Alın size bilimsel tebliğ gibi başlık!
1960ların ikinci yarısında bir zaman olmalıydı. Sivas’ta ortaokul öğrencisiyim. Simaviler’in Hürriyeti’nde Breziyalı futbol yıldızı Pele’nin değeri üzerine çıkan yazıyı sokakta mahalle çocukları ile değerlendiriyoruz. Gazete fiyatın dudak uçuklatıcı olduğunu vurgulamak için “Bir Pele ile neler alınır” başlığı atmış ve altına neler alınacağını sıralamış resimli olarak. on onbeş farklı nesne koymuş listeye. İki tanesi aklımda “16 tane Şampiyon Fenerbahçe”, “260 tane Anadol” (yeni çıkan “ilk yerli araba” , Murat’tan önce).
Herkes bunların hepsinin toplamı alınır diyor. Yani 16 tane Şampiyon Fenerbahçe Takımı + 260 Tane Anadol + Şu kadar apartman dairesi + ….. Bense hayır listedekilerden her biri alınır tamamı değilde diretiyorum. Herkes aptal olduğuma karar veriyor. Biri bahse var mısına götürüyor işi. Ben de teredütle erkekliğe leke sürmemek için varım diyorum. Tereddütün sebebi yanılabalieceğimi düşünmem değil, onların doğruyu belirleyici hakeminin de onlarla aynı zihin ve duygu seviyesinde biri olacağı korkum. Ve korktuğum başıma geliyor! Gidip bu işleri bizden iyi bildiği kesin olan, Fener Gassaray, Metin, Can felan işleri ile haşır neşir olduğu varsayılan Burhan Abi (ilkokul mezunu değil, futbol oynar ama ayağının birini çocukken araba ezmiş, kahve ile Kanlı Bahçe (boş arazi-futbol sahası) arasında, sadece “Topal” lakabi ile bilinen abiyi bilirkişi tayin ettiklerinde kaybettiğmi anlamıştım. “Topal” (bizim için saygıdan Burhan Abi) gasteye şöyle bir iki saniye göz attıı ve kararını verdi: “Bunların hepsi”. Ve hemen benden 5 lirayı -ki büyük para idi- tahsil etmeye kalktı bir kaç kazanan ortak. Birini çok iyi hatırlıyorum Edip Kızıltoprak diye bir oğlan; baş parmağını emerdi ileri yaşlarda dahi.. Şimdilerde Sivas’ın en zengini imiş duyduğuma göre; bir kaç kere altın kaçakçılığı, kredi kartı üzerinden tefecilik vs sabıkası varmış. Beni şaşırtmadı; tam da “adam olacak çocuk” tipi idi; ortaokuldan terk.
Şimdi bir de neden hala haklı olduğum düşündüğümü isbat gerekiyor değil mi? Malesef, olsun; bu blogun okuru değilse de vasatın ne olduğunu biliyorum. Bir üniversiteden masterli olduğunu söyleyen bir hemşehri “abi İstanbul’un nüfusunun dörtte ikisi Sivaslı” dedi! Açıklama şöyle: O Hürriyet haberinde Pele’nin o zamanki fiyatı yazıyordu: 24 milyon TL. Fenerbahçe takımı tekmili birden : 1.5 milyon TL. Bakın 16 x 1.5 = 24 mantığım mantıksız bulundu. Pele çook kıymetli idi ve ben onun kıymetini düşürüyordum. Böyle adam tabii ki haksızdır her zaman ve 9 köyde de. Ne vekil, ne bürokrat, ne “siyo”, ne de “hesap uzmanı” olmaya layıktır!
Vermedim kaybettiğim 5 lirayı tabii, zaten yoktu da ama hakaretler, küfürler, aşağılamalar hatta yumruklardan zor kurtulup kendimi eve attım.
Doğruyu savunup yanlış çıkmak ve yanlışın cezasını çekmek çocuk ruhumda derin izler bırakmıştır. Çok yaşadım bu tecrübeleri. Ortaokul’da “zeytinyağı, ayçiçek yağı, margarin, tereyağı fark etmez hepsi de 9.4 kalori” diyen fen hocasına “ama hocam o sadece kalori, bir de gıda..” ukalalığını yapmak beni Fen Lisesi sınavına sokmamasına (evet hocalar karar veriyordu hangi okulun sınavına girme hakkın olduğuna dahi!) neden olmuşluğu da vardır. Ve lisede biyoloji hocasının “parmak çıtlatmak çok kötüdür çünkü eklem yerine gelmiş olan mikroplar parmağı çıtlatınca içeriye girerler” bilimsel açıklamasına itirazdan dolayı yediğim dayak ve lise sonda iken liselerarası bilgi yarışması finalinde bizim ilerici Sivas Lisesi’ni gerici İmam Hatip Lisesi’ne karşı galip yapmak için o yıl Nobel Edbiyat Ödülü’nü kazanan Şili’li Pablo Nerdua’yı oracıkta “yanlış, Peruludur!” (İspanyolca’dan İngilizce’ye ondan da Türkçe’ye berbat tercümesini hemen almıştım şiir kitabının) yapmaya karar veren Milli Eğitim Müdürü başkanlığındaki jüriye kadar, kötünün, yanlışın iyiye galip gelişine çok tanıklıklarım ve yaşanmışlıklarım vardır.
Hayatım boyunca ve bu gün dahi aynı duyguyu hissettiğim çoktur. “İki kere iki dörttür; bakın sağlaması şöyle” dediğim için kaybettiğim tartışmalardan bitap düştüm! Çocukluk arkadaşlarının aksine şimdilerde beni yanlış bulanlar veya doğru diye derdi olmayanların çok daha kibar olduğunu teslim etmeliyim. Açıkça benimle iddiaya falan da tutuşmuyorlar. “Bakın şuna şöyle diyorsunuz bu yanlış, doğrusu şu, isbatı da şu” diyorum hala ama muhatap aldıklarım “nasıl olsa kimsenin ondan haberi yoktur; köşe yazarı değil, vekil değil, ünlü değil, fenomen değil, yüzbin takipçisi falan yok, öyleyse niye cevap verip de gayet karlı düzenimize çomak sokturalım” diyip devam ediyorlar. Ve kararlı, koordineli, planlı tarzda beni ve diğer liyakat sahibi doğrucuları “iç dairelerden, etkin yerlerden” uzak tutuyorlar. Tayyip Bey dahil bu seviyeden rahatsız olmayan, siyaset, sosyoloji, kültür iktidarlarının iktidarında doğru bilgi, derinlik, kültür, insan kalitesi yani hakikatin kendisi irtifa kaybediyor. Yok Ahmet Abi, senin ünlü dostlarından bir “akil adamlar heyeti” daha çekilerek çözülecek türden değil sorun; çok daha derin ve sizleri “ünlü”, cool, kanaat önderi, akil adam, Cumhurbaşkanı’nın muhatabı yapan karanlığı sorgulamak lazım!
Bir kaç örnek:
Bizim mahallenin en anlı şanlı, kül yutmaz köşe yazarları aynı mahalleden Nişantaşı’ya taşınan oğlanın “cicişlere mesajı” konusundaki çelişkileri üzerine yazı üretiyor ama kendi gazetesinde çıkan “Osman Gazi Köprüsü rekor kırdı” (http://www.yenisafak.com/ekonomi/5-gunde-400-bin-523-arac-gecti-2491179) ve http://www.karar.com/ekonomi-haberleri/5-gunde-400-bin-523-arac-gecti-180576?utm_source=992x220_slider&utm_medium=website&utm_content=manset_click&utm_campaign=anasayfa_manset_6li (yeni açılan köprü tek araç geçse rekor kırar gerzek!), “NATO Ülkesi Japonya, İsveçliler Hayır dedi (İsviçre’de herkese maaş bağlanması) türü dehşet verici kara cehalet örneklerinden ya haberi olmuyor ya da rahatsızlık duymuyor. “Cehaletten kimseye zarar gelmez ama şakşakçılıkta kusur etme yeter ki” sözünü slogan edinmiş bir “bizim mahalle”. Çözüm Süreci Akil Adamlar Heyeti’nin başkanlığını yapmış bir anlı şanlı abimiz bu defa da eğitimi kurtarmaya kafa yormuş ve bulmuş çareyi: Bir akil heyeti daha! Bu defa tevazu gösterip kendisini koymamış listeye Ertuğrul Özkök, Aydın Doğan, Ethem Sancak, TÜSİAD; MÜSİAD, diğer gazete patronu ve hatırı kalacak bir kaç dost. Bir diğer Parti Kurucusu Bacı‘nın fikir değil veri (fact, hakikat) olarak sunduğu bilgiler konuya minimal aşinalığı olanlara saç-baş yoldurur cinsten. Peki neden bu bacım hala köşe sahibi, kanaat önderi, entellektüel, Kelebel Etksi filozofu ? Zira liyakat dediğn sıfır km’den 100 kmye kaç saniyede gider? Hanım tesettürlü işte daha ne istiyorsun? Öbürü yurt dışında eğitim almış, Parti’nin beyin kadrosunun tepesinde. “Petrol fiyatları Suriye krizi nedeniyle fırlyabilir” gibi dahiyane bir keşif yapmıştı. Kendisine mantıki yanlışını “arz talep”kavramını açıklayarak anlattım. Hiç orlı olmadı, zamanın ruhunu kapmıştı genç: Takipçin, önemin, tirajın, The Uçak’a binip binmediğnce konuş!
“Ulaştırma Bakanlığı, projenin yıllık faydasının 2.5 milyon TL olacağını hesaplıyor.” Ne demek “yıllık fayda”? Eğer gelir kast ediliyorsa bu kadar “yıllık fayda” ile 5 miyar dolarlık köprü yaklaşık 6000 senede kendini amorti eder demektir. Herhalde başka bir şey ama ne? Tabii ki bu işi yapanlar bu kadar salak değiller; 5N-1K gibi derdi olmayan minimal “doğru bilgi” kaygısı olmayan gazeteciliğin seviyesi konumuz.
Kendisini gazeteci, köşe yazarı, akil adam, vekil, bol maaşlı gaste yönetcisi yapan sistemin “seviyesizliğini” Ethem Sancak tarafından postalanınca fark eden 3-kafadardan biri “üst akıl da neymiş; klasik müzik severim, fakir ve demokrasisi gelişmemiş ülke futbolda geridir” teorisyeni “üst akıl” demenin seviyesizliğini keşfetmiş . Şakşakçı akıllı da onun seviyesizliğini keşfetmiş, ona öğretiyor : Üst akıl diye bir liste varmış ama Özal gibi Erdoğan da açıklamamayı yeğlemiş, yüksek mülahazalar ile!
Güler misin ağlar mısın? Delinin biri duvara çiviyi ters çakıyormuş; öbürü de “o karşı duvarın” demiş. Saygıdeğer kanaat önderim “üst akıl” bir sistemdir, ne belirli kişi ne kurul, “establishment” veya kurulu düzenin, hakim gücün ortak aklıdır, karar mekanizmasıdır; çoğunlukla otomatikte çalışır, gidip kayıt olunacak Ergenekon veya FETÖ gibi bir örgüt değil. Hele bir bu kadarı kafanıza sokun! Sonra öğrenmek istiyorsanız gelin anlatayım.
“Kanaat önderleri” bunlar olunca nasıl kızayım ben buraya gelip bana karşı “Pentagon’un sırf MIT’ye verdiği para Türkiye’nin bütçesinden fazla ” fikrini savunan Boğaziçili gence?
Örnek tonla, ama bu kadar kifayet etsin, bir faydası olacaksa.
Daha dehşet verici olan ise bu vasatın hala -en azından görünürdeki taraf seçimi bazında- öteki mahallenin üzerinde olması ve tercih edilmek zorunda olan olması. Bundan daha beteri olur mu? demeyin “cinsel tercihime ne karışıyorsun” diyen “kendi öz mamulümüz” Nişanatşılı İmam Hatipli diyeyim varın gerisini siz tahayyül edin.
Hasılı: Korkuyorum anne!
“…Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?”
Na’at (Arif Nihat Asya)
Kanaat önderi, gazeteci ve bilumum resmen fikir beyan eden maaşlı ukalayı (akıllar demek) taksi şoförü olarak görüyorum.
Yolcular biziz, gitmek istediğimiz adresi biliyoruz. Yolu onların bizden iyi bildiğine şüphemiz yok.
Acaba gerçekten bu adamlar biz müşterilerini doğru yere mi götürüyor?
Veya bunlara müşteri olup kulak vereceğimize yazılarını okuyup gaza geleceğimize kendi gerçekleri görsek:
Bu memlekette “parlatılan” kişiliklerin ehliyetinin bile olmadığını şehri bilmeyen taksici gibi hayatı bizden iyi bilmediklerini, dünyayı doğru okuyamadıklarını, bununla da kalmayarak herkesi kendi yorum ve yaklaşımlarını kabule çağırdıklarını göreceğiz.
BeğenBeğen
Güzel teşbih. Binmiyoruz diyoruz ama görülüyor ki liderlik fazla önemsiyor bu sürücüleri.
BeğenBeğen