “dikenli kengerin ozu” burada.
Cok sukur, toplum olarak, birkac sene oncesine kadar bunlari konusamiyorduktan ote, bilmiyordukki konusalim… simdi e-muhtiraya U dunusu yaptirir gibi hale geldik. Konfucyus misali daha “uzun yolun ilk adimi”ndayiz.
***
Bu arada AYM analizinizi taktir ettigimi belirtmeliyim.
BeğenBeğen
“Ayse Onal’in yazisina gelince;
O yaziyi okudugumda gozumun onune bir “EKiM ve HASAT” resmi belki daha dogrusu bir “somuru” resmi geldi. Yani isine geldiginde dini referanslar (Sehit vs), sloganlar (Peygamber Ocagi), dini (cenaze) merasimlere gostermelik katilmalar, vs ile muslumanlara kandirmakli ulasmayi amaclayan elit burokrasi; ertesi gun tam zit bir tavirla pek cok dindar insanin hayatini zindan edebilmektedir. Bir ertesi gun ise yeniden hic birsey yokmus gibi davranabilmektedir. Bu pek cok Ortadogu ulkesi diktatorlerinin kroniklesmis tavridir.
Insanlara bunu gosterebilmek gerekir.
Esi basortulu kimseyi terfi ettirmeyen yada gorevden atan zihniyetin onune; bugune kadar sehit olan yuzlerce gencin tabutuna sarilan basortulu anne-es resimlerini atmak gerekir. Basortulu anneyi mezuniyet torenine almiyorsan sehit tabutuna sarilmasinida musade etme… bakalim ne oluyor.”
Sayın Haydar bu sözlerinizin tamamına katılıyorum
yanlış anlamayın , hatalı ÖSS sorusunu doğru cevaplamışsınız gibi yada yanlış fotoğraf gösterilen tanığın doğru zanlıyı teşhis etmesi gibi
Filtreniz çok kaliteliymiş %10 petrol %90 çamur karışımından süper benzin elde etmişsiniz de diyebiliriz
itiraf edeyim ki yukarıdaki ayşe önal yazısını ilk okuduğumda -ordunun dini değerleri ve dindarların gözündeki ordu itibarını istismar etmesi- tespitine takıldım ve diğer saçmalıkları görmezden geldim(-mişim) ( hem hoşlandığımı belirttiğim tespiti dolayısıyla , hem de genel olarak Ayşe Önal’ın askeri vesayete ,darbeye karşı bilinirliği sebebiyle,hem de sizin çıkarımınız gibi özü alıp posayı atmak amacıyla )
hoşlandığımı belirttiğim ve alıntı yaptığım yazıda da karşı çıktığım 1 cümleden ibaret değildi aslında,fakat ben ezber bozan şehit-gazi tespiti çok hoşuma gittiği için fazla da kurcalamadım.
hele ertesi gün çıkan bir yazısı var ki evlere şenlik olmuş :
http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=126171
“İslam dünyası insan elinden çıkma tanrı ile bizi yaratan ilahi tanrının emirleri arasında bocalıyor. Bu devasa sosyal tereddüt insanlığın huzuruna giden yolun önünde zalim bir kaya gibi duruyor.
Benzer sarsılmayı başka dinler yüzlerce yıl yaşadı ama üstesinden geldiler. Onlar dinlerinin sahte sahiplerini kovdular. Biz ise dinin şiddet, öfke ve aşağılama taşıdığını öğreten sahte sahipleri ile henüz hesaplaşmadık…………. ”
Özdemir İnce yada Bekir Coşkun’dan alıntı yaptım desem herhalde şaşırmazdınız
Ayşe Önal’ı çok iyi takip ettiğimi söyleyemem , bu durumda çuvallayan ben oldum ,bir samimi-iyiniyetli önyargıda bulundum , elbette bekir coşkun,özdemir ince….taifesine tercih ederim ,şimdi omurgalı sözünü geri almak ta istemiyorum ama kafam da iyice karıştı , bilmiyorum yani bundan sonra Ayşe Önal’ın yazıları olarak sadece Zaman Pazar ekindeki yemek tariflerini mi okusam acaba ,
Ayşe Önal Konusunu kısa vadede açmamak üzere kapatmayı öneriyorum…
Bekir Hocanın sonunu okuyamadığımız cümlesi “Son olraK sunu da hatirlatayim Ayse Hanim’a ne 6-7 Eylul’u yapanlar, yaptiranlar, ne M…”
birkaç mevzuyu çağrıştırdı 6-7 eylül , mübadele,varlık vergisi…. hristiyan azınlıklar meselesi , Türkiye nasıl oldu da %99.9(!) müslüman oldu ?
*** müsadenizle daha sonra devam edeyim.
BeğenBeğen
Haydar Bey,
Henuz VB’nun Ayse Onak konusundaki yorumunu okumadim. Genel tespitinizi paylasiyuorum. Her ne kasdar zaman zaman “bir arpa boyu yol geldik” desemde statukonun kendi sahtekarligi, lumpenligi sayesinde epey mesafe katettik aslinda. Demokrasi, insan haklari hidayetine erenlerin, kafasi karisanlarin, ezberlerden bikanlarin sayisi artiyor her gun. “buyk resimci” olarak gunumuzun genis cadir gun oldugunun odadaki file odaklanmanin gerektigi dusuncesindeyim. Benim Berlge’den Dilpak’a aydin kesimden beklentim mevcu miltarist fasizme karsi omurgali durus. Zaten verdigimiz savas tektiplestirmeye karsi. Ayse Onal veya sizin de bahsettiginiz bircok aydina karsi elestirim fazla “ama” lar kullanmalari ve ozel olarak Ayse Onal’in mantik orgusunu problemli bulmam. Daha once iyi nmiyetini not etmistim. Bu gunlerde sadece postal yalayici olmamak dahi benden akreditasyon almaya yetiyor 🙂
Yazi icin olumlu gorusunuz icin tesekkurler.
BeğenBeğen
VB icin yukarda nasil oldu ise yarisi kesilmis yoruma birkac cumle ilave yaptim.
BeğenBeğen