Bu yazıyı bildik “Müslüman ülkeler geri kaldığına göre müsebbib İslam’dır” tezini son olarak bir TV programında dillendiren Mehmet Altan’ın argumanlarına cevaben Star Açık Görüş için yazmış idim bir ay kadar önce. Mehmet Altan’ın Star’ın baş-yazarı olması hasabı ile herhalde buraya not düşmek daha uygun oldu.
*******************************
O kadar geri kalmamış da olabiliriz
Prof. Mehmet Altan TV’de bir tartışmada dünya nüfusunun %22’sini teşkil eden Müslümanların üretimin yüzde 7 sini sağladığı ve 57 İslam ülkesinin ekonomik olarak bir Amerika değil bir Almanya ettiği gibi verileri İslam dünyasının geri kalmışlığına delil olarak sundu. Bunu ilk yapan o değil tabii. Son 200 yıldır birçok Batılı ve daha çok ta yerli aydının bu geri kalmışlık yargısı “I. Cumhuriyet” paradigmasının temelidir. Geri kaldığımız aksiomatik olduğuna göre tartışmaya “niye geri kaldık” sorusu ile başlamak ta rasyoneldir. Doğrusu ezber bozan, ikonoklast bir Prof. Altan’dan bu Türk aydınlanmacı-modernistlerinin araçsallaştırdığı fazla basit ön-kabul yerine daha derin ve özgün bir felsefi tahlil beklerdim. Belki programın hızlı akan formatı müsait değildi. Şunu da not edelim, Sn. Altan’ın bu mükerrer örnekleri programdaki sözlerinden “cımbızlanmıştır” ama bağlamdan çıkarma veya anlam çarpıtması yoktur. Burada sorgulanan da bu ve benzeri verilerden geri kalmışlık gibi geniş bir teşhise gitmenin objektivitesidir.
Geri kalma veya ileri gitmeden bahsetmek bir felsefi ön kabul gerektirir. Bilimde bir problemi tarif etmek için önce başlangıç noktanızı tarif edeceksiniz, ön kabullerinizi, varsa aradaki basitleştirici kabullerinizi sıralayacaksınız. Carl Sagan, “sıfırdan başlayıp elma turtası yapmayı tarif edecekseniz işe Büyük Patlama’dan başlayacaksınız” der. Her tartışmada bu kadar derine gidilmez fakat başlangıç noktasındaki kanunlar veya ortak ön kabuller olduğu varsayımı her zaman varittir. Altan’ın başlangıç noktasında var olduğunu çıkardığım ön kabuller: Maddeci felsefenin (günlük kullanım) benimsenmesi ve bunun da “consumerism” (tüketim kültürü)’ ne indirgenmesi. Gelişmişlik = ihtiyacın ötesinde tüketme, dolayısı ile üretme, tabiatı kontrol etme mahareti (endüstrileşme). Bu kriterlerle bu gün geride olmak, sebeplerine bakılmaksızın geri kalmışlığa tekabül eder ve İslam dünyası bu bakımdan biriciktir. Fukuyama son zamanlarda, seslendirmekten imtina ettiği “tarihin sonu” kehanetinde haklıdır vb.. Geriye bir kaç adım daha atarsak, ilkel insanın diğer canlılardan ve modern insanın da ilkel insandan daha akıllı olduğu da “akıllılık” tarifine bağlı bir ön kabuldür. Bu iş büyük patlamaya kadar gider hâsılı.
Ama bu düşünceye itiraz etmek için o kadar geriye gitmeye hacet yok. Zira fikrin zımni olarak barındırdığı “ iyi, doğru ve güzel” tasavvuru bağlamında da “geri kaldığımız” bir aksiyom değil, değer-bağımlı bir önermedir. “Maç” –var idi ise – bitmedi. Liberal piyasa ekonomisinin veya daha geniş perspektiften materyalist Batı’nın nihai zaferini ilan etmek için erken. İslam dünyasının geri kalmışlığı son bir kaç yüzyılın bir “realitesidir”; bir gün kadar kısa milyonlarca yıllık bir insanlık tarihine nazarla. Farklı değerler sistemi ile farklı sosyal verilere bakılarak İslam dünyasının çok daha ilerde olduğu da söylenebilir.
Tüketim kültürü ilerleme ölçüsü değildir; bilakis bunun gerilemeye tekabül ettiğini söylemek te mümkündür -ki Batı’da bunu seslendiren düşünür sayısı her gün artmaktadır. Öne sürülen argümanlardan bir kaçı: Maddeci bakış açısı ile tanımlanan gelişmenin ürünleri olan tamah, hazcılık, ahlakın izafiyeti, nihilizm, olgularının toplumlar için katastrofik denebilecek sonuçları ortada.
Kendimizi materyal bakış açısına sınırlasak dahi modernite-maddecilik paradigmasının kapitalizmin de reddetmediği “hayatın kalitesi” bazında ilerlemeye tekabül ettiği de tartışılır. Her ne kadar daha iyi sağlık, daha çok ve ulaşılabilir yiyecek ve korunma sayesinde hayat beklentisinin uzaması ve nisbeten daha sağlıklı yaşam gibi somut bir ilerleme olsa da ölçülerimizin çıkış noktasına bakarsak hayatın kalitesindeki bu prima facie olumlu değişikliklerin tamamının ilerleme olduğu veya ödenen fiyatı değdiği de tartışılır. Örneğin, bu gün daha fazla insan meyve sebze ve ete daha kolay ulaşabilmektedir ama gel de gençlere doğal etin, meyvenin, sebzenin, ekmeğin, yoğurdun tadını, kokusunu tarif et. Papa’nın dahi “izafi ahlakın diktatörlüğü” tesmiye ettiği “fiziksel olarak mümkünse ahlaken caizdir” kültürünün normalleştirdiği eşcinsel evliliği, sübyancılık, ensestten, hayatın tanımını değiştiren, laboratuarda designer insan üretimine varan tezahürleri Batılı ahlakçılara alarm zilleri çaldırıyor.
Hâsılı, gelişmeyi Prof. Altan gibi tarif etmeyenler, tabiatı kontrol etmede kat edilen mesafenin “iyi” olduğunun ispatlanmadığını düşünenler var. Bu düşünürlerin derin ve sofistike analizlerine de ihtiyaç yok, eğer güncel örnek, küresel ısınmayı safsata olarak görmüyorsanız. Bu cümleden olarak Altan’ın sunduğu veriye şunlar da ilave edilse idi, bir iktisatçı zaviyesinden bakıldığında da daha objektif olur idi, Dünya nüfusunun yüzde 22 sini temsil eden Müslümanlar küresel ısınmaya katkısı ne kadar, doğal kaynak tüketimi ne kadar. Tahminim daha az gelişmiş olanın üretimi daha ilkel (daha az endüstri) ve dolayısı ile daha temiz olacağı için (temiz- pis endüstri ayırımı yapmadan) bunun en fazla üretimi kadar olacağıdır (Nüfusun %4,5 ini teşkil eden ABD’nin hava kirliğinin yaklaşık 1/4ünü ürettiği de malum veridir). Bu gün kitlelerin küresel ısınma ve benzeri “gelişme” ürünü tahribatın kıyamet boyutlarına yaklaştığı uyarılarına çoğunlukla umursamazlık, hatta sinisizim ile yaklaşıldığını biliyoruz. Ama farz-ı muhal, bu alarm sinyalleri günlük hayata ciddi tahditler oluştursa (İzmir’deki su kullanım uygulamasını genişletip büyütelim) “ilkellik, geri kalmışlık” olarak bilegeldiğimiz hayat tarzının aslında daha akıllıca olduğu fikri saygınlık kazanır. Modernite- materyal gelişmenin nihai tahlilde fazla “akıllıca” olmadığını söyleyenler sadece bir kaç marjinal “yetişmediği üzüme koruk diyen”, Doğulu veya müzmin muhalif, marjinal Batılı değil. “Gelişmiş ülkelerin hala boğuştuğu, “double dip” korkusu ile soğuk terler döktüğü, küresel krizin devam ettiği günümüzde gelişmişlik konusunda Fukuyamalar’dan daha mütevazı birçok Batılı düşünür. Ezcümle, geri kalmışlık konusunda, Frenklerin ifadesi ile “jury is out” (Jüri henüz karara varamadı). Bundan yüz yıl sonra aydınlanma da mutluluk ta çok farklı bir paradigma içerisinde tanımlanabilir.
Dahası, maddeci paradigma içerisinde dahi “İslam dünyasının geri kalmışlığı” biricik değil. Bir kere bu bazda geri kalmış olanlar sadece “İslam dünyası” değil, Güney ve Doğu’ dur da. Afrika’daki ve Uzak Doğu’daki Müslüman ülkeler ile diğerleri arasında gelişmişlik farkı fazla değildir.
Ampirik bilimde bir parametrenin sonuca etkisini değerlendirmek için diğerlerini sabit tutmak lazım. Tanımlanmış bir “gelişme” ‘de İslam veya Hinduizm veya başka bir dini-felsefi değişkenin etkisini ölçme, coğrafi şartlar, dış etkiler (sömürgecilik, emperyalizm vb) gibi faktörleri sabitleyerek yapılabilir ancak. Soru “Doğu ve Güney, Batı’ya göre niye geri kaldı” olsa idi biraz daha manalı olurdu ama fazla değil. Zira Doğu’nun Batı ile bir eşit yarış içerisinde olmadığı, hatta yarışa hiç girmediği de söylenebilir. Batı, reformlar ve onun önünü açtığı kapitalist, hedonist, izafi ahlak, bencilliği yücelten kültür ve bunun zemin hazırladığı endüstri devrimi ile materyal ilerleme sağladı. Bunları genel itibarı ile varlığı maddi dünyadan ibaret görmeyen, manevi yönü ağır Doğu medeniyetleri aynı kulvarda yarışan iki yarışçı olarak bakmak fazla basitleştiricidir. “Greed is good” (tamah iyidir) diyen vahşi kapitalist Ivan Boesky dünyası ile “there is enough for our need but not for our greed” (ihtiyacımıza yetecek kadar var ama tamahımıza değil) diyen Gandi dünyasının yarış halinde olduğunu söylemek ne kadar gerçekçidir? Ahiret inancı, kanaatkârlığı, manevi tatmini yücelten, bencilliği, tamahkârlığı men eden İslam’ın değişik nispetlerde hâkim olduğu toplumlar ile maddi tatminlerin önündeki duvarları yıkmış bir Batı toplumu ile yarışıp ta kaybettiğini söylemek ta pek objektif değil aynı nedenle. Burada İslam dünyasının aslında ileri olduğu ispatlanmadı, gaye de bu değildi. Sadece kavramın değer bazlı olduğunu ve müellifin hakikat tasavvuru ortaya konmadan, kazanan kaybeden ilan edilmesinin tanımlanmamış bir problemi çözmekle eşdeğer olduğunu ifade etmekti. Hâsıl olmuştur umarım.
bekirlyildirim@yahoo.com
Bu yazının altına ımzamı atarım.
Altan’a katılmamakla beraber su soruyu da soruyorum: eger Batıyla dogayı kontrol etme yarısına gırmezsek ve Batıyı gecmezsek onların tahakkumunden nasıl kurtuluruz? Soyle bır örnek gelıyor aklıma, peygamberımız Medınedeyken, Mekke musrıklerı tufegı kesfetse ne yapardı? “Madem onlar tufegı buldu bız daha cok calısıp makınelı tufegı ıcadedelım kı Mekkelıler Medıneyı ısgal edemesın” dermıydı? Ama sankı bu daha cok calısma konseptı bızım dınımızde yok gıbı. Ramazan ayında bır ay hayat yavaslıyor, odagınız otekı dunya oluyor. Isyerınde zaman en az ıkı kere namazla bolunuyor, uzun saatler calısan ınsanlar ıcın uc kere. Bana bunların hıkmetı hayatı yavaslatmak gıbı gelıyor. Teknolojık olarak batının gerısınde kaldıgınız an tahakkumu altına gırmeye baslıyorsunuz. Teknolojı eksıklıgı ummete kalede bır gedık olarak gerı donuyor. Nasıl cozucez bır paradox gıbı gozuken bu durumu?
Bu arada, cevre kırlılıgıne muslumanların katkısı da az degıl. Kaynak hatırlamıyorum ama UAE karbon footprıntı en yuksek ulke yada ulkelerden bırı. Ama tabıı UAE de “gelısmıs” ulke, kapıtalızm konusunda gelısmıs 🙂 Dubaı seyhı Seyh Muhammed’ın ulkenın vızyonunu acıklamak amacıyla bır gazete ıcın yazdıgı ancak A4 kagıdı dolduracak uzunlukta bır yazıda 5-10 kere kapıtalızm lafının gectıgını hatırlıyorum. Adamlar kapıtalızmı bulanlardan daha cok ozumsemıs. Oysa Erdogan Lubnanda dun yaptıgı konusmasında “…’hırs’ karşısında, biz ‘kanaat’ kavramına dikkatleri çekiyoruz. Esasen bizim medeniyetimizin bize emrettiği de tam olarak budur. ‘Komşun aç iken, sen tok yatmayacaksın’.Bencillik, yani enaniyet, bizim kitabımızda kendisine yer bulamaz.” dıyor. Iste bu adamı tam da bu yuzden sevıyoruz. Oyle degıl mı?
BeğenBeğen
Sondan Başlayayım gene Leyla Hanım.
Evet, bu adamı bundan seviyoruz. Ve bu mesaj da yazıda bahsettiğm sizin “paradox” dediğniz durum. İslam veya daha geniş bakarsak Hristiyanlık gibi reform geçirmemiş Doğu dinleri uhrevi hayatı Batlılar’ınkinden daha önemser (Asya-Afrika). İslami, Hindı, Budist öğretiyyi ne kadar az yaşasa da ne kapitalizmi ne de onun ürünü tüketim kültürünü bemimseyemez. Onun için Müslüman’ın kapitalisti de biraz “utangaç kapitalist” tir.
Peki gelişmezesek tahakküm altına mı gireriz? Bu günün realitesi evet dedirtiyor. Ama yazıdaki “gelişme” eleştirisi siyasilere, yönetcilere bir pratik istikamet önerisi değil, daha derinde, tüm akıllı insana “acaba gerçekten bu kadar akıllı mıyız, Yaradan bizi daha zeki yaparak dünyayı bu hala getirmemizi mi istedi? Ne kadar gelişirsek o kadar iyidir mi; ya da daha ilkel olan daha akıllı ise?” sorularıdır. Yani insanlığın bu materyalist “gelişme” paradigmasının sorgulamasıdır.
Bu daha temel zaviyeden baktığımızda aslında gelişen, ihtiyaçları çok daha fazla olduğu için çok daha fazla tahakküm altındadır. Amazon ormanlarındaki kabilelerin you-tube’un kapatılmasını protesto ettiklerini duymadım.
BeğenBeğen
Bekır Bey,
Tahakkum kelımesını mecazen kullanmadım. Yanı bahsettıgım youtubesuz, sampuansız, spor ayakkabısız yapamamak degıl. Cıddı cıddı Islam dıyarlarının ısgalınden bahsedıyorum. Kafamda hala aynı soru peygamberımız benzer bır durumla karsılassa nasıl bır stratejı gelıstırırdı?
Gelısim kelımesının anlamında sızınle -tabıkı- hemfıkırım.
BeğenBeğen
İnşallah bu soru bana değildir Leyla Hanım. Bu soruda günümüzün dindar liderlerinin ikilemleri de saklı Erbakan da Erdoğan’da bu ikilemlerle karşılaşıyorlar. Temelci-tavizsiz (fundamentalist) yaklaşımın Taliban-benzeri örnekleri var; liberal-pragmatik yaklaşım güzel örneği Türkiye: faiz ekonomisi, EU, çağdaş-laiklik, ama namaz kılan başbakan. Allah yardımcıları olsun karar vercilerin. Oturduğum yerden “bunlar abdestli kapitalist” diyen de Siyonist, BOP hamaseti yapan da olmak istemem. “Peygamberimiz bugün olsaydı şöyle yapardı” diyebilecek babayiğit var ise onun ben olmadığı kesin.
BeğenBeğen
Islam Dünyasının hali birinci Dünya Savaşı sonrası şimdiye göre çok kötüydü.O zamana göre bayağı toparlanma var. Batı her iki Dünya Savaşının izlerini çabuk sildi ve toparlandı ise bunda savaşlar öncesi birikimin büyüklüğü de rol oynamadı mı? Altanın maddeci felsefesi Descartes felsefesi. Tabiatı hammadde kaynağı olarak gören ve tahakküm altına alan anlayış… çok üretse bundan ne çıkar? Çıksa çıksa hayvanları ve tabiattaki diğer canlıları bu Dünyanın bizimle beraber birer sahibi olarak görmek yerine eşya gibi görerek canlıların neslinin kuruduğu, tabiatın kirlendiği ve sonuçta Dünyamızı her defasında daha çok yaşanmaz hale getiren bir zihniyettir. Meksika körfezinde yaşanan çevre felaketi gibi binlercesini Dünyaya hediye eden bir felsefedir.Bugün ekososyalizm diye bir akım var. Ekonomik büyüme yerine küçülmeyi savunur. Çevrenin kirlenmesinde ve kaynakların hoyratça tüketilmesinde ekonomik büyümenin etkisini araştırmışlardır.
en_oekosoz_en_rz.pdf erişimi için tıklayın
Selamlar
BeğenBeğen
Aslında sızeydı Bekır Bey ama Islamoglu yada Karaman hocamız, Alı Bulac, Fatma Barbarosoglu, Sıbel Eraslan, ve dusuncesıne saygı duydugum daha nıce ayadınımız cevaplamak ısterse o da kabulumdur 😉
Saka bır yana, sorunun ıkı ıkı daha dort eder tarzında bır cevabı olmadıgının farkındayım. Aslında taa ne zamandır kafama takılan bır soruydu, yazınız dıle getırmek ıcın ılham verdı.
BeğenBeğen
Aslında ben “Peygamber Efendimiz sağ olsaydı şöyle yapardı” gibi bir iddianın -spesifik bağlamda kullanıldığında- istismara açık olduğunu da ima etmek istedim. Teşbihte hata olmaz siz de bilirsiniz Busht “akşamları Tanrı ile konuşurum” derdi de Chavez “senin konuşruğun Şeytan” demişti.
*********
Güzel ilave Muzaffer Kazım Bey. Ben başkalarını da biliyorum gelişme büyümeye, teknolojiye karşı. Kimilerine “terörist” der establishment. Şikaogo’daydı sanıyorum böyle bir grubu yakarak öldürdüler bundan 20 yıl kadar önce. Ama artık marjinal bir söylem olmaktan çıkıyor bu, gidiş o yönde.
BeğenBeğen
Bekir Bey,
Elbette direkt efendimiz yasasa soyle soyle yapardi denemez -zira kimse yuzde yuz predictable degildir- ancak onun hayatindan bazi cikarimlarla “su durumda soyle yapmisti -allah bilir ama- bu durumda da yapacaklarindan biri belki bu olurdu” denebilir diye dusunuyorum.
Muzaffer Bey,
Uzunca makalenin cogunu okudum. Care ekososyalizm midir onu bilemem ancak bahsedilen teshislere kesinlikle katiliyorum. Hayatimizin pek cok alisilageldik, gozumuze normal gozuken gunluk aktivitesi, aslinda kesinle ne normal ne de surdurulebilir. Bir kullanimlik pet siselerde su, yerin dibinden bin bir zahmetle cikarilmis aluminyum madeninden yapilmis tek kullanimlik kutularda boyali sekerli su… Akillara zarar seyler aslinda. 3-4 gunlugune Amerikaya konferansa gittigim her defasinda dusunmusumdur “bu seyahatin dogaya yukledigi yuke degecek mi benim bu konferansdan kazanacagim yeni bilgiler/deneyimler?” Hic sanmiyorum.
Bana gore herseyin iki degeri var. Birisi uzerindeki yazan etikette yazan fiyat ki bunu cogu zaman hic bir zorluk olmadan odeyebilmekteyiz. Bir kutu kolaya herkesin gucu yeter. Ancak bir kutu kolanin dogaya yaptigi tahribati dusununce ortaya apayri bir bedel cikiyor. Urunun fiyati arti dogayi mahvetmenin bedeli. Bana gore her kutu kola 6 liraya satilmali. 1 lirasi urun icin, 5 lirasi dogaya yapilan tahribati tamir ve aluminyumu geri kazanmak icin. Hayir, bunu geridonusumun duruma care oldugunu dusundugum icin degil, insanlari tuketmekten alikoysun diye oneriyorum.
Bir illuzyonun icinde yasadigimizi dusunuyorum. Bu boyle gider, gidebilir zannediyoruz. Oysaki dunyayi bu hizla ve bu savurganlikla harcarsak daha dogrusu cope atmaya devam edersek, surdurulebilirlik icin oyle yeni teknolojilerin bulunmasi vesaire degil, yeni bir dunyalarinin kesfedilmesi gerekecek.
BeğenBeğen
Merhaba
Leyla hanım önemli olan oradaki tespitlerdir. Sosyalizme hiç sıcak bakan biri değilim. Başka bir isim altında ortaya çıkması da beni şahsen cezbetmiyor. O bahsettiğiniz şekerli sular hakkındaki teklifinize katılıyorum. Ben onları zaten tüketmiyorum.
Selamlar
BeğenBeğen
Birinci sorun: Yazının ikinci paragrafında geçen maddeci felsefe ile ilgili yüzeysel eleştiri. Maddeci felsefe, en azından materyalist felsefe doğayı tüketmeyi önermez. Tüketim kültürünü körüklemez. Bunlar pragmatizmin, yararcılığın türevleridir.
İkinci sorun: Termodinamik yasalarından haberdarsanız, entropinin artmasının kaçınılmaz olduğundan da haberdarsınızdır. Büyük yazgı. Kısacası küresel “ılıklaşma” ne yazık ki kaçınılmaz. Yani her yerdeki sıcalığın aynı olması (ılık) dolayısıyla enerji akışının çok yoğun ortamdan az yoğun ortama doğru gerçekleşmesinin son bulması. Önemli olan bunun ne kadar hızlı ve acımasızca olacağı. Ve kimler bu kısa zamanda en iyi şekilde yaşayacaklar, kimler bir gün yüzü bile göremeyecekler.
Üçüncü sorun: “Farklı değerler sistemi ile farklı sosyal verilere bakılarak İslam dünyasının çok daha ilerde olduğu da söylenebilir”. Bu fikir şu klasik örnekle karikatürleştirilebilir: Sıranın en arkasındaki adamın “Nereden belli en arkada olduğum? Başka bir bakış açısıyla sıranın en önünde bile olabilirim” diyen adam gibi (relativist yaklaşım)
Son: Sonuçta tek bir Dünya var. Ve adamlar bunu deli gibi kullanıyorlar. Küreselleşme diye bir şey var. Biz “doğudakiler” olarak daha az yiyerek, daha az dışkılayarak birşey kurtaramayız. Sonuçta bizim temiz bırakacağımız yerler potanisyel işgal bölgeleri olacak. Adorno ile bitiriyorum: “Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz”. Maddeci olmak ama adam gibi maddeci olmak lazım.
BeğenBeğen
“Maddeci felsefe” (günlük kullanım) demiştim (“meneviyatçı” nın zıddı, maddeyi merkeze koyan, maddeye tapan). Ne dediğmizi bildiğmiz taktirde kelime seçimlerinde serbestiz.
İkinci “eleşirinizi” kendiniz cevaplamışsınız: “Önemli olan bunun ne kadar hızlı ve acımasızca olacağı. Ve kimler bu kısa zamanda en iyi şekilde yaşayacaklar, kimler bir gün yüzü bile göremeyecekler”. Yaradılışın veya varlığın kurallarını sorgulamıyorum ben de “akıllı insanın” yaptığını sorguluyorum.
Üçüncü eleştiri “karikatürize” ötesi demagoji gibi. Aynı yarışta yarıştığımızı düşünüp geride kaldığımızı söylemek yanlış diyorum. “Sondaki adam” anolojisi hiç uymamış. “iyi güzel ve doğru” tanımlarından bağımsız bir “ileri, geri” hükmüne varılamaz ki yazının temel eleştirisi de budur. “çok tüketmek iyidir” demeden “çok tüketen kazanır” diyemezsiniz.
Doğudakilere daha az yiyin de emperyalistler için temiz bırakın yağmur ormnanlarını” mesajı da bu yazıdan çıkmaz. Bir doğulu ülkenin siyasetçisine, yönetcisine değil insanlığa, temel felsefi eleştriyi bizde her türlü gelişmeye karşı çıkan “istemezüğkçülerinki” ile karıştırmamak lazım.
BeğenBeğen
Son yorum “nasıl olsa evrenın entropısının artması kacınılmaz oyleyse bız de Batının ayak ızlerını takıp edelım, tuketımımızı sınırlamanın anlamı yok” mealınde. Hayat bana termodınamık kadar kınetıgın de onemlı oldugunu ogrettı. Termodınamık bıze ne olacagını soyler ama ne zaman olacagını soylemez. Insanlar zamandan bagımsız varlıklar degıller. Cevrenın kırlenmesını, kaynakların tukenmesını mınımum hıza ındırebılırız. Ayrıca cevrenın bır bufferıng kapasıtesı var. Yanı cevreye karsı her olumsuz faalıyetımız dırekt olumsuz bır etkıye donusmuyor. Hanı aynı cozeltılerde bır buffer mekanızması kurulduysa eklenen kucuk mıktarda asıt yada bazın pH’ı degıstırmedıgı gıbı… Insanlık tuketımını kısarak dunyayı cok daha uzun sure yasanabılır bır yer olarak tutabılır. Ama tabıı “bana ne, enınde sonunda dunya copluge donecek nasıl olsa, ha bugun ha 1000 yıl sonra dıyorsanız” o zaman sız de dunyayı copluge cevırmekte Batılılara katılabılırsınız.
BeğenBeğen
Hakan Köklü yorumu aklıma Ateistforum’da, Lübnan, Gazze katliamları üzerine “iyi oluyor, sosyal Darwinizm.. tabiat kuralı, daha güçlü daha akıllı olan ayakta kalıyor işte bunda ne var” diyen yorumcuyu getirmişti ama burdaki yaklaşımı ona eşitlemiş intibaı çıkar diye yazmamış idim. Şimdi de öyle demiş olmayayım. Ama entropi, “doğanın kanunu” demekte her hücremin reddettiği bir ahlaki yaklaşım. Umarım yorumcu açar ne dediğini de biz de anlarız.
BeğenBeğen
Sorun Bir: Gazze, Lübnan katliamlarını Sosyal Darwinizm’le özdeşleştiren beyinsizle benim yorumumu karşılaştırmak için biraz düşüncelerin zehirlenmiş olmaları gerekir. Demiş olmayayım deyip demek de iyi bir taktik. Öncelikle eğer İslam dünyasının ve Batı’nın ayrı dünyaları olsaydı sizin bu naif, safça önerilerinizin bir anlamı olabilirdi. Ama tek bir dünya var ve bu dünya onların av sahası. Yani “Ben az tüketiyorum, Türkiye olarak dünyaya karbon salınımının %4’ünü oluşturuyorum” demek önemli değil. Adama “%96’sı da aynı atmosferi, nükleer atıklar aynı toprağı kirletiyor. Sen buna ne öneriyorsun? Kapı komşunun israfkarlığı için önerin nedir” diye sorarlar.
Sorun İki: Entropi yasasına göre (Clasius’unki) harcanan enerji her zaman ortaya çıkan üründen, verimden, işten daha fazla olmak zorundadır. Bu da insanlar olarak her zaman tüketici olacağımızın ve bu dünyaya kattıklarımızdan daha fazla onu tüketeceğimizin göstergesi. İnsan varlığını korumak için her seferinde bir önceki konumunda harcadığından daha fazla enerjiyi harcamak zorunda. Bunun güzel bir örneği var: Eğer evrenin dışına çıkabileydik, orada muazzam bir enerji israfı görürdük. Tüm gezegenler, Güneş kendini dengede tutabilmek, var kalabilmek için muazzam bir enerji harcıyor. Bunun küçücük bir kısmı Dünyaya ulaşıyor ve yaşamı oluşturuyor. Bütün yasaların temelinde termodinamik vardır. Karşı çıkan taş olur valla! Hatta Mensa üyesi petrol mühendisi olsa bile.
Sorun Üç: Sizin maddeci felsefe dediğiniz 17.YY Fransız materyalistleri. Herşey maddi süreçlerle açıklanabilir, düşünce beynin bir salgısıdır diyen. Üstelik bunları sizin maneviyatçılarınız değil, yine maddeciler çürüttü. Aristoteles 2000 yıl önceden “Madde birçok farklı anlama gelebilir” der. Bu sezgi önemli. Madde önemli ama yine dediğim gibi adam gibi maddecilik önemli. Ama siz hala bir ruhunuz olduğuna ve içinizde bir yerlerde saklandığına inanıyorsunuz değil mi? Şüphede kalmak inanmaktan iyidir.
Sorun Dört: Leyla Hanım da sizin gibi dünyanın içine etmeyi önerdiğimi sanmış ve yanlış anlamış. Amacım bu iğrenç döngüde onlarla yarışmak değil, bunu yapanların önüne hangi stratejilerle çıkmak. Ama siz kafanızı kuma gömmeyi ve kola içmeyerek vicdanınızı rahatlamayı seçersiniz. Bunun mükafatı olacaktır değil mi başka bir dünyada? Bence önce buradan başlamalıyız: Başka bir dünyanın olmadığını kabul etmekle. Çünkü siz gözünüzü oraya diktikçe adamlar obezliğe doğru ilerliyorlar. Aksırıncaya kadar yiyerek.
BeğenBeğen
Hakan Bey,
“Sorunlar” ınızın yazı ile alkası ancak teğetsel veya “Mensa’lı petrol mühendsi”, “meteryalizmin gerçek manası” (kendi tanımımı bir kere daha tekrarlamama rağmen) gibi bağcı dövmeye matuf cinsten.
Yazıda ne dendiğii anlamak zor değil. Kafanızdaki ön yargılar, “başka konuya çalıştım hocam” diyen öğrenci hesabı aklınıza gelen başka konular yerine yazıda ortaya koyduğum fikire eleştriniz varsa cevaplarım.
“Tabii tahribat” ifadesi oksimorondur. Tahribat tabii değildir veya tersten tabii olana tahribat denmez benim lisanımda. Enrtropiden termodinammiği temel kanunlarından falan fayda gelmez size bu bağlamda.
Modern insanın akıllı olduğu kanıtlanmış değildir diyorum. Ama ana fikir: Methmet Altan veya başka biri “iyi, doğru ve güzel” ön kabullerini ortaya koymadan kazanan kaybeden ilan edemez. Bilimle alkası olan herkes baştan başlamak (big bang veya termodinamiğin temel yasaları) dendiğnde ne denildiğni anlar. “islam bizi geri bıraktı diyene “nedir geri kalmak” diyorum. Önce tanımlarını ortaya koy veya subjektif görüşün olduğunu itiraf et diyorum. Bunun hangi kısmına itirazınız?
BeğenBeğen
Sizin lisanınıza uygun cümleler kurmam gerekmediğinden içim rahat. Bağcı dövmeye de niyetim yok. Yazınızın ana fikri “Kimse bana İslam dünyasının geri kaldığını söyleyemez, bunlar perspektife göre değişir, geridir diyen bana önce geri/ileri karşıtlığındaki belirleyici kriterlerini söylesin.” demekten ibaret. Evet, ben de ortalama tüketim miktarının, dünyayı tahrip gücünün ilerleme gibi gösterilmesine karşıyım. Ama yazıdan başka bir fikir çıkmıyor. Tekrar alıntılıyorum: ” Farklı değerler sistemi ile farklı sosyal verilere bakılarak İslam dünyasının çok daha ilerde olduğu da söylenebilir”. Bunların neler olduğu söylenmemiş, herkes için apaçık hakikatlermiş gibi geçiştirilmiş. Ayrıca ben yalnızca yazıyla ilgili değil, sizin ve diğer yorumcuların yorumlarının da bende düşündürdükleri üzerinden tartışmaya katıldım. Fikirlerimi paylaştım. Eksik, yanlış olduğunu zannetmiyorum. Olan kısımları söyleyin, tartışalım.
BeğenBeğen
Girizgahta da bahsettiğm gibi yazıyı Star Açık Görüş için yazdım . Ordaki tıklama sınırlamasına uymak için de çoooook kesinti yaptım her zamanki gibi. Bıraksalar yüz sayfa yazardım ama gene de sizin beklediğniz kadar geniş felsefi bilimsel bir perspektiften ancak mevzuunun yüzeyini çizerbilirdim.
Yazının çerçevesi dışında ucu açık, sebest akan tartışmalalara girdim geçmişte tahrik üzerine, ama artık iştahım yok. Mesaj mecburiyetten sınırlı; yazının sonunda da dediğim gibi “aslında biz öndeyiz” tezi falan yoktu.
Yorumlar da okuyanlara farklı bakış zaviyeleri sunması bakımından iyidir.
Ortada bir lisan sorunu olduğunu da sanmıyorum. Farlılığı “her yiğdin bir yoğurt yiyişi var” olarak anlar geçeriz 🙂
**********
Hamiş: Şimdi bir önceki yorumunuza tekrar göz attım. Araştırmadım ama Türkiye’nin karbon salınımı yüzde 4 değil binde 4 olması daha akla yatkın geliyor bana (Argumanınızı çürütecek veri değil tabii ki).
BeğenBeğen
islam insanlığı hic bir zaman geriye degil ileri götürecektir. bu konuda insanlar yanlış yönlenmelere kapılmasınlar. geriye gidecegini düşünecek olanlar islam dinine karşı önyargılı veya düşmanca bakmakta olanlardır.
saygı ve selamlarımla
BeğenBeğen
Sorunumuz bu belki de. Temellendirmeden yoksun, öncüllerden, kanıtlamalardan türetilmemiş, bırakın akılla temellendirmeyi, sezgisel bir temeli bile olmayan dileklerden, temennilerden oluşuyor bütün bilgimiz (Buna bilgi denebilirse, kanaatler demek daha doğru). Kimse birşeye önyargıyla bakmıyor, görebilen için herşey apaçık. Üstelik bir hareket noktası olarak önyargı, önbilgi kaçınılmazdır esasında. Önemli olan bu önyargıların yapısı, nereden kaynaklandığı ve içindeki düşünce miktarı. “Somut durumun somut tahlili” der sol literatür ve önemli bir kabul. Bunu bir hareket noktası kabul etmek sizi ne maddeci yapar ne de solcu. Gerçekler herkes için ortak.
BeğenBeğen
Aslında benim temennim, hatta aktivzmim bu siyasi sosyal konularda köşe, mikrofon sahiplerinin buraları kahvehane geyiği yapmak için tutmadıklarını göstermek zorunda oldukları. Bu da ancak siyaset, sosyol0oji felsefe söylemlerinin de bilimsel metodolojiyi mimiklemesdir en azından (zaten bunlara da bilm diyoruz, köşe yazarlarımızın da kimi siyaset teorisyeni, kimi sosyoloji vs).
İşte sizin sol literatürden dediğiniz “somut durumun somut tahlili” bu yazıda tarif ettiğm “baştan başlama” ve iddianın bulunduğu nıoktaya kadar gelinen yolculuğu yapmak zorundadır objektivite iddiası var ise. Big bang’dan başlayamaz, ama oraya kadarki kısmı bir şekilde halledecek; ben maddeciyim, ateistim, marksistim, liberalim vs. gibi ifade ile söyleyeceklerinin o bilinen çerçevesinde düşünülmesi gerektiğini anlatır.
Ben buna uymaya çalışırım bu blogda, veya başka yerde herhangi bir ahlaki arguman yaptığımda ya “evrensel ahlakın minimumlarına” referans yaparım ya da varlığa (ki bu mümin ve inanmayanı ayrıştıtmaz- Tabiat-Yaratan).
Mehmet Altan da solcu da sağcı da bunu yapmadığında söyledikleri subjektiftir, “somut durumun somut tahlili” olmaz. Bu meseleyi hallettiğimizde oyun kurallarını da koymuş oluruz ve fikir ahlaki çerçevesinde bir tartışma başlayabilir “İslam bizi geri bıraktı mı” konusunda veya her hangi bir konuda.
Bu yazıda Altan’ın şahsında konuşmaya adeta tabiat kanunu kadar kesin addedilen bir saklı başlangıç olduğunu, ve o saklı kısmın aksiomatik olmadığını tartışmaya açık olduğunu vurguladım, bir yazıda yapılabileceği nisbette.
BeğenBeğen
Şu haber-yorumu da konuya alakasına binaen:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=15.12.2010&ArticleID=1032660
BeğenBeğen