Doğrudan askeri müdahalenin iç ve özellikle de dış piyasa değerinin 28 Şubat döneminden beri epeyce düştüğünü nihayet fark etmiş gözüken laikçi cephenin akil adamları, muharebeye “yargı” cephesini tahkim ederek devam etmeyi daha doğru buluyor.
AYM bu defa 9-2 tahminim hilafına 11-0 ile askerin sivil mahkemede yargılanacağı suçları çağdaş normlara yaklaştıran kanunu reddetti. Kararın pratik etkileri arasında Poyrazköy, Kafes, faili meçhul cinayetler gibi muvazzafların yargılandığı davalardaki, gizli tanıkların birçoğunun tanıklıktan vaaz geçme eğilimine girmeleri göze çarpıyor.
Asker kanadı, onların endişesinin yersiz olmadığını kanıtlarcasına, henüz gerekçesi dahi açıklanmayan kararın hemen akabinde askeri savcılık vasıtası ile sivil mahkemeden Poyrazköy dosyasını iadesi talebinde bulundu.
Yorum istek üzerine silindi.
BeğenBeğen
Yorum istek üzerine silindi.
BeğenBeğen
YA ÇOCUKLARININ “ŞEHİT” OLMADIĞINI FARK EDERLERSE
‘Her Türk asker doğar’ ezberinden kurtulup ‘her TC vatandaşı haklarıyla doğar’ demenin vakti gelmedi mi? Vicdani ret uluslararası hukukun tanıdığı ama Türkiye’de hükmü geçmeyen bir vatandaşlık hakkı. Enver Aydemir ise inançlarından dolayı vicdani retçi ve diğer retçiler gibi özgürlüğü kısıtlanıyor, eziyet görüyor.
Mehmet Atak
Aktivist
Dini inançları sebebiyle vicdani reddini yazılı ve sözlü olarak 24 Temmuz 2007’de İzmit’te açıklayan Enver Aydemir 24 Aralık 2009’da Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan ‘Barış İçin Vicdani Retçiler Kurultayı’na davetli panelist olarak giderken, saat 11.00 sıralarında -medyanın sadece “şehit askerin kardeşi askerlikten muaf” diye bir muştu olarak duyurduğu kanun değişikliğinin topyekun göz ardı edilen polise yetki artırımı bölümü sayesinde- GBT kontrolünde gözaltına alınarak, Doğancılar Karakolu’na, sonra da Askeri İnzibat karakoluna götürülmüş, akşam vakti çıkarıldığı askeri mahkeme tarafından da tutuklanarak 2. Zırhlı Tugay içindeki Maltepe Askeri Cezaevi’ne sevk edilmişti.
Aydemir, avukat Davud Erkan’la görüşmesinde hapsedildiği günden itibaren işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, tek tip giysi giymeyi reddettiği için soğuk bir hücrede don-gömlek tutulduğunu ve açlık grevine başladığını söylemişti. Avukatı da, Aydemir’in yüz ve vücudunda bariz darp izleri tespit ve bunları rapor ettiklerini belirtti.
Enver daha sonra Eskişehir 1. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı içindeki cezaevine sevk edildi. Sevk sırasında ayaküstü gördüğü babasına falakaya yatırıldığını, albay xx’in kaba dayağına maruz kaldığını söyledi.
Diğer vicdani retçiler
Eğer hukukçular, medya ve kamuoyu ciddi bir takip ve baskıda bulunmazsa Enver’in maruz kaldığı işkence ve kötü muamelenin devam etmesi, linçe kadar varması işten bile değil.
Yakın geçmişte vicdani retçiler Mehmet Bal’ın Hasdal, Halil Savda’nın Tekirdağ, İsmail Saygı’nın Maltepe, Mehmet Tarhan’ın Sivas askeri cezaevlerinde uğradığı işkenceleri hatırlamak yeterli. Hatta Tarhan’ınki linçe kadar gitmişti.
İlk duruşma için Eskişehir’e gittiğimizde, alayın kapsında bizi, ziyaretçilerin üç katı polis ve bir düzine eğitimli polis köpeği karşıladı. Gerek askerin, gerek polisin epey müşkülat çıkarmasına rağmen, bir arbede yaşanmadan, müsaade alabilen dokuz kişi duruşma salonuna gidebildik.
Enver militer üniforma giymeyi reddettiği için duruşmaya getirilmedi. Oysa hukuken tutanak tutulup getirilmesi gerekiyordu. Avukatı Enver’in askerliği reddeden bir şahıs olduğu için, yani asker olmadığı için, emre itaatsizlik edemeyeceğini, sivil mahkemede yargılanması gerektiği itirazını yaptı. Ama kale alınmadı, çünkü askeri hâkim kararını çok önceden vermişti: Talep ettiği ceza kendi yetkisini aştığı için, kendisinin feshini ve Enver’in bu cezayı verebilecek kıdemli askeri hâkimler heyeti tarafından yargılanması talep kararıyla duruşmayı kapattı.
Enver askeri cezaevinde hapis. Kırtasiye hallolup yeni mahkeme kurulup, duruşma günü belirleninceye kadar da daha uzun süre hapis kalacak. Ne de olsa koskoca TSK’nın bürokrasinin karşısında bir insanın hürriyetinin inisiyatifi gaspı, çektiği eziyetin kıymeti mi olur.
Daha önce de Adana ve Ankara askeri cezaevlerinde işkence gören Mehmet Bal’ın ağır hasar gördüğü son Hasdal’daki işkenceye karşı açtığı dava da, işin içindeki emir komuta zinciri ve sistem Hasdal Askeri Mahkeme’ce göz ardı edilerek, ihale birkaç askeri mahkûma bırakılarak kapatıldı. Bal, zannederim temyize gitti.
Devletin ideolojik aygıtları
Devlet ve güç vesayeti olan kurumlar, Althuser’in “devletin ideolojik aygıtları” dediği sistemlerle topluma pek çok yanlış ezberi empoze eder. Bu sayede de kendi statülerinin meşruiyetlerini daim kılar.
Kendi güç vesayetlerinin sorgulanmaması için topluma “tehlike”ler (!?) ezberletilir. TC de pek çok ulus devlet gibi kolluğunun güç vesayetini daim ettirmek için senelerce ana tehlike olarak “komünizm”i kullanmıştır. Bunun haricinde konjonktüre göre değiştirerek komşu ulus devletleri (kah Yunanistan, kah İran, kah Suriye…) ve de içte yarattığı “tehlikeler”i, TC’nin ilk dönemi dindar Suni Müslüman aydınları (bk: İstiklal Mahkemeleri), gayr-i müslüm azınlıkları, Alevileri… Doğu bloğunun yıkılması, büyük tehlike “komünizm”in inandırıcılığını kaybettirince de, 12 Eylül Askeri Darbesi ardılı iki ana tehlike yaratılarak (Dindarlar=İrtica ve Kürtler=Terör) olarak kendi bütçesini legalize edilmeye çalışılmış ve bu ezber toplumun büyük kesimine empoze edilmiştir.
Enver Aydemir’in tutuklandığı gün, AK Parti Hakkari Milletvekili Abdulmuttalip Özbek ilk kez TBMM’de TSK’nin bütçesini ve çözümsüzlükte TSK’nin rolünü alenen dile getirdi. TSK’nin savunma bütçesinin genel bütçedeki payı yüzde 7 (TSK’nin genel bütçesinden bahsetmiyorum, sadece savunma bütçesi. Orduların dünya genelinde savunma bütçelerinin genel bütçedeki oranı yüzde 2’yi aşmıyor. Başka bir kıyaslama örneği olarak da, TC’de Kültür Bakanlığı bütçesinin genel bütçeye oranını verelim: yüzde 0.38)
Amerikan ordusunun bütçesinin en yoğun tartışılmaya başladığı dönemler Afganistan ve Irak Savaşları’nın başlaması tesadüf müdür? Ya da “açılım”dan bahsedildiği gün, TSK’nın Güneydoğu’da operasyonları yeniden başlatması ya da DTP’nin BTP olarak parlamento içinde mücadele kararı aldığı gün,
Yargının Kürt Belediye Başkanları ve STK yöneticilerini tutuklaması?
Vicdani ve total red kavramlarının toplum içinde bilinmesi, tartışılmaya başlanması TSK’nin en büyük korkularından biridir. Mesela Mehmet Bal ve Halil Sevda’nın medyada bir miktar meta değeri kazanmaları üzerine, her ikisine de, seneler sonra apar topar sahte çürük raporları verilerek, TCK 318 davaları düşürülmüştür.
Ya anneler bir gün idrak edip de “Güç vasileri kendi sermaye ve servetlerini kendi oğullarına korutsun. Ben oğlumu askere göndermiyorum” derse?
O zaman TSK bütçesini hangi yöntemle legalize edecek?
İsmail Hacıoğlu “Teorik olarak düşünüldüğünde, çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ‘vicdani red hakkı’nı en çok İslam dinine mensup olanların savunması gerekir. Müslümanlar için bu hakkı elde etmek sadece ‘hak ve özgürlük’ adına değil, dini mükellefiyet adına da bir vecibedir. Evet, dini bir vecibedir” diye yazmıştı.
Enver Aydemir ve vicdani reddinin bilinirliği ve tartışılması ise, TSK için katmerli tehlike yani…
Kime ‘şehit’ denir?
Çoğunluk olan Müslüman nüfus ya Aydemir’in vicdani reddiyle beraber, Maide Suresi 32’de “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” yazdığını; En’am Suresi 151, İsra Suresi 33, Furkan Suresi 68’de de Allah’ın bir insanın bir insanın canına kıymasını “haram” kıldığını yazdığını fark edip, üzerine düşünmeye başlar da, Devlet ve Toplum’un ortak ve yanlış ezberi çatırdamaya başlarsa ne olur TSK’nin hali?
TC ve TSK’nin en liberalinden, en solcusuna necip TC medyasına topyekûn bellettiği bir yanlış ezber var: “şehit” kelimesi. O kadar cılkı çıkarılmış bir yanlış ki, artık kalp krizinden ölen gazeteci de, trafik kazasında ölen öğretmen de “şehit”. Oysa “şehit” kelimesi Aramice kökenli, Türkçeye Arapça’dan geçmiş. “Şahit” manasında. Diğer anlamı da “din uğruna ölen”.
Yirmi kusur senedir süren savaşta, TSK Kürt’lerle din savaşı mı yapıyor? Kürtler genelinde hangi dinden?
Coğrafyadan İslam’ı silme mücadelesi mi veriyorlar?
Öldürülen askerlerin aileleri idrak ediverir ve oğullarının TSK’nın ellerine tutuşturduğu “şehit” lolipopuyla alakası olmadığını anlayıverirlerse!
Üstüne üstlük bir de Nisa Suresi 92’yi okurlarsa: “… Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin bir köle azad etmesi gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köle azad etmesi gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Âlimdir, Hâkimdir”. TSK hiç biri siyasetçi, büyük bürokrat, rütbeli asker, burjuva olmayan aileleri nasıl “şehit” masalıyla uyutacak?
/
Bu yazının devamı aşağıdaki linktedir
http://www.stargazete.com/acikgorus/ya-cocuklarinin-sehit-olmadigini-fark-ederlerse-haber-244399.htm
Selametle…
BeğenBeğen
Yorum istek üzerine silindi.
BeğenBeğen
Niye uygun görmeyeyim Muzaffer Bey? İçinde küfür olmayan hemen her yorumu yayınlarım. Son yorumun muhtevası hakkında vukufiyetim yok. Cemmat benden haz etmiyor bilmediğm bir sebeple. Ama internette dolaşan her söylentiyi de onlara karşı kullanmak bana göre değil.
BeğenBeğen
Yorum istek üzerine silindi.
BeğenBeğen
Sizi eleştirmiyorum Muzaffer Bey. Sadece yorumu yayınlamakta bir problemim olmadığını ama muhtevası konusunda vukufiyetim olmadığını belirtmek istedim.
BeğenBeğen
Yorum istek üzerine silindi.
BeğenBeğen
Estağfurullah.
BeğenBeğen
Erkek doğdu, erkek yaşadı, erkek öldü!
İngiliz laîni, “Bu Kur’ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara gerçek hâkim olamayız” diyerek ümmetin elinden yüce kitâbın hakîkatının alınacağını Müstemlekât Nâzırlarının diliyle Avam Kamarasında i’lân edince, “Bu Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nûr olduğunu âleme isbât edeceğim!” diye er meydânına atılmıştı. Yerine göre farz-ı kifâye, yerine göre farz-ı ayn olan “cihâd” ibâdetinin “maddî” kısmına 1.Cihan Harbinde bizzât “Milis Yarbayı” rütbesiyle katılıp kâfirlere karşı beş yüz talebesini şehîd vererek kendisi de esîr düştüğü gibi; “ma’nevî” kısmına ise seksen yedi senelik bir ömrü vermişti.
İslâm dîninin “i’tikâd” ve “tasavvuf” sahalarında muhteşem bir “tecdîd” yapan eserleri, insaflı ehl-i ilmin nazarında serapâ “Kur’ân’ın mu’cizesi” olarak güneş gibi parlamaktadır. “Mu’cizât-ı Kur’âniyye” adını taşıyan “25. Söz” isimli bahsi okuyan ehl-i ilmin, Bedîüzzamân Hazretlerindeki gerek “kesbî” ve gerekse “vehbî” ilim karşısında şapka çıkarmaktan başka alternatifleri olamaz.
Şu gökkubbede, ne Mutlakıyet devrinin despotlarına, ne Meşrûtiyet devrinin zâlimlerine, ne de yeni sistemin ceberutlarına boyun eğmemiş bir “erkek ses” bıraktı. Şarkı kasıp kavuran Ermeni Taşnak komitacılarına pabuc bırakmadığı gibi; Askerî Mahkeme Reisi Hurşit Paşa’ya, Hareket Ordusunun mağrur kumandanı Mahmud Şevket Paşa’ya, Rus Orduları Başkumandanı ve Çar’ın dayısı Nikola’ya, İstanbul’u işgâl eden İngiliz mel’ununun kumandanına, jakobenlerin liderine dahi hak ettikleri cevâbı vermekte tereddüd göstermemiş bir “erkek ses” idi.
Kurşunlamalara, zehirlemelere, ihânetlere, hapislere, sürgünlere de beş para ehemmiyet vermeden yüce Kur’ân’ı müdâfaa etmekten vaz geçmedi. Dünyâya eğilecek, dünyâ zevklerini tadacak zamânı hiç olmadı. “Ümmetin îmânını selâmette görürsem gönlüm gül-gülistan olur” diyordu. Dünyâya parmak atan gizli ecnebî zındıka komitesini hedef aldı, son nefesine kadar mücâdelesine devâm etti.
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklîde çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten [düşmanlıktan] sonra, hangi akıl ile onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittiba’ edip emniyyet ediyorsunuz?” diye feryâd ediyordu. “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-i dîniyyede [dînî işlerde] müsâmaha [hoşgörü] veyâ teşebbühle [onlara benzemeye çalışmakla] medenîlere yanaşmayın! Çünkü, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvâsalayı te’mîn edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihâk edersiniz, veyâ dalâlete düşüp boğulursunuz!” diye haykırıyordu.
Yârın, o İslâm kahramanının ebediyyete intikâl edişinin sene-i devriyesidir. Avrupa’nın bâtıl efkârına ittiba’ ederek onlara emniyyet eden, umûr-i dîniyyede ehl-i kitâba müsâmaha (hoşgörü) ile yanaşan zümrelerin, Müslümanlar içinde de pıtırak gibi zuhûr ettiğini görmeden Rahmân’a kavuştu. İyi ki bugünleri görmedi diye sevinemiyorum; çünkü mechûle kaçırılan kabrinde dahi ıztırâb çektiğinden emînim.
Onun adını kullanıp da ma’nen kefereye iltihâk ederek dalâlette boğulanları görse idi, acabâ o “Eski Said” topuzunu eline almaz mıydı? Onun anıldığı toplantılara elin gâvurlarını konuşmacı olarak da’vet edenler, o müceddid-i muhteremin kemiklerini sızlattıklarını ne zamân bir nebze düşünecekler? “İslâm Birliği” idealini lügatlarından çıkararak kâfirlerle birlik peşinde koşanlar, “İttihâd-ı İslâm” müjdesinin tahakkuk yollarına ömrünü seren o İslâm mücâhidi karşısında yârın Mahşerde ne duruma düşeceklerini akıl etmiyorlar mı?
O, erkek doğdu, erkek yaşadı, erkek öldü! Âlemlerin Rabbine eğilen başını bir an bile zındıkaya eğmedi. Allah ondan ebediyyen râzı olsun. Vaad edilen güzel günler zuhûr edip de bütün Müslümanlar sancak-ı Muhammedî (asm)’ın gölgesi altında kucaklaştığında; diğer Müslüman kavimler nezdinde bu milletin medâr-ı iftihârı, o zâtın bin türlü tazyîk karşısında yılmadan kaleme aldırdığı “Risâle-i Nûr Külliyâtı” isimli Kur’ân tefsîri olacaktır.
Onun mücâdelesini iğdiş edenler, onun kudsî cihâdını salon şovuna çevirenler utansın! İstikbâl inkılâbâtı içinde elbette en yüksek gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır!
MUSTAFA KAPLAN/VAKİT
BeğenBeğen
Kurşunlamalara, zehirlemelere, ihânetlere, hapislere, sürgünlere de beş para ehemmiyet vermeden yüce Kur’ân’ı müdâfaa etmekten vaz geçmedi. Dünyâya eğilecek, dünyâ zevklerini tadacak zamânı hiç olmadı. “Ümmetin îmânını selâmette görürsem gönlüm gül-gülistan olur” diyordu. Dünyâya parmak atan gizli ecnebî zındıka komitesini hedef aldı, son nefesine kadar mücâdelesine devâm etti.
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklîde çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten [düşmanlıktan] sonra, hangi akıl ile onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittiba’ edip emniyyet ediyorsunuz?” diye feryâd ediyordu. “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-i dîniyyede [dînî işlerde] müsâmaha [hoşgörü] veyâ teşebbühle [onlara benzemeye çalışmakla] medenîlere yanaşmayın! Çünkü, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvâsalayı te’mîn edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihâk edersiniz, veyâ dalâlete düşüp boğulursunuz!” diye haykırıyordu.
BeğenBeğen
S.A . Obama dünyanın başına geçtiğinden itibaren dünyanın dengeleri bozuldu. Bu ülkede ilk defa paşalar hapis edildi.
Evet bu ülkede ,her asırda ,yıllardır müslümanlarla tuzaklar hazırlandı.
Sıradaki tuzak zındık CIA Ajanı Fetullah Gülen tuzağı.
Fetullag Gülen dindar samimi müslümanlara ve gerçek nurculara da iftira atmaktadır.Üsad (Bediüzzaman )diyor ki : siyasete girmeyin .Bunlar siyasete giriyor.
Üstad diyor ki; devlete karşı gelmeyin:radyo televizyon kullanmayın.bunlar kullanıyor.
Allah diyor ki :Faiz yemeyin ;bunlar banka açıyor,faizle yaşıyorlar.
Evet bunlar bu dine ve dindarlara iftira atmakla kalmıyor,aynı zamanda dini de değiştirmeye çalışıyorlar.
Dinler arası diyalog da bunun bir parçası.
Fetullahçılar şuanda TSK ya karşı gelmekle ,güya nurcuları ve müslümanları orduya düşman göstermektedir.
Evet tahşiyecilerden allah razı olsun ki ; inancımızı düzelttiler. Allah TSK yı bu CIA ajanı Fetullahçılardan kurtarsın.
Evet tahşiyeciler ŞERİATÇIDIR hem de sapına kadar.
Ama Orduya (TSK) ve Devlete karşı değildir.
Hapisteki kardeşlerimize dualarımızı unutmayalım
***************************
NOT: Bu şahıs şimdiye kadar onlarca yorum yazdı. Fitnecilik, cehalettten değil (böyle bir sınırlamam yok yorumlar için) içinde geçen küfürlerden dolyı yayınlamamış idim.
Bu defa eldeki malzemenin nümunesi olrak müsade ettim. Affola. Ve Allah ıslah etsin. -BLY
BeğenBeğen
Fethullah Gülen geçenlerde, her sene depreşen korkusunu dile getirdi.Bu konuşmasının bir
yerinde şöyle bir ifade geçti. `Yarın TAHŞİYE diye bir şey icat
edebilirler, Allah korusun. Kitap okuyan Müslümanlarla, okudukları kitaplarla
ayakta durmaya çalışanların içine adam sokmaya çalışabilirler. Kitapların
sahibi zatın posterlerini evlerine asabilirler. Ellerine de Kalaşnikofları
verirler. İki yerde eylem yaptırıp, `demek ki fırsat bulunca bunlar da silaha
sarılabilir` derler. Çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vurmak
isteyebilirler.`
Pek
çok kimse bunu sadece okuyup geçti. Hiç kimse de neden TAHŞİYE ismine vurgu
yapıldı demedi. Çünkü kimse Tahşiye`yi tanımıyor. Alelade bir isim türünden
zikrettiler. Oysa Fethullah G. Orada Tahşiye`yi kasıtlı olarak zikretti.
Bahse
konu olan kelime bir cemaatin yayınevidir. Tahşiye yayınları olarak bilinir.El
Hac Muhammed Ali Doğan isimli (Molla Muhammed Muşî olarak da tanınır.)
önderliğinde varlıklarını sürdürmektedirler.Cemaat müntesibi çok azdır. Kendisi
bildiğim kadarıyla Muş`ta ikamet etmektedir. Birkaç müridiyle tanışıklığımız
vardır. Kendileri Muhammed Ali Doğan`ın Bediüzzaman`ın talebelerinden
Hulusi`nin tavsiye ettiğini söylemekteler. Muhammed Ali Doğan`ın pek çok risale
şerhleri çıkmıştır. Kendisi birileri gibi piyasa önünde şov yapıp ona buna
hoşgörü dağıtan birisi değildir. Üstadın talebesi olmakla övünen ama onunla
zerre alakası olmayan Abdulkadir Badıllı gibi ona buna sataşan birisi de
değildir. Zaten internette bakarsanız Muhammed Ali Doğan`a yazılan tek
reddiyenin de onu bunu çekiştirmekten, ona buna iftira atmaktan başka bir şey
yapmayan Abdulkadir Badıllı`ya ait olması da dikkati çeken bir husustur.
Abdulkadir Badıllı`nın reddiyesindeki komediye sonra gerek olursa değiniriz.
Peki
FG ve Abdulkadir Badıllı neden bu Tahşiye`ye karşılar? Buna verilecek çok cevap
var. Bunlardan ikisini size yazayım da FG`nin neden Tahşiye ismini zikrettiğini
anlayasınız. Tahşiye yayınları Reddül Evham yani şüphelerin giderilmesi adına
bir takım kitaplar çıkarıyorlar.
Bu
kitaplarda en sert eleştiri FG`nin misyonunu üstlendiği Dinler Arası Diyalog
konusunda yapılıyor. Dinler Arası Diyalog`un olmadığını Kuran`dan Hadis`ten ve
hatta risalelerden delillerle ispatlıyorlar. Zaten son günlerde FG cemaati Dinler
Arası Diyalog tabirini kullanamıyor. Ömer Öngüt, Haydar Baş, Mahmut
Ustaosmanoğlu, Cübbeli Ahmet gibi isimler diyalog konusunda kitaplar
bastırdılar ve hatta dinden kaymaya sebep olacağını dile getirdiler. Bu
sebepten malum cemaat yazılan reddiyelerin sertliği ve ilmiliği karşılığında
kendilerini savunamadılar ve tırsarak isim değiştirdiler, kavramı değiştirip medeniyetler
arası diyalog şeklinde sunmaya başladılar. Anlayacağınız birinci sebep bu.
Dinler Arası Diyalog`a karşı olan Tahşiye, kitapları maliyetine satarak
milletin bu konuda bilinçlenmesini sağladılar. O sebepten bu husumet var ki
isim zikredildi.
Tahşiye
yayınları Bediüzzaman`ın ahir zaman Mehdi“si olmadığını, ahir zaman
Mehdi`sinin daha gelmediğini, onu beklemek gerektiğini vurgularken Badıllı ve
avanesi kendilerine Mehdi“nin hizmetçileri payesini sunabilmek için Bediüzzaman`ı
Mehdi olarak sunma derdine düşmüşlerdir. FG cemaatinin de bundan geri kalır
yanı yoktur. Açıkça dile getirmezler ama onlar da bu düşüncededirler. Bu
sebepten de karşıdırlar.
Tahşiye
isminin dile getirilmesinde bu iki sebep çok önemlidir. İşlerine geldiği zaman
Risale-i Nur şakirtleri kardeştir derler ama gördüğünüz gibi işlerine gelmeyen
isimler oldu mu kardeşlik, gıybet gibi mevzular unutuluverir. Muhammed Ali
Doğan gibi dini ilimlerle uğraşmaktan
başka bir gayesi olmayan birine silahlı eylem yaptırabilirler gibi itham etmek
hoşgörüden bahsedip ondan nasipsizlere yakışan bir davranıştır. M.Ali Doğan ne
derin devletin adamıdır, ne mehdilik iddiasındadır, ne de müridlerini silahlı
eyleme teşvik edecek kadar bağnazdır.
Şunu
da söylemeden edemeyeceğim. Son zamanlarda Zaman Gazetesi Hizbullahcı eylemleri
dilinden düşürmüyor Doğuda Hizbullah çok kanlı eylemlere imza atmıştı. Yıllar
önce bitirilmesine rağmen Zaman neden bunu üstelemeye çalışıyor. Hizbullah`ın
yerine gelmiş ama onun metotlarıyla alakası olmadığını açıkça beyan eden bir
Mustazaf Der var. Hizbullah ile ilgili pek çok konuda Zaman Gazetesine tekzip gönderdikleri halde Zaman Gazetesi yayınlamadı. Doğuda FG cemaatine diyalog meselesinden bir de bu tekzip meselesinden açık bir şekilde karşı çıkıyorlar. Doğuda
hakimiyeti ele geçirip Mustazaf Der`in gücünü elinden almak isteyen cemaat o
yüzden şimdi pişirip Hizbullah haberlerini piyasaya koyuyor.
Bundan
sonra sıra Cübbeli,Haydar Baş ve Ömer Öngüt olacaktır. Bu kimseleri ya bir
şiddet eylemiyle ya da Ergenekon meselesiyle ilişkilendirmezlerse hiç şaşırmayın.
Tahşiye ve Mustazaf-Der de bunu gördük çünkü.
BeğenBeğen
Bir önceki yorum üzerine bu notu düşme zarureti hissettim. Sanıyorum aynı kaynaktan Fethullah Hoca ve Hareketi hakkında ağır hakaretler, hatta küfürler içeren yukardaki gibi yorumları şimdiye kadar direkt çöpe gönderiyor idim.
Bunu ve sanıyorum bir diğerini hem sinkaflı küfür içermediği için hem de bu fikilerin(!) de var olduğunun bilinmesi açısından. Yorum sahipleri fazla ümitlenmesinler ilerde blogumu bu seviyede tezvirat ile kirletilmesine müsade edeceğim konusunda.
BeğenBeğen
muhterem bekir bey..
siz.. evinize gece vakti.. 22 oçak 2010 tarihinde saat üçte .. bir cuma gecesi…mübarek bir günde..evine ellerinde makinalı tüfekli polisler girse… 60 yaşına yakın olsan… ve sadece kuran.. sünnet.. risale.. fıkıh desen.. kimsenin ne dünyasına.. ne de devletine karışmasan..ve evde suç unsuru birşey olmasa.. ve uçakla istanbula götürülsen.. orada size badıllının ifhamnamesindeki zırva ve safsatalarını sorgulamada sorsalar… ve perde arkasında ise fethullah gülenin tahşiye tuzağı olduğunu farketsen.. sende zalim fethullaha sungura ve badıllıya ana avrat sövmez misin.. badıllı ile 1976 yılında bayram yükselin ankara hacı bayram camii yakınındaki risale i nur medresesinde beraber namaz kılsan.. ve geriye dönüp baksan ve bu günü sorgulasan ve bu kişinin yıllar sonra risale-i nuru bozan komite olduğunu öğrensen ve ihbarcı üçlünün içinde bu olduğunu da öğrensen ne yapardınız..
BeğenBeğen
Şimdi yani suç ve ceza başlıklı yazıyı beğendin mi beğenmedin mi?
BeğenBeğen
Yorum yapan Bekir L. Yildirim — Haziran 7, 2010 @ 11:52 pm
allah razı olsun… koskoca dünyada.. siber dünyada… tarafsız tek kişi sizsiniz..
BeğenBeğen
molla muhammed doğan hakkında iftira yapmayınız bu zat kuran talebesidir ve kuran ve imandan başka bir gayesi yoktur
BeğenBeğen
Bir mektup ve düşündürdükleri
.
Muhterem Hocam!
`Bu mektubu size Tekirdağ Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi`nden yazıyorum.
`22 Ocak 2010 Cuma günü sabah namazından önce benim ve sizin de tanıdığınız birçok arkadaşımın evi basılarak Vatan`daki Emniyet binasına getirildik. Burada hiç tanımadığımız veya hayatımızda bir kez karşılaştığımız birçok insanı İstanbul içinden veya dışından toplayıp getirmişlerdi.
`Güya biz silahlı terör örgütü üyesiymişiz!
`Halbuki bütün kamuoyu gibi siz de bilirsiniz ki, bizim terör ile işimiz olmaz. Bana göre bu olaya sebep olan şey, yayınevimizin neşrettiği kitaplardır. Çünkü hiç kimse Risale-i Nur`ların şerh edilmesini istemiyordu. (…)
`… yapılan bu operasyonda bizimle beraber gözaltına alınan ve tutuklanan, kendisini hiç tanımadığım ve gözaltında iken anti-depresan ilaçlar kullandığını gözlemlediğim gariban bir şahsın annesine ait, kimsenin kullanmadığı bir evde yapılan aramada mahiyetini bilmediğim bazı mühimmatlar bulunmuş. (…)
`Ayrıca televizyonda teşhir edilen silahlara gelince, 5 tanesi ruhsatlı olup, bir tanesi kuru-sıkı imiş; bir tanesi de tanımadığım bir şahsın dedesinden kalma eski bir ruhsatsız silah imiş. Kitaplar ise çeşitli yayınevlerinden çıkan bandrollü kitaplardır. Bıçaklar ise evimde bulunan bıçak koleksiyonumdan sadece birkaçıdır. (…)
`Sonuç olarak, yaş ortalaması 52,5 olan 2 alim, 2 gazeteci-yazar, 1 öğretmen, 1 esnaf, 2 işadamı ve 2 garibandan oluşan (10 kişilik), dünyanın en yaşlı ve ciddi sağlık sorunları olan ve adı-sanı belirsiz, gülünç bir örgütün (ünlem) mensupları olarak cezaevindeyiz…`
Yukarıdaki satırlar, Tahşiye, Rahle, Cihangir isimli yayınevlerinin sahibi Mehmet Nuri Turan beyefendiye ait. O ve sözünü ettiği örgüt (ünlem) üyeleri ile ilgili olarak medyada yer alan haberleri hatırlıyor olmalısınız. Ancak dinden, namustan, ahlaktan nasibini alamamış kimselerin işleyebileceği türden yüz kızartıcı fiiller ve o fiillere yakışan görüntüler…
Konunun tekniği hakkında biraz bilgisi olanların pekala bildiği gibi, kamuoyunu `bilgilendirmeye` matuf olan haberle, `yönlendirmeye` matuf olan haber arasında, `doğru`yla `yalan` arasındaki kadar fark vardır. Sokaktaki insanın dikkatini çekmese de çoğu haber, yorumlanarak verilmek suretiyle bir tür `propaganda`ya dönüşmekte ve bu haliyle `kamuoyunu bilgilendirme` adı altında kitleler, `haberler` vasıtasıyla yönlendirilmektedir.
Yaklaşık 2 buçuk aydan beri duruşmaya çıkarılmayı bekleyen söz konusu 10 kişinin bir kısmını tanıyorum. Benim gibi tanıyanlarının, onları, özellikle medyada isnad edilen suçlarla birlikte düşünemediklerini biliyorum.
Mehmet Nuri bey mektubunda bir noktaya dikkat çekiyor: Yayınevlerinin neşrettiği kitaplar. Söz konusu kitaplarda Bediüzzaman merhumun bazı eserlerinin ve görüşlerinin şerh edildiğini biliyoruz. Her ne kadar yukarıda bir kısmını alıntıladığım mektupta Mehmet Nuri bey, Bediüzzaman merhumun eserlerinin şerh edilmesinin istenmediğini söylemiş olsa da, Risale-i Nur`larla şu veya bu şekilde ilgilenenler bir noktayı çok iyi biliyor: Yapılan işin adı `şerh` konmasa da, yıllardır onun eserleri ve görüşleri bir şekilde şerh ediliyor, yorumlanıyor ve hatta muhtelif `açılım`lara mesnet kılınıyor… Birden fazla Bediüzzaman ve Risale-i Nur yorumu söz konusu yani.
Yargı safhasında bulunan bu mesele hakkında yargıyı etkileme ya da yönlendirme anlamına gelecek beyanlardan uzak durmak zorunda olduğumuz için şu aşamada fazla bir şey söylemek doğru değil. Yargının bu olay hakkında en doğru kararı vermesini umuyor ve bekliyoruz.
2010-04-03 Milli Gazete,Ebubekir sifil
BeğenBeğen
Risale-i nur hiç bir şahsın grubun cemaatin malı degildir.Üstad hazretleri tebliğ vazifesini hiç bir şahıstan almamamış doğrudan doğruya Hakim-i alim tarafından vazifelendirilmiştir. Üstad hzleri vefatından sonrada hiçbir şahıstan almadığı vazifeyi herhangi bir zata bırakmamış vazifelendirmemiş varid tutmamıştır burada hulaseten beyan ettigim bu meselenin tafsilatı risale-i nurda mevcuttur.şahsi kitap ve terekesiyle alakalı veraseti ise manevi degil maddidir ve bir sünneti ihya niyetiyle kaleme alınmıştır.Mesele böyleyken bugun birilerinin ortaya çıkıp o hazret adına ahkam kesmesi risaleler üstünde vesayetini ortaya koyması doğru degildir.muhammed doğan hocaefendi risale-i nur müellifinin bizzat verdigi izne istinaden risaleleri şerh etmesinede veraset davasıyla karşı çıkmak mektup yayınlamak yanlıştır ve bu abilerin risale-i nur okuyarak maneviyat degil malumatlarını artırdıklarına ve bu malumatında onları tekebbüre götürdügüne delildir.Allah şahitdirki hepsi bir araya gelseler 100 sene çalışsalar karşı çıktıkları o şerhlerden sadece bir tanesini mesela hüve nüktesi şerhini kaleme alamazlar çünkü molla abi bu eserleri akıl feneri ile degil mevhibe ile yazıyor.100 sene molla abiye ceza verseniz daha büyük iftiralarla yolunu kesmeye kalksanız guantanamoyada sürseniz nafile zira o üstadı bediüzzaman hzlerinin imam-ı rabbaninin imamı azamın imam-ı hanbelin ve emsali evliyaullahın misali değişmez kurana sünnete fıkıha risale-i nura bu vatana ve şehitlerin evliyaların torunlarına hizmete devam eder.onların hem ahiret hemde dünyalarının kurtuluşu için neşri envarı kuraniyeden vazgeçmez ben onu ve emsali nur talebelerini böyle görüyorum
BeğenBeğen
Yorum tarafından 40 yıllık risale okuyucusu — Haziran 7, 2010 @ 11:41 pm
bekir bey daha öncekilerini hatırladınız mı
4 sene sonra neler açığa çıktı
geçmişteki sinkaflarım yalnız kalmak ve nurcuların nurcuları imha etmesine bir hiddet idi.. kimse farketmedi sizden başka
saygılarımla
BeğenBeğen
Doğrusu tartışılan konunun ne olduğunu unuttum. Fethullah Gülen hakkında fazla hüsn-ü zanda bulunduğum eleştirisi ise peşinen kabullendim bunu son yazılarımda bir kaç defa. “uyutulmuş” olan sadece ben değil, hemen hemen tüm Müslümanlar imiş.
BeğenBeğen
allah razı olsun 4 yıl sonra herkes farketti umarım..
saygılarımla
BeğenBeğen
Zaman gazetesinde dün okudum. Güya ısımsiz ihbar mektupları geliyormuş. buna göre cemaat evlerine sialh yerleştirilerek terör örgütü suçlaması yapmak istenecekmiş. bu kadar arsız utanmaz adamlar bunlar. Kendilerinin o zamanlar tahşiye diye bir gruba aynen yaptığını bize yapılacak diye tabanlarını galeyana getiriyorlar. Allah sahtekarların belasını versin.
BeğenBeğen
Buraya kaç kere yorum yolladıysam da teknik sebeplerle yorum çıkmadı.
BeğenBeğen
Operasyon henüz tazeyken Bekirlyildirim ın sitesine o baskınlar hakkında yorumlar yazmıştım. Önce Elkaideye küfür ederken, sonradan kafamın karıştığını belirterek bazı linkler vermiştim. Bu linkler içinde o malum dizideki Tahşiyeciler sahnesi ile Fethullah Gülenin vaazındaki “Tahşiyeciler” ifadesi de vardı. Yorumları yazmış, Fethullah Gülenin böylesi bir operasyonun işaret fişeğini vermiş olabileceğine değinmiştim. Sonrasında Bekir Beye rica edip bunları sildirmiştim. Sildirmemde Nur camiasında iyi tanınan ve sevilen Badıllı abiye olan güvenimin, Fethullah gülen cemaati hk ise hüsnüzannımın daha ağır basması vardı. polisin elinde elbette o görüntüler vardır. Çünkü tutuklanan yapımcı o ismi ilk defa duyuyorum demiş. Umarım ona hatırlatırlar…
Bu sayfadaki 13. 15. 19. 23. ve 24. yorumları dikkatle okuyunuz derim. Yalnız bu Ömer Öngüt ve Haydar Baş neden zikredilmiş onu anlamadım. Bu yorumlara atıfta bulunmam onlara sempati duyduğum manasına gelmez.
http://circularconversations.blogspot.com.tr/2014/12/gulen-vs-ilahi-adalet.html
Selamlar
BeğenBeğen
Bir de bu link var:
http://www.haber10.com/makale/40190/#.VI7iEE0cTIU
BeğenBeğen
Tahşiye grubunun sevmemekten öte duygular beslediği (bkz tavsiye edilen yorumlar) Abulkadir Badıllı ağabey vefat etmiş. Acaba diyor insan şu son olayların üzüntüsünden mi?
Son olaylar ve gelişmeler hk. bir şey söyleyemeden gitti.
Allah rahmet etsin.
http://www.risalehaber.com/abdulkadir-badilli-agabey-kimdir-226061h.htm
BeğenBeğen
Emin değlim ama 70lerin başlarında müşerref olduğum (Hüsrev, Bayram, Seyfettin (?)(Ege aksanlı-Kütahyalı, eski subay) Bediüzzaman’ın talebesi ağabeylerden biri de o idi sanıyorum. Allah rahmet eylesin.
Hamiş: Muhammed Ali Diktaş adında bir genç dost buralarda bir yorumda, Tahşiye’yi savunan, Fatoş’a suçlamalarda bulunan yorumlara kaşrı sert cevaplar vermem ve o zananların ve Cemaat’i ancak “Nureddin Veren gibiler çıkabilir” diye uyarmam üzerine “Bekir Ağabey, esas çıban başı o Hocaefendi” (mealen) demişti de kızmıştım herhalde.
Muhammed, nerdesin bilmiyorum ama sen akıllıymışsın ben gafillerden. Başka ne diyeyim?Fazla teşri-i mesaim yoktu, hüsn-ü zanda bulundum zamanın Müslüman-Laik paradigması halet-i ruhiyesi içinde.
BeğenBeğen
Bekir Bey o zamanlar benim kafam iyice karışmıştı. Fehullah Bey önceTahşiyecileri ” uyarmış” diye düşünürken sonra “hedef göstermiş olabilir” e evridi düşüncelerim. Buraya o mahiyette yorumları yazdığımda kendi blogumda da konuya yer vermiştim.
Bana, blogdaki o yazıya öyle yorumlar geldi ki. Herhalde ben yanlış yoldayım dedim.
Ergenekonun zümre (malum grubun) oyunu olduğu, bunların ordudan temizlenecekleri ve kendilerinin ise şeriatçı olmakla beraber devlete bağlı oldukları gibi…
Bunları okuyunca ve
Sonra başım da belaya girmesin diye 2010 senesindeki yazılarımı ve yorumlarımı sil(dir)dim.
Halen bazı konular kafamı kurcalıyor. Bu insanlar nasıl bu kadar net bir şekilde Ergenekon hakkında o görüşleri benim pek bilinmeyen blogumda yazabildiler.(O yorumları onaylamadım ama aşağı yukarı bu mahiyette idi, iyi hatırlıyorum)
Selamlar
BeğenBeğen