Archive for Nisan 2008

“Benim rütbe-i aklım da erdemlerim de seninkinden yüksek. Öyleyse benim oyum senden çok sayılsın” düşüncesi de savunulabilir bir argümandır; faşizm ne kadar savunulabilir ise. Argüman sahiplerinin hemen her zaman dünyanın Einsteinları değil Aysun Kayacıları olması fikri değersiz kılmaz. Yalnız bu yola bir girdiğinizde mantığın doğal ilerlemesi sonucu monarşi ile çıkmak zorundasınız. Öyle ya akıllıdan da akıllı var. Zenginden de zengin, çağdaştan çağdaş, dindardan dindar, beyazdan beyaz, laikten de laik, kuvvetliden de kuvvetli ve seksiden seksi var. Yani hangi kriteri temel alırsanız onda herkesten yüksek puan alacak birileri var. Vergi kaçıran ile vergisini kaçırmadığını itiraf eden Aysun “ayni mekânı niye paylaşsın”, niye ayni sayıda oy versin, güzel ama vergi rekortmeni Aydın Bey’in oyu niye Aysun ile ayni sayılsın? “Aysun niye sadece güzel vücut ve erkekleri tahrik kabiliyetinden dolayı bu kadar para kazansın ve TV’lerde ahkâm kessin” demeyeceğim ne kıskanç ne sosyalist olduğum, serbest pazar ekonomisinden yana olduğum için. Ama Aysun’un mantığından giderek diyebilirdim de.

Mesele ben.

Tanrı ile konuşurum her gece. Eeh, Tanrı konuşmak için beni seçtiğine göre bir tek benim oyumdan başka kimseninki sayılmasın dersem ne diyeceksiniz?

Tanrı’dan iyi mi bileceksiniz siz? (daha…)

Read Full Post »

Nakarat

Küçükken derdi ki, dadım:
Çoğu gitti, azı kaldı.
Büyüdüm, ihtiyarladım,
Çoğu gitti, azı kaldı.

Vur kazmayı dağa Ferhat
Çoğu gitti, azı kaldı.
Kişne kır at, kişne kır at
Çoğu gitti, azı kaldı.
(daha…)

Read Full Post »

Keramet

NAZLI ILICAK

Başsavcının, Gülen’i, çete lideri ilan edip, “soyut tehlikeden” söz etmesi, aklıma, Yassıada’da yargılanan Şeyh Selâhattin İnan’ı getirdi. Duruşmaların meşhur bir başsavcısı vardı: Egesel. İddianamesinde, Bitlis milletvekili Selâhattin İnan’ı şöyle suçluyordu: “Selâhattin İnan, aslında şeyhtir. Ama şeyhliğini, işine geldiğinde bazen açıklar, bazen açıklamaz. Bunu biliyorum. Şeyh diye geçinir lâkin, şeyhlikle bağdaşır tarafı yoktur. Bunu da biliyorum. Memleketinde şeyh diye zekât toplar; hayır işlerine harcayacağına üstüne oturur, biliyorum bunu… Halkı sömürür, topraklarını alır, bunu da biliyorum. Aslında milletvekilliği yoluyla hizmet etmek gibi bir düşüncesi yoktur. Amacı, şeyhliğini takviye etmek, daha çok sömürme imkânlarını elde etmektir. Bu zat, sorgusunda, ‘Ben Salâhiyet Kanunu’na oy vermedim. Çünkü o sırada tedavi için Almanya’ya gitmiştim, hastaydım’ diyor. Evet doğrudur, Almanya’ya gitti ama hastalık için değil… Niçin gittiğini ben bilirim. Onun kafasının içi bizim malumumuz. Gerçi burada bulunmadı ama, burada olsaydı Salâhiyet Kanunu’na mutlaka rey verecekti. Bu itibarla, o da ötekiler gibi, anayasayı cebren ihlâl etmiştir. İdamını talep ederim...” (daha…)

Read Full Post »


30 – 40 yıl kadar once bir karikatür görmüştüm bir dergide. 60’larin hippilerinden biri “savaş yapma, aşk yap” pankartını taşıyordu. Bir ihtiyar da ona karşı “aşk nasıl olsa yok; bari savaş olsun” diyordu pankartında.

Ilhan Abi ile what alaka” diyorsanız burada yenisiniz demektir. Muhtemelen Türkiye’ye de yenisiniz diyeceğim terbiyem müsade etse.

Alaka 1):

Dün Amerikan Hastanesinin enn antiemperyalist kadiyologları enn kıdemli darbeci Ilhan Ağabey’in damarlarından üçünde tıkanma belirlemişler!
(daha…)

Read Full Post »

By Ronnie Kasrils, The Electronic Intifada, 8 April 2008

As a 10-year-old growing up in Johannesburg, I celebrated
Israel’s birth, 60 years ago. I unquestionably accepted
the dramatic accounts of so-called self-defensive actions
against Arab violence, to secure the Jewish state. The
type of indoctrination South African cartoonist Zapiro so
bitingly exposes in his work, raising the hackles of
scribes such as David Saks of the South African Jewish
Board of Deputies. When I became involved in our
liberation struggle, I became aware of the similarities
with the Palestinian cause in the dispossession of land
and birthright by expansionist settler occupation. I came
to see that the racial and colonial character of the two
conflicts provided greater comparisons than with any other
struggle. When Nelson Mandela stated that we know as South
Africans “that our freedom is incomplete without the
freedom of the Palestinians,” [1] he was not simply
talking to our Muslim community, who can be expected to
directly empathize, but to all South Africans precisely
because of our experience of racial and colonial
subjugation, and because we well understand the value of
international solidarity.
(daha…)

Read Full Post »

CHP ya da Türk solu, AKP’nin varoşlarda ve Anadolu’da tuttuğu zemine karşı yalnızca “laiklik” içine sıkışıp kaldı…

Bir sol parti olarak, ezilenler, halk, işçi, köylü, gibi kavramlar geride kaldı. Yalnızca laiklik ön plana çıktı. Halkın inancı ile o inancın siyasete alet edilmesini ayırt edemedi.

Parti yönetimine bürokratlar ve hukukçular hakim oldu. Bir Ankara partisi oldu. Partinin adındaki cumhuriyet öylesine öne çıkartıldı ki halk geride kaldı.

Parti genel sekreteri bir siyasetçi gibi değil, bir “kayyum” gibi davranır oldu. Neredeyse halka (bize neden oy vermediniz, suçlusunuz) diyecek hale geldi.

CHP Türkiye’nin inanç yelpazesini yeterince göremedi. Yalnızca Alevilik üzerinden yürüdü. Başörtüsü konusunda açılım sağlayamadı. Keskin bir karar alamadı. Laik olmayı “dinden uzak durmak”, “camiye yaklaşmamak” gibi algıladı.

Irak’ta 1 milyonu aşkın insan öldürüldü. Bunların çok büyük bir çoğunluğu Müslüman’dı. CHP’den bir tek protesto gelmedi. Geleneksel olarak Ortadoğu’daki mazlum halkları destekleyen sol parti olarak hiç sesi çıkmadı. Filistin’de sustu.
(daha…)

Read Full Post »

Şubat 2008’de, İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız’la konuşuyor; henüz başsavcı kapatma davasını açmamış.

– “Kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelirse, Türkiye biraz karışırsa, belki bir umut doğabilir. Çünkü normal yollardan bu mümkün değil yani.”
– “Bir yerde hesaplaşma olacak herhalde. Yargı kapatma kararına doğru gidiyor. Haberini de verdiler… Anayasa Mahkemesi, son olarak, kendisi tasfiye edilmeden partinin kapatılması kararını verirse, o zaman ortalık büsbütün karışır.”

– Asker gelebilir mi sorusuna karşılık: “Eee mecbur olacak. Ortalık birbirine girdi mi, çok şey gibi görünen adamlar sinerler.”

Kaynak: Sabah

Read Full Post »

Yazının ilk bölümünde uzlaştırıcılar, uzlaşmacılar ve 367 olmadı kapatma verelim “bir adim geri, bir adim daha” dansçılarından bahsetmiştim. 28 Şubat’ın beşler çetesinin as elemanı Patronlar Kulübü’nün, her ne kadar Marksist İlhan Ağabeygiller ile gönül bağları sağlam olsa da paranın renginden dolayı bu defa aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumunda olduğunu da not etmiştim.

Çünkü 28 Şubat’tan bu yana köprülerin altından çok sular akmıştı. Artik “only good Muslim is a dead Muslim“ diyen bir Avrupa da kalmamıştı Amerika da. Vardı gene cesaretlendiriciler Sarko’nun Fransa’sında ve Olmert-Bush Inc.’in Amerikasi’nda, hatta Putin’in Rusya’sinda ve fakat Erbakan döneminden farklı olarak artik Türkiye’de ne olup bittiğini beynelmilel Yahudi dışındaki kaynaklardan da öğrenen bir Bati vardı. Laikçilerin azgınlıkları, “secimi kaybedenlerin mahkeme kararı ile kazanma formülleri” dünya medyasına düşmüştü. Erbakan’a “radikal Müslüman” diyen ağızlar Erdoğan’a “Müslüman Demokrat” diyorlardı artık. O da yetmiyormuş gibi Sosyalist Enternasyonal, AB’ciler CHP’yi “faşist parti” ilan etmişlerdi.
(daha…)

Read Full Post »

Aşağıdaki yazıyı uzlaşma ve “geri adım” kelimeleri ikinci defa tedavüle sürüldüğü zaman yazmıştım; 10 gün kadar önce olsa gerek. Belki düzenli okurlar fark etmişlerdir fakirin klavyesi gavurca. Onu Türkçeleştirmek yazıyı yazmaktan çok daha zahmetli, kullandığım ilkel yöntem ile. (biliyorum pek çok kolay çözümler mevcut ama nerde bende o sabır ve düzen?)
Anlayacağınız, gecikmenin nedeni o yazıyı okunur kılmayı beklemem idi. Araya anemin sağlık durumu girdi sonra. Bu gün yeni ahval ve şeraiti de kapsayan bir değerlendirme yazayım dedim. Sonra “bizde yazılar eskimez” kuralı aklıma ve işime geldi. 28 Şubat 1997’den sonra hatta 1960’ta yazılmış pek çok yazı bu gün yazılmış gibi yutturulabilir, zira cep telefonlarımız ve Mercedes Benz sayılarımız artmış olmakla birlikte demokrasi-vesayet paradigmamız alive and well.

Hence, işte o yazı:

Uzlaşma!?

Hmm, sanki ben bu kelimeyi daha önce de duymuştum. Evet hatırladım. Önce Deniz Hocafendi zikretmişti kelimeyi. “Demokrasi uzlaşma rejimi” idi neticede. O mu idi mucidi 367 Sabih mi, Tezic mi konusunda ihtilaf ortaya çıktı sonradan. Tezic “ne Sabih de kim oluyor canim ben 367 olmazsa partimiz biter dedim demiş “CB’nin kazaya kurban gideceği” ni de söylediği Mason Biraderler olduğu sanılan grup önünde. Biz hepsini de zikredelim de Neron’un hakkini Sezer’e yedirmeyelim. Ve uzlaşma sağlandı AYM makinasyonu ile: 367 olacak dedi AYM. Çünkü evet “demokrasi (bizimkilerle) uzlaşma rejimi” idi.
(daha…)

Read Full Post »

Walla, bu blog başıma sarıldığında, gün gelip A.H. Coşkun’dan iktibas yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Gelin görün içinde bulunulan namüsait ahval ve şerait insana neler yaptırıyor.

“Doğru sözü Nişantaşı filozofu dahi söylese iktibas yapınız”

Confusedius

*********************************
Buyurun:

Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr

Ey laikler

HATIRLIYOR musunuz?

Gece yarısı muhtırası geldiğinde, “Yaşar Paşa’ya bin selam” diyerek nasıl da rahat ve huzurlu bir uyku çekmiştiniz…

Ama sonra ne oldu?

Tayyip Erdoğan bir kez daha “Sandık sandıklar içinde çok şanımız var” şarkısını söyleyiverdi…

Hatırlıyor musunuz?

Vicdanınız kabul etmese de “şunlardan kurtulma” uğruna “367” adı verilen o rakamsal cinliğe nasıl da umutla bel bağlamıştınız…

Ama sonra ne oldu?
(daha…)

Read Full Post »

« Newer Posts - Older Posts »