Girizgah: Bunu sonradan ekliyorum. Size bir sırrımı vereceğim ama aramızda kalmak şartı ile. “Gıpta ettiğin kimseler var mı” diye sorulsa “var tabii” der idim ve sayacağım isimler arasında Roni Margulies de olur idi. Gıpta etme nedenim ise onun benim gibi “asabi” olmaması ve insanlıktan hala ümidinin olması. Aşağıdaki yazısında da göreceksiniz, o “herkes biraz Ergenekoncu, vicdanlar ölmüş” telinden çalmıyor. Hala temiz kalabilmiş birilerini buluyor, ya bakkal ya bir üniversitede bir kaç genç, ve bundan hareketle insanlık hakkında müsbet bir çıkarım yapabiliyor. Oysa ben hala güzel kalan bir şeyler aradığımda balta girmemiş yağmur ormanları ve kedilerimle baş başa kalıyorum. İşte ondan gıpta ederim Margulies gibilere.
Bu gün yazısını okuyunca kendisine ilk tepkimi şöyle ifade ettim:
Merhaba Roni.
Oyumu kullanmak için yazıyorum.Seninle aynı milletteniz! Yok,yok ne DNA’ma baktırdım, ne kafatasımı ölçtürdüm. İkimizin de Vicdaniyet Cumhuriyeti’nin vatandaşları olduğumuzu düşünüyorum.
Eline, zihnine sağlık omurgalı adam.
Yazını “etik tarzda” arakladım; haberin ola.
Selamlar
Bekir L. Yıldırım
——————————-
Roni Margulies (Solduyu, Taraf)
Üç kez arka arkaya seçim kazanan, üçüncüsünde bile yüzde 50’ye yakın oy alan bir başbakanın ipe çekilmesi için geçerli neden ne olabilir?
Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri kurdurtmuşsa asılmalıdır, değil mi? Memleketi yabancılara peşkeş çekip “Hepimizin adının Coni ve Maria olması” tehlikesiyle bizi karşı karşıya bırakmışsa, hem boynundan hem kulaklarından asılmalıdır, değil mi?
Peki, komünistlere eziyet eden ve emperyalizmin hizmetine giren bu başbakanı kim asar?
Ülkede komünizmden yana olan ve emperyalizme karşı olan güçler elbet. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri!
Ülkede komünizmden yana olan ve emperyalizme karşı olan güçler elbet. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri!
Bu onulmaz salaklığı, yani beş yıldızlı Türk generallerinin vatan kurtaran anti-emperyalist aslanlar olduğu düşüncesini duymaya alıştık. Ben en son Kocaeli’de yaptığım Ergenekon konulu bir konuşmada, bir İşçi Partisi üyesinden duydum bu saçmalığı. Genel başkanı hapiste olduğu için, üzüntüden aklı çok iyi çalışmıyor olabilir, mazur görmek gerekir. Üstelik Kocaeli Atatürkçü Düşünce Derneği başkanıymış. Yani eski başkanı Şener Eruygur da yargılanıyor. Üzülmesin de ne yapsın?
“Ben Ergenekoncuyum” diye başladığı konuşması giderek şirretleşti, üzüntü edepsizliğe ve saldırganlığa dönüştü. “AKP dalkavuğu”, “liboş” gibi laflar uçuşmaya başladı.
Ne var ki, 300 kişilik dinleyici kitlesinin büyük çoğunluğu, herhalde adamcağızın üzüntüsünü paylaşmadıkları için, ihtilaçlı çığırışlarını dinlemek istemedi, salonun dışına atıverdiler adamı.
Bu arada, hiç tanımadığım dört delikanlı benim önümde bir duvar oluşturdu. “Beni mi koruyorsunuz yahu?” dedim, “Evet” dediler. Kimmişler? Kocaeli Üniversitesi’nden Mazlum-Der üyesi dört Kürt genci!
Perinçek’in küçük asker bozmalarına karşı Müslüman ve Kürt gençler beni korumaya aldı. Tam da doğru yerde durduğumu bir kez daha anladım.
Geçenlerde, Türkan Saylan’ın evinin aranmasından sonra, “Bal gibi aranabilir” diye düşündüğüm için yalnız kaldığımı yazmıştım. “Değilsin” diye bir yığın mektup aldıktan sonra, Allah rahmet eylesin, sabah kadının cenaze haberlerini okudum, kalkıp bakkala gittim. Sigara ve ekmek alırken, bakkal laf açtı.
“Abi,” dedi, “ ben seyrettim, cenazeye Silahlı Kuvvetler çelenk yollamış. Bunun parası benim ödediğim vergilerden çıkıyor yani. Bunun hesabını kim tutuyor? Hangi bütçeden çıkıyor bu para? Ben nasıl kontrol edebilirim?”
Bakkala bak sen! İkimizin birden başını belaya sokacak! Askerden hesap soracakmış! Ya o sırada oradan bir İşçi Partili geçse. Duysa. Anti-emperyalizmin zinde güçlerine laf ediliyor diye kavga çıkarır alimallah.
“Kontrol filan edemezsin” deyip çıktım dükkândan. Ama bir kez daha gördüm ki, ben ve benim gibi düşünenler, sadece “sol” içinde yalnız kalıyoruz. Toplumun bütününde ise, hiç yalnız değiliz. Bakkal da bizim gibi düşünüyor, bakkalın müşterilerinin ezici çoğunluğu da.
Gelelim “AKP dalkavukluğu” meselesine. Ve Başbakan’ın ettiği şu sözlerle başlayalım: “Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.”
Önce ufak bir düzeltme. Türkiye’de farklı etnik kimlikte olanlara yapılanlar faşizmden kaynaklanmadı. Faşizm bir kitle hareketidir. Yoksul ve çaresiz kitleleri seferber edip örgütleyerek iktidara gelir. Burada böyle bir şey olmadı.
Azınlıklara yapılanlar hiçbir zaman faşist kitleler tarafından yapılmadı. Kemalist devletin Kemalist yöneticileri tarafından devletin resmî ideolojisine uygun olarak yapıldı.
İki örnekle yetineyim.
Birincisi, 1920’lerde İsmet İnönü’den: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip alacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”
İkincisi, 1934 tarihli İskân Kanunu’ndan. Kanunun 11 (b) maddesine göre, “Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı olup da Türkçe’den başka dil konuşanlar hakkında harsi, askeri, siyasi, içtimai ve inzibati sebeplerle… Dahiliye Vekili lüzumlu görülen tedbirleri almaya mecburdur. Toptan olmamak şartıyla başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan iskat etmek [atmak] de bu tedbirler içindedir.”
“Türk kültürüne bağlı olmayanlar” kim? Azınlıklar. “Türkçe’den başka dil konuşanlar” kim? Kürtler.
AKP dalkavuğu olmaya gerek yok. Böyle bir devletin başbakanı “faşizan bir yaklaşım” sözlerini edince, bunun resmî ideolojiye ne kadar büyük bir darbe vurduğunu kavramak yeter. Bu resmî ideolojiyi yıpratmanın, geriletmenin ne kadar önemli olduğunu kavramak yeter.
AKP, bu sözlerin gereğini yerine getirmekte, somut adımlar atmakta çekingen ve eksik davranacaktır, kuşkum yok. Ama bu sözleri eden bir hükümeti, “Ne mutlu Türküm diyene demeyenler düşmanımızdır” diyenlere karşı savunmak gerektiğinden de kuşkum yok.
Not:
Aynı yazarın şu yazısı da tavsiye olunur:
Hocam harika bir yazı. Roni Margulies, ismi lâzım gelmeyen bir sitede okuduğuma göre Robert Kolej mezunuymuş. İsmi çok ilginç. Sefarad Yahudisi kökenli filan mı acaba? Ya da İtalyan veya İspanyol Levanten filan mıdır köken olarak?
İzniniz olursa, bu yazıda değinilen faşizm ve azınlık düşmanlığı konusunda Mustafa Akyol beyin sitesine gönderdiğim ve inşâ-Allah önümüzdeki haftalarda yayına sokmak istediğim fikiralemi.wordpress.com adresli sitemde de yayımlayacağım şu yorumumu burada da paylaşmak istiyorum. Ancak ilk paragraftaki sorumu cevaplayabilirseniz, bunu yapmayı unutmamanız beni çok memnun edecektir. Buyrunuz o yorumum:
—–
Cumhuriyetten veya hadi diyelim 1908’de başlayan İttihatçı iktidardan önce böyle faşizanca azınlık düşmanlıkları yoktu.
Söz gelimi, ben, 18. yüzyıl sonuna ait, Fransız usulü alfabeyle ve güzel bir Türkçe ile yazılmış bir piyes okudum. Yazarı, Türkiye’de sanırım elçilik görevi yapmış bir Fransız papazdı. Okuduğumuz tiyatro oyunu metni, kalın bir Türkçe gramerinden alınma, tarihsel bir amaçla bakıldığında enfes bir piyesti. Bunu aslında profesörümüz okuttu. Yanında Fransızca çevirisi de vardı. Fransızcam pek iyi değildir, ama transkripsiyon, bugün kullandığımız alfabeden farklı olsa da, çok doğru ve güzeldi, o sayede her yazanı anladım.
Her neyse, bir Fransızın büyük ihtimalle yerli bir Hıristiyanla beraber yazmış olacağı o piyeste o zamanki Osmanlı toplumunda Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin, özellikle de Müslümanlarla Yahudilerin nasıl beraber hareket ettikleri ve gündelik hayatta sürekli birlikte yaşadıkları görülüyordu. O kadar ki, bu üç dinin temel öğretilerinin benzerliğinin de etkisiyle, kullandıkları dinî-manevî kelime haznesi bile, en azından Türkçe konuşurken tamamen aynıydı. Hikâyede, bir Firenk tüccarına karşı birlikte dolandırıcılığa kalkışan bir Müslümanla bir Yahudiden bahis vardı. Herhalde yazanlar Hıristiyan olmalarının da etkisiyle dolandırıcı rolüne bunları daha rahat koyabilmişlerdir, yoksa dolandırıcı taraf daima Müslümanlar ve Yahudiler değildir muhakkak… Ama orası önemli değil, önemli olan benim yukarıda anlattığım ana fikirdir; yani gayri-Müslimlerle Müslümanların cumhuriyet dönemi öncesinde sıkı fıkı olmaları ve aralarında faşizanca duygular olmamasıdır…
Ama 19. yy’da, uluslaşma ideolojisine kendilerini kaptırmış Balkan Hıristiyan kavimleri tarafından, önce Balkan Türklerine-Müslümanlarına karşı büyük bir ayırımcılık ve bir soykırımlar dizisi uygulandı. Bunun üzerine, Türklerde ve Türkiye’yi kuran Osmanlı Müslümanlarında da bir azınlık düşmanlığı başgöstermeye başladı. Ulusçuluk ideolojisinin Türk entelijansiyasına da ulaşması bu düşmanlığı iyice körükledi.
İttihatçı ve cumhuriyet dönemi kadroları bu düşmanlığı dindirmeye çalışacaklarına daha çok kaşıdılar. Çünkü Osmanlı Müslümanlarını daha önce (ve de daha sonra) soykırımlara ya da zulme tabi tutmuş farklı farklı Balkan milliyetçileri gibi onlar da artık bir ulus devlet inşa etmek istiyorlardı. Ulus devlet inşasının başarıya ulaşması için de azınlıkların ötekileştirilmesini gerekli gördüler.
İşte bizdeki azınlık fobisinin kökeni budur. Yoksa ulusçuluk ideolojisi bize dayatılmadan önce, bizim atalarımız bizim bugünkü toplumumuz gibi değildiler bu hususta. Hem de hiç değildiler.
Hatta benim, Allah’a şükür, nispeten eğitimsiz ve dolayısıyla aklı başında kalabilmiş annem bana hep şöyle der (ki o, birkaç nesil önceki ataları söz konusu zulümler ve katliamlar eşliğinde Rumeli’den buralara sığınmış olan, kendi halinde bir Rumeli-Anadolu insanıdır): “Oğlum gâvurlara sövme, şu kötü işi onlar yapmıştır diye haklarında atıp tutma. Yoksa onlara haksızlık edersin yarın öbür gün. Oysa Müslümana haksızlık etsen öbür dünyada ona hakkını ödeyebilirsin, ama gâvura ettiğin haksızlığın karşılığını mahşerde ona ödeyemezsin. Allah muhafaza, ondan sonra Allah’ın seni cehennem cezasına çarptırması gerekir.” Annemin bu tür bilgileri hep büyüklerinden ona aktarılmadır. Demek ki bu da yukarıdaki hükümlerimi doğruluyor.
İşte böyle… Modernizm ve ulusçuluk gibi modern ideolojiler bize ne çok şey öğretmiş değil mi?! Devletçi, ulusçu, seküller okullarda tahsil gördükçe ne biçim aydınlanmışız (!) görüyor musunuz?
BeğenBeğen
Sanıyorum Sefardim Ravi. Daha öce yazısını koyduğum, en takdir ettiğim entellektüellerden Isrel Shamir de Yahudi, hem de Israil ordusunda savaşmış biri. Ondandır yazının başına eklediğim giriz<gahta Roni'ye "seninle aynı milleteniz" demem.
Yorumundaki temel mesajı tamamı ile paylaşıyorum. Tarih konusunda fazla birikimli değilim, ama ırkçılığın da bir ideloji olarak milliyetçiliğin de BAtı patentli olduğu konusunda şüphe yok. Verdiğin tarihi nedensellik tahlili de benim bildiklerimle örtüşüyor.
Insanların kendi kavimlerini diğerlerine tercih etmeleri, ona sadakat ne bir üstünlük şiarı, ne alçaklık. Sadece bütün canlılarda var olan ayakta kalma güdüsünün bir tezahürü kökende. Hal böyle olunca kimse ne diğerinden "daha milliyetçi" olmakla övünmeli ne de bu yeni yetme "yüzleşmecilerimizin" yaptığı gibi Türk_ıslam olan her şey kötü, öğünülecek hiç bir şeyimiz yok, tarihimiz utançtan ibarettir" diyen Ayşe Hür gibilerin yaptığı gibi.
Ayşe Hürler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneşin yüzü balçıkla sıvanamaz.
Bu konudaki fikrimi bir yerde şöyle ifade etmiş idim " En kötü insanlar milliyetçi de değildir evrenselci de. Zira kendisinden başka bir şeyi sevemez. Biraz daha iyi insan milliyetçidir. En iyi insan da milliyetçi değil ahlaki doğrucudur".
Şu öğretideki güzelliği görmek için Müslüman olmaya hacet yok:
(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.) [Hucurat- 13]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, [Arap olmayana] Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.) [İbni Neccar]
———————–
Bir de sevdiğm bir Einstein sözü:
"Milliyetçilik (ideloji olrak- BLY) kızamık gibi bir çocukluk hastalığıdır"
BeğenBeğen
Evet hocam, modern milliyetçilik/ulusçuluk bize batıdan geldi. Ancak İslâmiyetten önce de bir “kavmiyetçilik” türü mevcut idi. Bu kavmiyetçilik, Arapçılık filân değil de “kabilecilik” idi daha çok. Hz. Peygamber efendimiz, bu kabilecilikle beraber, Arap kavmiyetçiliğini de, her türlü kavmiyetçiliği de yasakladı. Onun Veda Hutbesi’ndeki “Arap’ın Arap olmayana, açık tenlinin siyaha hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva (Allah’ın adaletli azabından, kötülük yapmaktan sakınma) ile olur.” ifadesi, Allah’ın Kuran’daki ayetleriyle beraber, bunu çok güzel tebyin eder. Ancak ne Araplar ne de Türkler, uzun onyıllar, belki de birkaç asır boyunca kabileciliği tamamen bırakamadılar. Hatta anlaşıldığına göre, Arapların İslam sancağı altında birleşmesini istismar eden Emevîler bir tür Arap kavmiyetçiliği bile yaptılar.
Müslümanlar epeydir neredeyse bütün kavmiyetçilikleri bırakmış idiler ki modern dönemde kabilecilikten daha kapsamlı ve dolayısıyla muhtemelen daha tehlikeli bir kavmiyetçilik (veya Hz. Peygamberin bir hadisindeki ifadesiyle “asabiye”) türü tekrar toplumlarımıza girdi. Bu yeni kavmiyetçilik, modern batı kaynaklı ulusçuluk ideolojisi idi…
Saygılarımla hocam.
BeğenBeğen
Bekir bey selamlar,
şu siteyi takip ediyor musunuz?
http://www.kamilpasha.com/
BeğenBeğen
Hayır, haberim yoktu.
BeğenBeğen
sayın Bekir bey, gerçekten samimiyetle soruyorum, ve gerçekten fikrinizi merak ediyorum. lütfen sorumda bir ard niyet aramayınız. İslam dinin Yahudi Yristiyan ve başka dinlerden olanları algılayışı nedir? cihad kavramınıda bu çerçevede değerlendirebilir misiniz? konuyu bu şekildede değerlndirebilir misiniz? teşekkürler
BeğenBeğen
Pınar Hanım,
Algılama kişisel bir olaydır. Islam’da Hırisatiyanlar ve Yahuıdiler ehl-i kitaptır. Onun ötesini ulemaya (örneğin burada linkini bulabileceğiniz Hayrettin Karaman Hoca) sormanızı tavsiye ederim zira “yarım doktor candan.. yarım hoca imandan eder”. Şahsen nihai ünsiyet kriterin güzel ahlaktır.
BeğenBeğen
ilginiz için teşekkürler ama açıklamanız tatmin edici değil. şöyle ki diğer milliyetçilik yorumlarınızı yaparken neyi referans alarak yapıyorsunuz? bildiğim kadarıyla dini referans alarak yaşam tercihleriniz yapan birisiniz. bu noktada taşların yerine oturmuş olması gerekmez miydi? not: bu soruyu şahsınızda tüm müslüman bireylere yöneltiyorum. şahsınızla ilgili bir alıp vermediğim yok. teşekkürler
BeğenBeğen
Milliyetçilik yorumları? Anlayamadım. Ben milliyetçilik değil doğruculuğu esas alarak yorum yapıyorum. Yaşam tercihlerimden de pek bahsetmedim. Müslüman olmayan bir birey olarak mı soruyorsunuz müslüman bireyleri? Böyle olsa dahi sorunuz “hayatın manası” kadar geniş. Diğerlerini de kendininiz hakkında bilgilendirirseniz belki bir diyalog olur.
Benim yaşadığım dünyada iyi ve kötü seçimleri zor değil. Gri alan çok azdır. Bundandır “şeytan gri alanda yaşar” demem. Ör: Gazze’deki katliamlara, bir genç kızın başı örtülü olduğu için okul kapısından geri çevrilmesine yüreği sızlamak, Ergenekon’dan tiksinti duymak veya kış günü sokakta yiyecek arayan kedi köpek yavrularına acımak için bunların dinin emri olduğunu bilmeye dahi gerek yok. Evrensel ahlakın minimumları yeterlidir.
Kanaatimce eleştirdiğiniz, karşı çıktığınız bir fikir varsa onu ortaya koymanız daha uygun olur. Burada serdedilen fikirler değil kafanızdaki bazı varsayımlar ve ön yargılar üzerinden bir sorgulama yapıyorsunuz gibi geliyor yorumlarınızda Pınar Hanım.
BeğenBeğen
zannediyorum ben yanlış ifade ettim. milliyetçilik yorumları derken milliyetçiliği yorumlayışınızı kastetmiştim. yani millieyetçiliği neyi referans alarak yorumluyorsunuz diye sormak istedim. bununla parelel olarak farklılıkları ve farklılıklara tahammülü hangi sınırları referans alarak yorumladığnızı öğrenmek istemiştim. ve farkılıklara tahammülün ve tahammülün sınırlarının islam dini içindeki yerini ve sizin bu konuda algınızı öğrenmek istemiştim. kendimle ilgili bilgi verebilirim tabi ama insanları meşgul etmek istemem. ben sadece sizin fikrinizden istifade etmek istedim. sadece bir soru. herhangi bir cevabı almak için odaklanılmamış bir soruydu benimki. cevaplarsanız, fikirlerinizden istifade etmemi sağlarsanız memnun olurum. teşekkürler.
BeğenBeğen
Pınar Hanım,
Milliyetçilik aslında temelde insanın önce kendini, sonra kendine en yakın olanlar, sonra bu şekilde genişleyen daireler içersindekilere duyduğu ünsiyet, sadakat kayırma duygusudur ve bu tabiidir; hayvanlarda dahi vardır kabilecilik. Ayakta kalma güdüsünün bir tezahürüdür. Modern, idelojik milliyetçiliğin kökenini Ravi’nin yorumunda bulabilirsiniz. Ben de Einstein gibi milliyetçiliğn bir ideoloji olarak kızamnık gibi bir çocukluk hastalığı olduğu kanaatindeyim. Sınırlayıcıdır. “iyi, doğru ve güzel”, halkı-haksız gibi kavramların önüne geçmesi ise ahlaki değildir. Yukarda tarif ettiğm daire ne kadar büyük ise yani bahsettiğniz “referans” dairesi ne kadar geniş ise o kadar makbuldür. Milliyetçilik referansı ülkede yaşayan herkes için olan milliyetçi, dairesi sadece kabilesi veya etnik kesimi olandan ahlaken istündür ama ondan da üstün olan bütün insanlığı hatta bütün varlığı gözeten cinstir ki ona artık milliyetçilik denemez. Ait olduğu topluımun kültürüne, değerlerine bağlılık bu tüm insanları gözetme ilkesi ile çelişmez. Farkıllıklara tahammül konusu İslam’da da evrensel ahlaka göre de milliyet ile alakalı değil davranış biçimleri ile alakalıdır. Yoktur öyle eşcinselliği de ortalıkta ayyaşlığı da sadece “farklılık” diye hoş görmek. “tahammül” kendini reddetmek değildir. Bu konuyu “Liberal muhfazakar Müslüman?” yazımda ( https://bekirlyildirim.wordpress.com/2006/06/29/liberal-muhafazakar-musluman-2/ ) bir nebze irdeledim. İslam’ın kavmiyetçilik konusuna bakışını da gene yukarda gerek ben gerek Ravi’nin naklettiği Ayet ve Hadisler özetler sanıyorum. İslam’da millet aynı inanıştakilerdir, yani ümmettir. Bu bir kavmi baz alandan çok farklıdır zira değerler bazlıdır, kafatası değil.
Ümid ederim cevaplayabilmışımdir.
BeğenBeğen
Pınar hanım, Bekir hocam size Hayrettin Karaman üstadımı okumanızı tavsiye etti. Ben de size direkt bir makale tavsiye edeceğim üstadımdan –ki bence o Türkiye’deki en büyük bir iki âlimden biri hatta naçizane kanaatimce kesinkes birincisidir. İsterseniz, bu bağlantılayacağım makaleyi hocamızın kendi sitesinde okuduktan sonra benzeri yazıları orada da arayabilirsiniz. Kusura bakmayın. Ben tam bir internette yazma “manyağı” oldum bu aralar. Yazmam gereken daha önemli bir şeyler var. Biraz uyuyup onları yazmalıyım. O yüzden, benim önceki kanaatlerimle de örtüşen ve onları tamamlayan bu makaleye bırakıyorum sözü.
Evet, sabırsızlıkla beklediğinizi bildiğim bağlantıyı veriyorum, ama alttaki bana ait eklemeleri de okursanız sevinirim, bunları başka bir sitede yazmıştım. Buyrun: http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/laikduzen/2/0203.htm
Ve bir de bu benim lâflarım (fakat “tûtî-yi mucize-gûyam ne desem lâf değil” şaka şaka):
gayri muslimlerin islam devletlerinde sahip olduklari haklar
laik devletlerde sahip oldukları haklardan daha fazla miktarda sahip oldukları haklardır.
bunun tek istinası, benim “seküler din” tabir ettiğim ateizm, agnostisizm ve deizm gibi seküler inanç tarzlarına sahip insanlardır. bunların laik sistemde daha çok hakları vardır, çünkü laik sistemde bunlar kendi hukuk anlayışlarını bütün vatandaşlara zorla dayatırlar. aslında laiklik demek, bunların inanç(sızlık) sistemine uygun olan, hıristiyanlık, yahudilik ve islam gibi inanç sistemlerinin kendi hukuk anlayışlarını hiçe sayan hukuk demektir.
islam dini ise, aşağıda en saygıdeğer profesörlerimizden islam hukukçusu hayrettin karaman hocamızın da izah ve teşrih ettiği (açıkladığı ve derinlemesine açımladığı) üzere, seküler dinliler yani dinsizler olsun, yahudi ve hıristiyanlar olsun, herkesin kendi hukukunu çoğu zaman işletebilmesini sağlar ve onlara islam hukukunu çok zaruri ve istisnai durumlar haricinde dayatmaz. islam hukuku, en iyi, en hoşgörülü hukuk sistemidir.
en büyük alimlerimizin ictihadları yoluyla çağımızın şartlarına –tamamen kendi esas prensipleri temelinde ve laik hukukun dayatmalarına uğramaksızın– uygun hale getirildiğinde, herkes islam hukukunun güzelliğini görecek ve onu gönül rızasıyla –geçmişte pek çok zaman olduğu gibi– benimseyecektir.
meselâ islam’ı birçok zaman gereği gibi uygulayamamış da olsa, osmanlı devletinde bile, hıristiyan ahalinin iç işlerine kendi papazları ve seçtikleri yöneticileri bakarlardı. hukuklarını ve davalarını bu papazlar yerine getirirdi. kendi inançlarına göre yargılanırlardı. osmanlılar, onların iç işlerine –eşkiyalık ve dayatmacılık yapmaya kalkmadıkları sürece– asla karışmazdı. laikliğin asla ulaşamayacağı böyle bir mantıkî ve ahlakî üstünlüğe sahipti islam hukuku.
şimdi ülkemizin en büyük âlimlerinden olan (allah ilmini, hikmetini ve afiyet ve selâmetini arttırsın) islam hukuku profesörü hayrettin karaman hocamızın kendi sitesinden bir alıntı yapıyorum. zahmet edip onu da okumanız sizin hepiniz için son derece aydınlatıcı ve ufuk açıcı olacaktır. lütfen mahrum kalmamaya çalışınız.
BeğenBeğen
islam hukukunu çok zaruri ve istisnai durumlar haricinde dayatmaz. Dayatmaz derken mesala hangi meselelerde dayatır hangi durumlarda dayatmaz açıklayabilirmisiniz?
Selam Ve Saygılarımla,
Malumunuz Türkiye’de gündem olduğu üzere bir tarafdan kaos planları darbe girişimleri bir tarafdan demokrasi açılımları kürt asıllı vatandaşlara kültürel haklarının verilmesi vesilesiyle ortalıkda enformatik bir kirlilik oluştu insanların kafa ve gönülleri karıştı. Meselelerin vüzuha kavuşması adına inanan insanların Kur’an ve sünnet perspektifinde devlet telakkisi millet telakkisi milliyet telakkisi anasırı ünsiyet telakkisi nasıl olmalı?
BeğenBeğen
Malesef fakih değilim Sn. Yılma Pınar Hanım’a cevaben ifade ettğim gibi. Yukarda konu ile ilgili kişisel anlayışımı ifade ettim.
BeğenBeğen
Ben de fakih değilim, yukarıda ben de o konuda bir şeyler yazmışım. Sanırım bildiğim kadarın hepsini yazdım. Ayrıca Hayreddin Karaman hocamıza da bağlantı vermişim. O tür yerlere müracaat etmek gerekir herhalde. Bu hususta yazan çok değerli âlimlerimiz var, başta da sanırım Prof. Hayrettin Karaman.
BeğenBeğen