“Şeytan gri alanda yaşar”, aforizmama bir de aşağı yukarı aynı mealde “gri alan omurgasızın sığınağıdır” ı da eklemiş olayım. Ama bu demek değildir ki vicdan sahibi insan için ikilemler veya çoklemler (bu da benim TDK’ya hedayem- onların kelimelerinden çoğundan iyi) yoktur hayatta. Tam tersine zaman zaman doğru arayışının bir ehven-i şer arayışından ibaret olduğunu da düşündüğüm oldu. Kafanızı karıştırdığımın farkındayım zira kafam karışık.
Şöyle yaklaşayım beni bu notları düşmeye iten konuya:
Kasap et derdinde koyun can. Hangisini feda edersiniz? National Geographic veya Discovery Channel’da tabiat dokümanterleri izledi iseniz ve yüreğiniz benimki kadar yufka ise siz de yaşadınız bu tür vicdani ikilemleri sıklıkla. Dünya güzeli, zarafet, çeviklik, bağımsızlık katıksız güzelliğin timsali bir çita ve bir o kadar güzel, masumiyet timsali ceylan yavrusu. Biri avcı biri av. Çita kazanırsa yavru ölecek sizin ve beklide yakından seyreden çaresiz annesinin gözleriniz önünde -ama fazla acı çekmeden. Kaybederse çitanın yavruları açlıktan ölecek o anda değilse sonra. Daha önceki avını ya aslan kapmış ya sırtlan. Onların da yavruları var ve Yaradan onları hem predator (avcı) hem scavenger (başkasının avladığından beslenen) olarak tasarlamış. Yani hepsi de yaradılış programlamasına uygun hareket ediyor. O fıtratlar büyük dengeye uygun çalışıyor. Bazen çita kazanacak bazen ceylan, bazen sırtlan ve bazen de aslan. Ve hepsinin nesli devam edecek. Ama sizin gözünüzün önünde bir tane çita var ve bir ceylan yavrusu. Avcı birkaç saniyede 120 km’ye kadar hızlanabiliyor, ama uzun mesafe koşucusu değil, sprinter. Ceylan o kadar hızlı koşamıyor ama koşuya muhtemelen önden başladı ve manevra avantajı var, ve koşu uzarsa kazanacak.
Benim için bu hikayelerin hiç mutlu sonu olmaz ama en dayanılmaz olanı tabii ki güzelim yavrucağın can verişini görmektir. Ondandır bu sahneler çıktığında kanal değiştirmem.
Benzeri örnekleri çoğaltabilirsiniz. Günlük hayatta da insanların müdahil olduğu pek çok vakıada ahlaki ikilemler mevcuttur. Bir tanesini bu gün yaşadım TV’de seyrettiğim bir haber üzerine. Bu yazıyı yazma motivasyonu da oradan geldi.
Haberlerin sonlarında zaman doldurma babında verilen günlük hayattan haberlerden biri idi. Bizim TV ve yazılı medya haberciliğinin endemik hastalıklarından biri de haberlerin, ya öznesi ya yüklemi ya tümleci eksik, bozuk cümleler misali oluşudur. Haberde bir takım bilgiler verilir ama 5N-1K’sını bulabilene aşk olsun. Bu haber de istisna değildi.
Anlayabildiğim kadar ile şöyle gelişiyor olay:
Bir adam (hırsız?) bir karı koca, bir 2 yaşında çocuk ve bir de birkaç aylık ikizlerin yaşadığı eve giriyor gizlice. İkizlerden birini alıyor kucağına ve diğer ikizin ağlaması üzerine anne uyanıyor. Adamı fark edince kocasını uyandırıyor. Koca kalkıp hırsızın üzerine yürüyor. Aralarında bir mücadele geçiyor mu geçmiyor mu bilmiyoruz. Mütecaviz çocuğu bırakıp kaçmaya çalışıyor. Evin kaçıncı katı olduğu söylenmedi ama canını kurtarmaya razı olduğu kesin. Balkondan atlamaya teşebbüs ediyor. Bu sırada habere göre ayağı balkon demirlerine takılıyor ve yere istediği gibi düşemiyor. Ağır yaralı hastaneye kaldırılırken yolda ölüyor. Haberin başlığı ikiz bebeklerden birinin diğerinin hayatını kurtardığı şeklinde. Adamın öldüğü önemsiz bir detay gibi sunuldu. Ama burada açık bir sansasyonel süsleme sanatı var. Zira adamın bebeklerden her hangi birinin hayatına kastettiğine dair bir bilgi yok. Adam bebeği çalmak için girmiş te olabilir. Sadece hırsızlık için girmiş ve bir sebeple (ağlayıp diğerlerini uyandırmasın diye bebeği) sesinin duyulmayacağı bir yere uzaklaştırma vb gaye güdüyor da olabilir. Haberin verilen kısmında bebeğe bir zarar verdiğine dair veri yok. Her ihtimal mümkün.
Bunlar haberden çıkarabildiğim veriler.
Siz olsa idiniz ne düşünürdünüz bu konuda:
1. Mutlu son mu? Adam ne çocuğu kaçırabilmiş, ne evden bir şey çalabilmiş. Yani teşebbüs ettiği suç her ne ise sübuta erdiremediğine göre haberci TV gibi biz de adamın ölmesini önemsiz bir detay olarak mı görmeliyiz?
2. Adam çocuğu kaçırmak mı istiyordu yoksa sadece hırsızlık için mi girmişti eve, onu bilmek mi istersiniz “oh olmuş” mu olmamış mı kararını vermeden önce?
3. Ev sahibi erkek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış. Bu başlıbaşına adamın ölümüne yol açan nefsi müdafa ötesi bir şey yaptığı anlamına gelmez ama tutuksuz yargılanma ifadesi sadece bir insanın ölmesi durumundaki rutin sorgulamadan daha güçlü. Bir çeşit mücadele veya darp olduğu şüphesini güçlendirici bir veri. Diyelim ki ev sahibi saldırganın ölme veya ağır yaralanma ihtimalini bilerek yüksek balkondan aşağı itti. Oh mu olmuş? Meşru nefsi müdafa mıdır? Üzülmemizi gerektirecek bir durum yok mu?
Daha fazla bilgi olsa idi başka şıklar da eklenebilir veya bazı şıklar çıkartılabilirdi.
Benim ikilemim:
Yüreğim yandı ölen kimse için ama gene de vicdani ilkem var. Bu saldırganı bir türlü Münevver Karabuluıt’un katil zanlısı Cem Garipoğlu kategorisine koyamıyorum.
Biliyorum merhume annem de sağ olsa idi “vayyyhhh!!” derdi ve bilmek isterdi adamın maksadının ne olduğunu.
Bir insanın yüksek bir yerden canını kurtarmak için atlayarak yere çakılıp ölmesi her halükarda yürek yakıcı bir olaydır.
Ama bunun ötesini düşününce olayın yürek yakıcılığı artıyor. Şöyle ki:
Eğer adamın gayesi o çocuğu öldürmek idi ise ölümünden dolayı duyduğumuz acı hafifler şüphesiz. “Su testisi su yolunda kırılır, müstehakını buldu” denebilir. Her ne kadar ölüm kaçma esnasında gerçekleşse de.
Esas cevap aradığım soru şu: Bebek niye kucağında idi? Kaçırmak mı istiyordu bebeği. Bu idi ise neden? Bu tür olaylar bizde de başka ülkelerde de sıkça olur. Tabii yollardan çocuk sahibi olmayan çiftlerden biri – çoğunlukla kadın- bir başkasının çocuğunu çalar. Bunu tasvip etmek mümkün değil tabiatı ile ama çocuğu öldürmek istemek gibi bir suç olduğu da söylenemez. Gaye çocuk sahibi olamayan birinin üç çocuğu olan birinin çocuklarından birini çalıp sahiplenmesi ise ölüm cezasını hak eden bir suç olmadığı da aşikar. Unutmayalım bir çok yoksul insan çocuğuna bakacak imkanları olmadığı gerekçesi ile başkasına evlatlık vermek ister hatta satar.
Doğrusu elimdeki veriler bu ihtimali güçlü gösteriyor.
Eğer sadece hırsızlık için girdi ise eve tabii ki gene üzüldüm. Girdiği ev fazla zengin gözükmüyordu. Eğer gaye bu idi ise hırsızın ihtiyaçtan bunu yapmış olabilir. Bu da ölümüne oh çektirecek bir senaryo değil.
Her iki ihtimali de hesaba katarak mevta için üzüldüm.
Kıssadan hisse falan gayesi yok. Başlıkta dediğim gibi, oldukça rasyonel bir vicdani ikilem. İkilem olması yetersiz bilgiden kaynaklanıyor. Ergenekon-septiklere sığınak teşkil eder cinsten değil. Nisbeten müsbet bir halet-i ruhiye içersinde olduğum bir günü de bu kararttı vesselam. Belki ilerde olaylara tepkilerimde değişim olup olmadığını gözlemlemek için referans olur en azından diye not düştüm deftere.
Not: Bunu 2 gün önce yazmıştım. Şimdi paylaşma fırsatım oldu. Haber Kanal-7’de idi.
“Ama bu demek değildir ki vicdan sahibi insan için ikilemler veya çoklemler (bu da benim TDK’ya hedayem- onların kelimelerinden çoğundan iyi) yoktur hayatta.”
Hocam, Türkçedeki büyük ünlü uyumu kuralları gereği olarak, Türkçemize büyük bir hizmet olarak sunduğunuz o kelimenin doğru şekli “çoklam” olmalıdır.
Bu büyük dil hizmetinizi takdir etmekle beraber, büyük ünlü uyumu kuralı gibi Türkçemizin olmazsa olmazı olan esaslara daha çok dikkat etmenizi de arz ve taleb ederim.
Türkiye Kelime Nerd’leri Derneği General Başkanı Mustafà Ràví
BeğenBeğen
Hay Allah, hocam, bu olayı nasıl bu kadar hassas analiz ettiniz…
Hmm, darb olayı var gibi diye bilgi veriyorsunuz. Demek ki adam kendini savunmakta ileri gitmiş, haddi aşmış. Muhtemelen kaçan, ilişmek istemeyen bir adama saldırmış. Çünkü boğuşma balkonda olmuş, içeride değil…
Bence bu kadar bilgiye göre ev sahibi adama ağırca bir ceza verilmeli.
Ama işin nihâî adaletini Allah yapar, biz elimizdeki bilgiye göre hüküm veririz. Adamın kendini savunmaktan çok öteye gidip haksız yere bir adamı öldürdüğü düşündüğümüz kadar belliyse ve bilhassa bu dhaa da belli olursa, o vakit ceza görmesi gerekir. Çünkü benim ve sizin en büyük yasa olarak kabul ettiğimiz Kuran’a göre karşılık vermekte (ikabda) haddi aşmak da günahtır…
Hocam niye bu gününüzü kararttı ki? (Diyene bakın. Sanki ben saçma sapan tartışmalardan, filân ve feşmekândan ötürü sadece günümü değil gecelerimi bile karartıp durmuyormuşum gibi, hem de mütemadiyen…) Ben aşağıdaki gibi düşünüyorum bu hususta.
Çitanın yavrularının da ceylanın da en büyük merhamet edicisi Allah sonuçta. Hırsızın da, o ev sahibi adamın da… Acıma duygumuzun yolundan sapmaması lâzım: Allah’ın merhametini beğenmeme, o merhametin işleyişini ve inceliklerini kavrayamadan O’nun hakkında su-i zan etme (yahud Kurandaki biraz ters çevrili ifadeyle zann’es-sev’ etme) yoluna sapmamalıyız.
Hz. Peygamber bile hem hayatı boyunca hem ölüm yatağında onca acı çekti. Allah, o iyice mükemmel olsun diye bunu ona gerekli gördü.
O acı çekerken, ya da çita ya da biz hatta ya da can havlindeki hırsız acı çekerken, Allah da bizim acımızı hissediyor. Zaten acımak ve şefkatli olmak, merhametli olmak budur. Acı çekenle beraber üzülmektir. Allah “sonsuz şefkatli” ve “sonsuz merhametli” ise, o hâlde her şey ortadadır.
Birçok hadiste ve hatta Kuran’da açıkça kullanılan ama nedense pek alışık olmadığımız ve güya Allah’a lâyık görmediğimiz tabirlerle Allah da bizimle beraber veya bizden ayrı olarak “üzülüyor”, sabredip kendimizi yücelttiğimizde ise bizimle beraber “seviniyor”.
Bunları da hatırlamak lâzım.
. . .
O en merhametlinin bizim aksimize güçsüzlükten ötürü üzülmediğini ve sevinmediğini, bize ve diğer canlılara bir şeyleri öğretip bizi olgunlaştırmak için gücü yettiği halde bunları yaptığını, yapılmasına izin verdiğini bilmek lâzım…
En Merhametli ve En Hikmetlinin (Bilge’nin) her şeye gücü yettiği için de; her şeyin ama her şeyin kontrol altında olduğunu, kafaya takmamak gerektiğini bilmeli değil mi? “Evren” tarafından, yani evrende kendini hem gizleyen ve hem de gösteren Allah tarafından, canlılara hiçbir zulüm yapılmamış olduğunu kıyamet/mahşer/hesab günü göreceğiz ve kendi hesabımızı da yeterince iyi verebilmişsek bütün canlılar için çok mutlu olacağız. Hatta ateş azabının kâfirler için bile zannettiğimizin aksine sonsuz süreli olmadığını hatırlayalım; hatırlamasak bile o gün öğreneceğiz… (Kaynak âlimler: İmam Buharinin en saygın hocalarından Abd ibnu Humeyd’in bu görüşte olduğu kesinkes bilinmektedir. Daha sonraki asırlarda ehl-i sünnet imamlarımızdan İbnu Teymiyye ve İbnu Kayyim de bu görüşü savunmuşlardır. Bunları ehl-i sünnetten atmaya çalışanlar da zaten insafsız terbiyesizlerdir çoğu ehl-i sünnet âlimine göre. Ateş azabının herkese sonluluğu argümanını elimden geldiğince Kuran ve sünnetle isbat da ederim –zira bu konuyu çok araştırdım, üzerinde üzüldüm, galiba ağladım bile ve kafa yordum, sonunda da tatminkâr bir sonuca ulaştım; fakat hem vaktim heba olmasın, hem de konudan sapmayayım diye burada o konuya girmiyorum.)
. . .
Yazınızdan anlayabildiğim kadarıyla bu yorumları yapabildim Bekir bey hocam. Allah en evvel bana düşündüklerimi hayata geçirebilmeyi, duygularıma yenilmeyip mantıklı davranmayı nasib etsin. Duygularımın dizginlerini aklımın eline vermeyi… Cümlemize de nasib etsin…
BeğenBeğen
Selam Ravi.
Zaten baştan dedim yazının hissettiklerimi nakletme gsayesine matuf olduğunu, bir derin hukuki, dini, felsefi analiz olmadığını.
Duygular böyledir Ravi, Allah’ın merhametine havale edemiyor her zaman yufka yürekler. Aslında bahsettiğim tabiat programlarını çekenler (ki zaman zaman sırf o filmi çekmek için suni olarak şartları hazırladıklarını da sanıyorum) de böyle davranıyor esasen. Bir yaralı ceylan yavrusunu veya annesi ölmüş ayıcığı kurtarmanın Allah’ın işine karışmak olacağını düşünüyorlar (onlar “tabii dengeyi bozmak” veya Tanrı’nın işine karışmak vb şeklinde ifade ediyor, ama aynı şey).
Bu yaklaşım benim yüreğimi tatmin etmiyor zira fazla duyarsız, merhametsiz geliyor bana. Ben sokakta mendil satmaya çalışan utangaç kenarda oturan bir yaşlı kadın veya çocuk gördüğümde aklıma aynı anda TV’lerde gördüğüm “bunlar şebeke elemanı. günde şu kadar yapıyorlar..” haberleri ve de “ya gerçekten çaresizse ve herkes benim gibi düşünüyor ise ve evdeki çocuklarıuna ekmek götüremeyecekse ” diye düşünürüm. Bu ikllem de bazen bir yönde bazen diğeri yönünde karar veririm. çoğunlukla da o anki halet-i ruhiyemin ürünüdür karar, akıl testi ile varılbilecek en rasyonel olan olmayabilir.
Zekatımı veriyorum , emredildiği kadar bağış yapıyorum görevim tamamdır demek yüreğin hissetmesini durduramıyor ki. Sokakta kedi köpek gördüğümde de Allah onların rızkını gönderir tevekkülü ile vicdanı rahatsız olmayan hatta onların itlaf edilmesi gerektiğini düşünen benden çok daha ehl-i takva tanıdığım çok. Bense karıncayı asla öldüremeyen (evet mutfağımda koloni kursalar bile) sivrisineği öldürdüğünde de epeyce düşünen bir garip adamım.
Benim fıtratım bu. Değiştirebileceğimi sanmıyorum. Herhalde Hüseyin Hatemi gibi bir Müslümanım (ondan da emin değilim aslında; sadece tanınan bir referans kullanmak istedim).
Sahi tabii olan, yaradılış planı dahilinde olan olayları tevekkül ile kabullenmeli isek bu rasyonel olmayan duygu kaabiliyeti niye vardır fıtratımızda, bazılarımız için diğer bazılarımızdan fazla olarak? Yakınlarımızı kaybettiğmizde, depremler, seller, fırtınalarla insanlar ve diğer mahlukat telef olduğunda niye göz yaşı dökeriz? En Merhaetli Olan’ın merhametindern şüphe mi ederiz?
Bunlar retorik sorulaer; cevap şart değil.
BeğenBeğen
Hocam, en sondaki sorunuza cevab vereyim hemen: Evet, Allah’ın merhametinden şübhe etmeyiz. Zaten az önce kendi yorumumu gözden geçirirken şu tasrîhi yapmam gerektiğini fark ettim: Sizin öyle bir şey yazdığınızı asla ima etmiyordum; aklıma Allah’ın merhameti konusunun gelmesi, çok sıkıntılı olduğum eski zamanlardaki kendi geçmiş edeb noksanlıklarımdan ve de şu meşhur, sözde “kötülük kanıtı”ndan dolayıydı.
Hocam, sizin gibi hissedenler hakkında, şimdi kesinkes sahihti diye hatırladığım bir hadis-i şerif rivayeti (rivayet: aktarım, bildirim, anlatı) biliyorum.
O hadisi meâlen paylaşayım:
Bir gün ashâbından filânce sahabî Hz. Peygambere gelerek sordu: “Allah’ın Elçisi, ben kurbanımı keserken kestiğim hayvana acıyorum. Gözlerimden neredeyse yaş geliyor. Acaba Allah’ın emrini uygulamakta gönülsüzlük mü etmiş oluyorum, kötülük mü ediyorum?”
Hz. Peygamber cevabladı: Hayır, elbette etmiyorsun. Sen yerdekilere hep bu şekilde merhamet edersen, mahşer günü de Allah sana çok merhamet edecektir.
Bence siz o yufka yürekli sahabîye benziyorsunuz merhamet bakımından.
BeğenBeğen
Bekir bey biraz daha ileri giderseniz Tanrı öldü diyen ilk müslüman olmanız içten bile değil. Zira kuzunun kurdu yemesi doğal denge ya da adaletmidir inandığımız tanrıya bir sormak lazım gelmez mi?
BeğenBeğen