Başlığa bakarak bunun bir magazin yazısı olduğunu sananlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Hem tabloid, hem siyaset, hem felsefe hem din bilgilendirmesini aynı sayfada resimli, videolu yapan medyamız sayesinde bazı isimler ve suretler hafızada kalıyor ama ne hatunu tanırım, ne de magazine ilgim var. Aslında niyetim “arzın merkezine yolculuk”.
Bakın, insanların kim oldukları neyi ne için yaptıkları konusunda bir fikri olanlarına saygı duyarım. Hayata dair bir temel felsefesi olmayan, yaptığını, söylediğini bu felsefeye oturtamayan kişi az gelişmiş insandır. Konu içki içmek, muhtelif cinsel sapıklıklar, para hırsı, yolsuzluk, solculuk, sağcılık, dindarlık, dinsizlik olsun, kendini tanımak önemlidir. Yunus’un
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır” dizeleri, meçhul Eski Yunan filozofu “(önce) kendini bil” Descartes “düşünebiliyorum öyleyse varım” gibi hepsi aynı kapıya çıkan bilge sözleri “kendin bilmeyi” kamili geçtik vasat gelişmişlikte insan olma koşulu olarak belirler.
Ülkede ve dünyada bir genel kabul gören ve aksi yadırganan, ayıplanan hatta cezalandırılan doğrular vardır. Bizdeki “kültürel iktidar” bu doğruların hiç birini kendi üretmez. “Bence bu doğru, çünkü..” diyen çıkabilir ama o “çünkü” ‘den sonraki cümlelerinin tamamı tercümedir; Batı dillerinden tabii ki. O hazır kapsül olarak yuttuğu ama sindiremediği, geri dönüşüm yapıp “kendi imalatım” diye piyasaya sürdüğü değerler, Batı’da hangi imalatçıların, hangi sosyal dinamikleri kullanarak ürettiklerini anlasalar, lokantanın mutfağını görüp oranın yemeklerinden tiksinen müşteriden kötü hissederler ama bu da kaabiliyet işi.
İşte Atatürk’le de Cumhuriyet dönemi ile de temel zıtlaşmam buradan gelir: Bir millet kültürel piçleşmeye mahkum edildi; kendi için düşünme yasaklandı. Değerler diye sunulan bir ortak aklın ürünü değildi, bir entellektüel birikimden, tabii evrimden geçmemişti; Batı’nın bozuk mallarının ithalatı idi.
Bu arka planı anladığımızda Berrak Tüzünataç’ı da, (daha&helliip;)