Beni bu notları düşmeye iten provokasyon, evet iyi tahmin ettiniz, gene Kürşat Bumin karakterinden geldi.
Geçmişte bu adamla ilgili bir kaç yazı yazdım. Bununla gurur duymuyorum, zira “aptallar kişilerle, ortalama zekalılar olaylarla, zekiler ise fikirlerle uğraşır” sözü bana da hatırlatıldı. Lakin her zaman da ne o ne de “sineklerle uğraşma, bataklığı kurut” darbımeseli ortadaki somut meseleler karşısında pratik yol göstericilik arz etmiyor. Daha önermlisi tahrik gelince insan tabiatı devreye giriyor.
Bu adamın cürümleri artık çizmeyi aşmış vaziyette. Tahmin ediyorum, benimki gibi okur tepkileri yanında kendi gazetesinden ve diğer mütedeyyin, demokrat kesimin medya mensuplarından buna benzer çok protesto geliyor zata. O da hem incinmiş gurur hem de ikbal stratejisi olarak “aykırılığın” dozunu arttırmakta buluyor çareyi.
Tabii ki daha önce bahsettiğim “anal retentive” lik ve kimsenin görmediği noktayı yakalayan kahraman olma, sürü ile gitmeme iddiası her zaman geçerli. Aslında bu adam hiç bir konuda yazmıyor, güncel meseleleri malzeme yapıp sadece kendi hakkında yazıyor, “Bu gün nasıl bir açı yakalayayım da herkesten ve özerllikle de şu anda bulunduğum mahalledekilerden farklı ve üstün olduğumu göstereyim” güdüsü ile bilgisayarın başına oturuyor. Bundan da odadaki fili ihmal edip pervazlardaki tozlara odaklanan yazılar çıkarıyor.
Son örneği bu günkü yazısı. Hazerete göre bu ıslak imzalı yazı doğru olabilirmiş te olmayabilirmiş te yalnız bu belgeyi gönderen subayın makbul olmadığı kesinmiş. Dikkatinizi çekerim GK da bildirisinde Ak Parti ve Gülen Hareketi’ni bitirme planı değil bunun dışarı sızdırılmasını “vahim” olarak tanımlıyor. Rahatsızlık kaynağındaki benzerliğe dikkat çekiyorum sadece, niyet okumuyorum.
Almış ihbarı yapan subayın mektubunu önüne. Satır satır analiz etmiş yaman hafiye kül-yutmazlığı ile. Islak imzalı planı değil de subayın sunuş mektubunda sarf ettiği “savcım”, “ben de parçası idim ama artık vicdanım müsade etmedi” mealindeki cümlelerden subayın psikoanalizini yapıp bu cümlelerin samimiyetini sorgulamayı vazife edinmiş! Ve samimiyetsiz olduğu yargısına varmış. Esas vahim olan da bu imiş.
Sormazlar mı şimdi adama: Sahi senin derdin ne arkadaş?
Hadi senin oyununu oynayalım bir an için:
Velev ki ihbarı yapan subayın kişisel motifleri var. Belki terfi bekliyordu olmadı. Belki kendisinden aşağı olması gerekenlerin yükseldiğini düşünüyor. Belki üstlerine yeteri kadar güven vermediği için cezalandırıldı ve intikam alıyor.
Ve belki de samimi yani söylediğ gibi “vicdanı rahatsız”. Mümkün değil mi?
Hemen her gizli saklı kirli işleri ihbar edenler, delil sağlayanlar bir şekilde o kirli işlere bulaşmış kimselerdir. Mafya’dan Iran-Kontra’ya, Temiz Eller’den, Watergate Skandalı’na, PKK itirafçılarından, İskigate’e kadar bu hep böyledir. Herhalde “darbe planlarını” Erenköy Camii’nin imamı ortaya çıkaracak değildi.
Ne b.. yediğni sanıyorsun elçiyi sigaya çekerek? Diğer insanlar sanki bu subayın cümlelerinin hepsinin samimi olduğunu peşinen kabullendiği için mi “darbe planı” nın izini sürüyor? Ne alakası var? Bu planın aslını ulaştıran Veli Küçük olsa ne yazar? Bu mudur sorulması gereken soru?
Aynı zatın dünkü yazısında da esas derdinin ne olduğunu da ilave edeyim de “niyet okuyuculuğu” size bırakayım:
““Islak imza”lı belgenin Dursun Çiçek ile aynı ya da benzer bir işi yapmakta olan muvazzaf bir subay tarafından , yanına bir ihbar mektubu iliştirilerek savcılığa postalanmış olması, üzerinde hiç durulmayacak türden sıradan bir işlem midir? ”
Bu tür rahatsızlıklar artık bir “pattern” oluşturuyor bu köşe kadısı için. Hatırlayınız daha bir kaç hafta önce “Aydın Doğan’dan ödenmemiş vergi ve kanuni cezası talep edildiğinde de bunun “hükümetin muhalif medyayı imha hareketi” olarak tavsif eden ucuz Voltaire’lerden idi. Fakir bu blogda bu güruha vergi mevzuatına hiç referasns dahi yapmadan ve o işlerden anlamadığını, bakma zahmetine dahi katlanmadığını itiraf eden yazılarda nasıl Aydın Doğan’ın savunmasına aynen katıldıklarını sormuş idi. Eh, bir mütevazi blogcuya cevap vermek zorunda değller idi, büyük ihtimal okumamışlardı dai burdaki yazıları. Ama aynı sorgulama Etyen Mahcupyan tarafından da en az iki yazıda yapıldı, gene çıt yoktu hiç birinden.
Sükut ikrardır.
Biraz daha geriye gidelim. Mustafa Balbay ve diğer “fikir adamları” nın Ergenekon kapsamında yargılanmasına da karşı çıkanlardan idi bir çeşit usül vb bahneleri icad ederek (Bkz. Gerektiğinde Balbay’ı da savunmak). Türkan Saylan’ın evinin aranması hatta baş-derbederlerden İlhan Selçuk’un “sabahın köründe” tutuklanması da hazreti son derece rahatsız etmişti. Yanlış anlamayın o da “bu işin sonuna kaar gidilmesini” isteyenlerden idi ama “söylermisiniz sabahın beşinde.. ” idi rahatsızlık.
Bir kaç gün önce ise “Ayrılık” dizisi bahanesi ile kendi gazetesinde yazanlar dahil heresi İsrail’e e düşmanlıktan sigaya çekiyor idi. Seyretmediğini baştan itiraf ettiği dizinin kusurları danışmanlarından birinin Suriye asıllı oluşu, dolayısı ile “Baasçı” oluşu, ve dizinin reklamında “one minute pulu” idi. Belli ki “one minute” onu da rahatsız etmiş idi.
İşte çektiği gaz sancısını ifade eden sözleri:
“Genel proje danışmanlığını Tarım Bakanlığı’ndan bir müsteşar yardımcısının, siyasi danışmanlığını demokrasiden zerre kadar nasip almamış Baas diktatörlüğü altındaki Suriye ile ilişkilerde “tam entegrasyon” hayal eden bir gazetecinin üstlendiği dizi, bakalım bundan sonra kaçıncı “dakikalar”ı ön plana çıkaracak?”
İsrail , Yahudiliğe yönelik her türlü eleştri rahatsız eder hazreti. Kendisine yazdığım bir e-mailde son yüz yılda gerçekleşen bir çok soykırımını saydıktan sonra “neden Holokost’un diğer soykırımlarından apayrı bir yere konmak zorunda” olduğunu sormuştum. Cevabi e-postayı silmişim ama aklımda kaldığı kadarı ile “Holokost biricik olmak zorunda zira insanlık için bir dönüm noktası tekrar etmemesi için” vs totoloji ile dolu bir şeyler yazmış idi.
Şimdi bir karne çıkaracak kadar malzeme var:
Adam demokat, entellektüel kabul edilir. Allah’ı var aleni Ergenekon müdafiliği yapmadı, AB’den yana ve askeri vesayete karşı tavır koyduğu da söylenebilir.
Lakin bu tavırları ortaya koyuşu mutlaka gayet mutedil terimlerle ve “ama” lıdır. Esas derdini bu “ama”lardan sonra ifade eder.
Arada Ergenekoncu, rejim soytarısı askeri vesayetçi, haysiyet cellatı köşe yazarlarını da, haberleri de, yazılarındaki tutarsızlıktan veya hatalardan dolayı sigaya çeker “medya eleştirmeni” şapkası ile, ama en az o kadar, hatta daha fazla hedefinde demokrat, mütedeyyin yazarlar ve yayınlar vardır.
Hemen her şok edici bir, demokrasiye , hukuka darbe olayı ortaya çıktığında merkeze aldığı konulara bakıldığında insana “peki bu hırsızın hiç mi kabahati yok” dedirtir.
Bu adam budur.
“Güzel de neden başlıkta Yeni Şafak var” derseniz bağlantı kuracağım diğer bir olay var da ondan.
O da yarına kaldı.
Yarın: Quo Vadis YeniŞafak ? (II): Bu da nerden çıktı?
*********************************
Alakalı yazılar (Bumin Dosyası):
Fakir adamın Voltaire’leri Aydın Doğan için sahnede!
Gerektiğinde Balbay’ı da savunmak
Holokost’ta Siyonistlerin ileri sürdüğü ve çoğu kimsenin kabul ettiği rakamlara göre 6 milyon Yahudi ölmüşken, 25 milyon kadar Rus ölmüş. Ama Ruslar o zamanlar Batının kötü çocuğu oldukları için, Kuzey Batı Avrupa – Kuzey Amerika merkezli sisteme biat etmedikleri için olsa gerek, Rusların adı bile anılmıyor Holokost’tan bahsedilirken.
Ama asıl neden de şudur ki bu dünyada en mazlum millete bile dokunulmazlık zırhı verilmez, çünkü kötülük işlediği anda artık mazlum olmaktan çıkar. Sıradan Yahudiler değil fakat üst düzey Siyonist Yahudiler bunun dışındadır sadece, çünkü onlar zengindir, para babasıdır, parayı bastırıp istediklerini yaptırırlar…
Benim anlamadığım, ülkemizde mebzul miktarda bulunan Kürşat Bumin gibi insanlar, nasıl oluyor da Siyonist Yahudilerin kutsanmasını gerçekten “entellektüel ve vicdanî nedenli” sanabiliyorlar? Yahu, ne vicdanı, ne entellektüel nedeni, olan biten düpedüz paradan ibaret, behey şaşkın… Lenin bu tür şaşkınca fikirlerinden ötürü “devrim”e hizmet edenlere “faydalı aptallar” dermiş diye duymuştum. Hiç şüphem yok ki Henry Kissinger ve Benyamin Netanyahu gibi kimseler de Kürşat Bumin abi gibilere böyle diyorlardır.
Hocam, ben daha dün gece Yeşil Sözlük’e kısa bir Yeni Şafak övgüsü yazmışken, yazar kadrosunun genel tavırlarını (elbette Kürşat abiyi dışarıda bırakarak) “sağlam” diye nitelemişken, siz Yeni Şafak’ı eleştirme kararına varmışsınız. Ama haklı olduğunuza da eminim; çünkü ben uzun zamandır fazla bir şey okuyamıyorum Yeni Şafak’tan, ne olup bitiyor fazla haberim yok, zaten bence Yeni Şafak’ta bir çekirdek kadro vardır okunması gereken, diğerlerini hiçbir zaman fazla umursamamışımdır. (Google’da sitemizi güncel tutmak için sitemize yazı yetiştirme endişesi ve benzeri şeyler pekçok işten alıkoydu beni, bu işe artık bir çare bulmam lâzım.)
BeğenBeğen
“Adam demokat, entellektüel kabul edilir. Allah’ı var aleni Ergenekon müdafiliği yapmadı, AB’den yana ve askeri vesayete karşı tavır koyduğu da söylenebilir.
Lakin bu tavırları ortaya koyuşu mutlaka gayet mutedil terimlerle ve “ama”lıdır. Esas derdini bu “ama”lardan sonra ifade eder. …”
AMA’nin da bir AMACI olmalı , bir de onu anlayabilsek , mesela Don Kişot da bol miktarda ‘ama’ kullanır ve neden kullandığını hemen anlarsın ,burada en hafif tabirle pervazdaki toz hassasiyetinden başka birşey görülmüyor, bir mürebbiye edasıyla ,o önemsiz ,bu önemsiz ….
Ben dünkü yazısını okumamıştım
“Altında Genelkurmay Başkanı’nın “imzası” bulunan bu ve benzer “belgeler”in yanında Dursun Çiçek’in “ıslak imzası”nın ne kadar önemi olabilir ki?
Dursun Çiçek’in “ıslak imzası”na ulaşıldığına ilişkin iddiaları -tabii ki- küçümsüyor değilim.
Ama diyelim ki, “ıslak imza”nın söz konusu subaya ait olduğu kesinleşti ve durum netleşti. Bunun nasıl bir “hukuksal” sonucu olabilir ki? Bu gelişme sonrasında “Hukuk”un kapıdan sokulmadığı bir kurumu daha doğru, daha yakından mı tanımış olacağız? 27 Nisan’da “elektronik imza”nın üzerinde yer alan “Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmaması gerekir” ihtarının bize betimlediği tablodan daha büyüğü ile mi karşılaşacağız?
Yani sonuç olarak, bu genel manzara içinde ele geçirildiği söylenen “ıslak imza”ya ilişkin hararetli çıkışların çok da bir anlamı bulunmuyor. ”
şimdi burada ne anlatılmak isteniyor ?
Kürşat Bey’in Hüküm Cümlesini elealalım;”Islak imzanın çıkması çok da anlamlı değil”
Fikri Teorik olarak anlamlı , ıslak imza çıkmasa dahi önümüzdeki Asker sorunu küçülecek değil,eğer buysa mesaj ,bunu ilk keşfeden siz değilsiniz Kürşat Bey ,kendi adıma 14-15 yaşımda keşfetmiştim Güzide Askeriyemizin Halipürmelalini
Fikri Pratik olarak anlamsız ,her damla,her vaka ,her tekrar en azında siyaset,sosyoloji,tarih bilimi adına bir veridir,yerini alır
Hukuk açısından bu yorum anlamsız,saçma ve negatif,bir belgenin varlığı ile şuyuu/yokluğu aynı kefeye konamaz
bir suç işlenince , mağdurun ve şahitlerin ‘yapanı görmedim’ demesiyle(demesinin sağlanmasıyla) olayın üzerinin örtülmesi başka ,Fail’in (mesela yargılanamayan genelkurmay başkanı gibi) yargılanamaması dolayısıyla yırtması başka, birinde suçun varlığı kesinleşmiyor,diğerinde hukukun yokluğu kesinleşiyor, milletin vicdanında da yankısı farklı olur
Siyasi açıdan -eğer patagonya değil de güncel Türkiye siyasetinden bahsediyorsak- anlamsız,ıslak imzanın ortaya çıkması vakası demokrasinin ve özgürlüklerin kuvvetlenmesi cephesine büyük bir katkıdır ve varlığı yadsınamaz.
Hatta düne kadar adiyattan olmuş andıç-lahika tanımı yerine ,-ıslak imzanın çıkmasıyla- bugün ‘cunta ihbarı’ gibi daha ciddi ve daha genel/evrensel siyasi bir tanımlama yaygınlaştı bu bile siyasi anlamının ne kadar kuvvetlendiğine delildir. ( kendi adıma andıç diyince okul andıçı-fotoğraf albümü gibi bir anlam geliyordu aklıma, ciddiyetsizliğin farkında mısınız ? -tersten yazsam anlarmısınız-)
Birkaç kelam da Kürşat Bumin’in Hakan Albayrak hakkında yazdıklarına dair yazmak isterim.
” siyasi danışmanlığını demokrasiden zerre kadar nasip almamış Baas diktatörlüğü altındaki Suriye ile ilişkilerde “tam entegrasyon” hayal eden bir gazetecinin üstlendiği dizi”
‘Zerre kadar nasibini almamış suriye’ wowww bu ne şiddet bu ne celal ?
garibanım suriyenin suçu arap olmak tabi
yoksa israil hakkında
‘ eşitlikten , laiklikten ve hukuktan(ulusal ve uluslararası hukuktan) zerre kadar nasibini almamış dünyanın ırka dayalı tek rejimi israil’
şeklinde bir serzeniş hatırlamıyorum ,hatırlayan varsa hatırlatsın.
bir milyon arap vatandaşına ikinci sınıf insan muamelesi yapan, ‘sadakat yemini’ ettirmeyi,Vatandaşı sürmeyi takas etmeyi düşünen, Hatta kendi yahudilerine de ayrım yapabilen ,etyopyalı zenci yahudilerin kan bağışını itlaf edebilen ATINA tipi seçkinler demokrasisi ile bir sorunu yok anlaşılan.
Askeriyemizin israil ile entegrasyon düzeyine gireli 15 yıl olduğunu ve daha yeni yeni sıyrılmaya başladığını bilmiyor anlaşılan.
Suriye ile ilişkilerimizin Suriye’deki müsbet etkisi, bizim kendi siyasetimize olan müsbet etkisi hiç önemli değil tabi
Suriye eski Suriye mi ? o da önemli değil
üstelik komşu ülke olması ,dolayısıyla ilişkilerin iyi olmasının bir gereklilik olması da önemli değil
Uluslararası kurtlar sofrasının hedefinde olan ve son yarım asırda bir kaç defa savaşmış, dibinde dünyanın en hukuksuz ve sınırları belirsiz ve nükleer silah sahibi saldırgan bir düşman bulunan bir ülkeden söz ettiğimiz de önemli değil
hani Türkiye’ye sığınmış demokratik muhalifleri Suriye’ye teslim etmekten falan şikayet etse neyse dicem
İlişkilerin iyileşmesi iyi mi kötü mü ?
nedir kuzum senin derdin ?
Hakan Albayrak bir ‘Moral Yazar’ , uçuk olmakta bile mazurdur ,duygularını yazmış,’suriye diktatörlük olarak kalsın,öyle entegre olalım’ dememiş,
Kürşat Bumin gibi ‘fikir yazarı’ etiketiyle diye çıkıp berbad etmesinden iyidir….
BeğenBeğen
Güzel ilaveler Ravi ve VB.
Evet faydalı aptallar “cuk ” diye oturuyor Ravi. Benim 3. dünya aydını, yerli oryantalist, Türk modernleşmesinin veled-i zinaları gibi alternatif terimlerim de var.
*********
Çok güzel bir mantıki analiz VB. Benim adamın sözlerini ince ince mercek altına koyacak sabrım yoktu.
Mevcut gerçeklerden (bağlamdan) arındırılmış bir mantıki analiz testinde de çakıyor mantık örgüsü ifade ettiğin gibi.
Etyen Mahcupyan, Aydın Doğan vergi ve cezası üzerine “ne oluyoruz ya hu” çeken Murat Belge ve onu kopyeleryen bu zat gibiler için “laikçi reflekseler” ile hareket etmekle suçlamıştı da hiç biri oralı olmadı.
Herhalde bizler de “motif” sorgulaması yapabiliriz artık. Gerek Balbay-Olhan Selçuk’a destek. Gerek “açılım” ın “patetik” oluşu, gerek Aydın Doğan’ın işnsan hakları, gerek İsrail sözcülüğü ve gerek burada esas meselenin “ihbarcı subayın motifi” olması noktalarını birleştirsdiğimizde ortaya “anal retentive” lik kadar masumane bir zihin haritası çıkmıyor.
Tahminim ilerde dozunu daha da arttıracağıdır. Eğer şimdiden bir diğer gazetede “B Planı” üzerine anlaşmış ise şaşırmam.
**********
Teşekkürler Pınar Hanım. Objektif fikrimi sorarsanız, muhteva da fena diil 🙂
BeğenBeğen
Benim aklıma da o geliyordu Bekir Hocam. Niyeti kötü olabilir, ince ilişkileri olabilir diye şüphelenmeye bile başladım açıkçası.
Ama anlamadığım, 28 Şubat sürecinde İslâmî kesimin hukukunu o kadar savunmuş olan Kürşat Bumin, bu zamanlarda niye bu hâle geldi? Yani güçsüzün hakkını savunmak denmez buna, çünkü meselâ azılı bir kâtil güçsüz kaldı ve yakalandı diyelim. Şimdi biz güçsüzdür diye o kâtili mi savunacağız? “Önemli olan kâtilin yakalanması değil, onu ele veren adamın motifleri” mi diyeceğiz? Kaldı ki, kâtil güçsüz de değil, Kürşat Bumin gibilerin yardımıyla işin içinden sıyrılma ve katillerine, zulümlerine devam etme şansı hâlâ var…
BeğenBeğen
Yaaa Kürşat Bey, Öyle garip yazılarla ancak kendi kafanızı bulandırırsınız,kamuoyu öyle bulandırılmaz , böyle bulandırılır,okuyun ve öğrenin işi üstadından:
”
Ergenekon savcılarına ulaşan ihbar mektubunu da çok dikkatle okudum.
Fransa’da aldığım eğitim sayesinde biraz “metin çözümleme” bilgim var.
Metinde kullanılan ifadeleri ve araya sokulan temaları bu gözle inceledim.
Vardığım sonuç şu:
Adli Tıp’ın ifadesiyle bu belgenin altındaki imza “Albay Dursun Çiçek’in elinin ürünü”.
Bana göre ihbar mektubunu yazan kişinin ifadesi de belli bir “ideolojik bakışın ürünü”.
Yani, o darbe belgesini hazırlayan kafa, olaya ne kadar kendi ideolojisi açısından bakıyorsa, bu ihbar mektubunu yazan kişi de farklı bir ideolojik açıdan bakıyor gibi geldi.
O ideoloji benim veya bir başkasının hoşuna gider, gitmez hiç önemli değil.
Eğer bu mektubu yazan kişi veya kişiler, sadece darbecileri tasfiye etmeyi, deşifre etmeyi amaçlıyorsa, hiç mesele değil.
Acaba amaç bu kadar masum mu?
Umarım öyledir.
* * *
O nedenle ben de Başbakan Erdoğan’a katılıyorum.
Eğer ihbar mektubunu yazan kişi, gerçekten iyi niyetliyse ve bu konuda bildiklerini anlatmaya hazırsa, kendisi mutlaka dinlenmelidir.
Kendisine her soru sorulmalıdır ve sorularla cevaplar kamuoyuna mutlaka açıklanmalıdır.
Yoksa “ıslak imza” olayı, kamuoyunu tatmin etmek yerine, daha da kutuplaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.”
Ertuğrul ÖZKÖK
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12795716.asp?yazarid=10
uzman konuşuyor burada , bakın hiç ‘önemsiz’ gibi bir ifade geçmiş mi , çekirdeksiz kabuksuz löb mesaj
Fransa’da aldığın eğitimini yesinler ,Kürşat Bey ‘zihin düğümleme’ yapacam diye uğraşırken işi bilen ‘metin çözümleme’ yapıyor, eeeyt bre açılın sosyolog geliyor……
BeğenBeğen
“Düşünün, ortada henüz bir iddia var. Dün, Yeni Şafak’tan Kürşat Bumin’in yazdığı gibi iddianın temelini oluşturan ihbar mektubu da çelişkilerle dolu, üstelik ‘pek makbul bir şey de değil.'”
Oray Eğin
http://www.aksam.com.tr/2009/10/28/yazar/14922/oray_egin/bu_acelecilik_niye_.html
eh maksat hasıl olmuş,püskülü eksikti şimdi tam oldu Kürşat Bey.
BeğenBeğen
Evet, görüldüğü gibi şeytanın aptal çocuklarının kodlarını çözmek için Fransa’da metin çözücülüğü okumak şart değilmiş.
********
Yukrda Ravi “ama bu adam 28 Şubat döneminde Müslümanların hukukunu korudu” gibi bir ifade kullanmış. ‘8 Şubat döneminde Yeni Şafak’tan geçim sağlayıp ta bunun aksini yapması da bu günkünden çok daha kaldırılmaz bir cürüm olurdu.
Ben size o dönemde Hürriyet Gaztesi’nde yazıp aynı şeyi yapmış bir başka isim vereyim: Cüneyt Ülsever. “islami kesim” ile de yağlı ballı sayılır idi. Ak Parti kurulduğunda el üstünde tutulma, bir takım rantlar sağlanması beklentisi vardı. Özal döneminde “makbuller” li
stesinde idi. Hatta “prenslerden” olduğu da söylenirdi.
Erdoğan beklediği tarzda “ödüllendirmeyince” dönüş yaptı.
Kürşat’ın gazete içinde, hükümetle veya diğerleri ile özel ilişkilerini bimem ama bazen (hatta çoğu zaman) geziye davet edilmemek, önemsenmemek gibi nefsi nedenler
fikir ayrılığı gibi pazarlanıyor.
Not.: Durumdan rahatsız olan arkadaşlara Yusuf Ziya Cömert , Fehmi Koru ve diğer Yeni Şafak ağır toplarına yazıp protestolarını iletmeleri bir demokratik tepki olarak tavsiye ederim. Ben gerek telefon gerek e-maillerle yaptım.
Bu yazı da rahatsız etmiş olacak ki “çiziktirdiklerinizin zerre kadar değeri yok” diye yazmış.
Tahminim odur ki önümüzdeki günlerde demokrat, mütedeyyin köşe yazarlarının çiziktirdikleri arasında benimki kadar sert olmasa da bu zata en azından “göndermeler” bulunacak. Bu günkü F. Koru ve A. Bayramoğlu yazıları da dikkate değer.
BeğenBeğen
Oray Eğin de okumak yerine Kürşat Bumin’in bulduğu çelişkilerle! yetinmiş, kolayı varken zoru seçmemiş akıllı çocuk ,’psikoseksuel bosukluk’ raporu almak varken çok sevdiği askere gitmeyerek yaptığı gibi
Kürşat Bey’in bugünkü incisi de hiç fena değil:
“Toparlayacak olursak: Başbakan’ın –ve “okur yorumu”nun- “Sende varken onun da olmasına niçin hiddetleniyorsun” tarzındaki tepkisi,söylediğim gibi, sade-saf- arı nitelikte bir akıl yürütmenin ürünü. Yani bir bakıma: “Eşitsizlik”e karşıysak, nükleer silah sahibi olmak söz konusu olunca da “eşitliği” savunmalıyız…
”
Bir de Fehmi Koru’ya bakalım:
” “İran’da veya bölgenin herhangi bir ülkesinde kitle imha silâhları bulunmasından yana değiliz” dedikten sonra, “Başka ülkelerde bu tür silâhlar varken bir tek İran’ın sıkıştırılması hem adaletsiz olur, hem de yakışıksız kaçar” diye ilâve etmiş…”
bardağın dolu tarafı,boş tarafı derdim normalde ama değil, bu daha çok gözünün üzerinde kaş var,çakmaya karar vermiş önce….
eğlence bundan sonra başlıyor:
“Ama dediğim gibi, ne yazık ki devletler arası işler böyle yürümüyor.”
Hımmm Reel Politik ha
“Dolayısıyla en iyisi, İran’ı da nükleer silahlanma yarışında “eşit” kılmayı istemekten ziyade, Obama’nın Prag konuşmasıyla ateşlenen nükleer silahsızlanma “ütopyası”nın arkasına takılmaktır.”
Hımmm Ütopya ha
Altı kaval üstü şeşhane ….
Belki de hazmedilemeyen ,(maddi güçle desteklenmemiş,tam kararlılık ve stratejiden yoksun da olsa) en azından konuşabilen,O bama’nın Bu bama’nın arkasına takılmayabilme ihtimali olan bir Türkiye’dir.
Sanki Cumhuriyet tarihinin en başarılı ve aktif dış politikası bu hükümet zamanında icra edilmemiş , ırak savaşından tutunda avrupa birliğine kadar bu hükümet dış politikada bir çok badire atlatmamış gibi Uluslarası ilişkiler dersi veriyor..
uluslararası hukuk denen şeyin çoğu teamüller olduğu gibi uluslararası ilişkiler denen şeyin çoğu da ‘ben yaptım oldu’dur.
‘one minute’ golünde olduğu gibi bu demeciyle de doksana çakmış adam ,git hadi siyonist amcalarına şikayet et….
BeğenBeğen
” Bu defa Batı’ya ‘one minute’ ”
Temel İskit
http://taraf.com.tr/makale/8156.htm
“Ama Guardian mülakatındaki İran’a kayıtsız şartsız kefil olan ve Batı’ya ‘one minute’ tavrı koyan tarzda ifadelerde bulunması da hiç mi hiç beklenmiyordu”
“Ancak şimdiden bu gezinin Türkiye-İran ilişkilerinin çerçevesini aştığı, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşıp uzaklaşmadığı tartışmasına oldukça yüklü bir malzeme sağladığı muhakkak.
”
ne kafaleti be ?
yani bunlara kalsa , konuşmak dahi suç ,Amerika ve avrupa öyle uygun görmüş…papağanlar
Hükümetin bunları söylemesi bile en azından iran hakkında ‘uluslararası kamuoyu’ denen yalanın (ki egemen batının iradesinin kılıfıdır bu laf) oluşmasını engelleyici yöndedir,3 ülke ,5 ülke derken böyle itirazlar,bir de bakmışsınız “önce afganistan,sonra ırak,sonra iran,sonra suriyeyi silip süpüreceğiz” diyen cürret gitmesine yerine “müzakere edeceğiz” noktasına gelinmesine faydalı olur.
sanki iran’a müdahale kararı alınsa engelleyecek fiziki gücümüz mü var,diplomasi diplomatik güç bu değilse nedir ?
burada işe yaramayacaksa,kullanılmayacaksa nerede kullanılacak?
Pazarlık da dahi insan belirli bir marj ile başlar..
iran’a karşı kampta olmanın Türkiye’ye getirisi nedir ? halbuki bırakın şuanki pozisyonumuzu ,daha değerli olan iran’ın yanındaki pozisyondur,en reel politik anlamda satış değeri daha yüksek bir pozisyondur, vazgeçmek için birçok ödün alabilirsin.
şu tavra batılılar bu kadar tepki koymuyor koyamıyor bunlara noluyor ?
bunlar batıya arzı ubudiyet dışında bir seçeneği kabul edecek gibi görünmüyorlar
Kürşat Bey ile aynı sayfaya yakışırlar diye düşünüyorum. ( Alper Görmüş , ayarlayın bu transferi )
BeğenBeğen
Utangaç İsrail muhbbinin “metin çözümünü” bir de ben deneyeyim:
Erdoğan’ın argumanının temel noktası “siz Batılların da var Iran’ın niye olmasın” değil. Arkadaş boşuna meseleyi böyle temsil etmiyor. Gaye Israil’i saklamak. 500 kusür nükleer silahlı İsrail’den ancak bir cümlede en fazla 3-5 silahı olan Pakistan ile grupluyor.
Erdoğan’ın ağzına “eee siz Batıllarında var, eşitlik olsun” sözlerini koyarak onun pıozisyonunu ABD, Fransa Çin ile Iran nükleer eşitliğiğni isteyen “gerçeklerle temasını kaybetmiş” adam yapıyor.
Ve gol vuruşu:
“Şimdi siz Iran’ı savunarak adalet falan armayın. Bırakın Israil ve Batı’lı dostları gerekeni yapsın ıRAN’A . İlla ahlakçı idealist olcaksanız “nukleerden arındırılmış dünya, insanların kardeşliği, kuşlar, yeryüzü cenneti ” gibi romantik hippi şarkıları söyleyedurun, abiler de gerekeni yapsınlar.
Devlelerarsı ilişkiler uzamanımıza göre “eşitlik” demek (ki Erdoğan bunu demedi) “devletler arsı ilişkiler” gerçeği ile bağdaşmıyor fakan “nükleerden arınmış dünya” utopyası daha reel strateji!
Onun kafasındaki “devlertlerarası ilşikiler raconu” (veya reel politik) fazla orijinal değil: “Might makes right” (Güç caiz kılar).
**********
Islak imza mevzuunda bir “pervazdaki tozlar ve fil” yazısı da burada:
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=908645&title=yol-hikâyesini-birakin-da-cinayete-gelin
Bu da aynı minvalde Etyen Mahcupyan’dan:
“İhbar mektubunu yazan kişiyle ilgili birçok düşünce ve kaygı da gazete sayfalarında dolaşıyor. Bu bilinmeyen kişi için de ‘niye şimdi’, ‘neden böyle’ türü sorular soruluyor. Galiba buradaki öznenin bir insan olduğu unutulmuş durumda. Endişeleri, korkuları, önyargıları olan, öte yandan herkes gibi kendince sorumluluk, ahlak, adalet duyguları taşıyan biri. Rasyonel bir robot değil… Bu konuda ille de ‘sağlam’ yanıtlar arayanların bence acilen bir Zeki Demirkubuz filmi seyredip ‘insandan’ beklentilerini normalleştirmelerinde yarar var. ”
http://taraf.com.tr/makale/8179.htm
BeğenBeğen
Etyen Bey çok güzel yazmış! Bireylerin tavırlarını değerlendirirken onların da bir insan olduklarını hatırlamalı; daima ince ve akılcı ekonomik ve siyasi çıkar hesapları yapan/yapabilen homo economopoliticus’lar veya daha doğrusu Etyen Bey’in robot tabirini ödünç alırsak “roboto economopoliticus”lar oldukları düşünülmemeli (bu arada Latince bilmediğim için muhtemelen korkunç bir Latince katliamı yaptığımı da biliyorum, ama sözüm anlaşılsa yeter sonuçta 😀 ).
Kürşat Bey’in motiflerine dair yorumunuz için de sağ olun, Bekir Hocam. Anlıyorum ve katılıyorum; Cüneyt Bey gibi o da, kendilerine bekledikleri büyük iltifatı etmeyen İslami kesimden sıkılıp artık laikçi kesime yaranmaya çalışıyor gibiler maalesef. Hatta Nuray Mert bile onlara yakın bir duruma erişmişti son bir veya iki yılda, yanılmıyorsam. Yeni Şafak’ta yıllardır yazıp onların aldığından muhtemelen çok daha az maaş alan İslâmî görüşlü yazarların neyi eksik onlardan, insan sormaz mı, nasıl daha büyük taltif bekleyebilirler… Ve taltifi görmeyince de nasıl insan fikirlerini o denli değiştirir? .. Zamanında Kürşat Beye Yeni Şafakçılara yaranmasını ve içe sızmasını söyleyen de zamanında Ergoşlar mıydı acaba, diye komplo teorisi kurasım bile geldi açıkçası… ama bu kadar da değildir herhalde, abartmayayım iyicene (Ergoş tabirimi herhalde herkes anlamıştır. 😀 )
BeğenBeğen
Aklıma bir de tarihten bir benzerlik geldi.
Şu liberallerin önemli bir kısmı tam da bir kısım ataları gibi olmaya başladılar, yani bir kısım fikrî-siyâsî ataları.
1909’daki 31 Mart isyanını çıkaranlar, yapılan en iyi tahminlere göre (Prof. Eric Zürcher – Turkey: A Modern History), perde arkasında, İngiltere ve Fransa (yani liberal batı) taraftarları olan Ahrâr Fırkası’ydı. (Ahrâr: Hürler, özgürler.)
Ama İttihatçılar –ki kendileri de Ahrar gibi batıcı idiler, hatta o dönemde henüz Almancılıkları da fazla güçlü değildi (zira Almanlara ekonomik olarak yakınlaşma politikasını başlatan kişi de Sultan Abdülhamid-i Sânî idi)– suçu “dinî mürteciler”in üzerine atmayı ve bahaneyle Sultan Hamid’i indirmeyi tercih ettiler. Büyük ulema isyana kesinkes karşı çıktığı ve sadece işleri kesat giden bazı küçük ulema ve talebeler isyana katıldığı halde, zaten Kemalizmin kökenindeki laikçiler bizzat kendileri olan İttihatçılarca irticaya hamledildi isyan…
Damat Ferit de bir liberaldi… İttihatçılardan nefret ediyordu, ama onun çözümü de batıcı fikriyat bozuntusunu ulusçuluktan da arındırıp ülkeyi liberal batının şefkatli (?!) kollarına teslim edivermekten ibaretti, bildiğimiz kadarıyla.
BeğenBeğen
Türk olarak Türkçe anlatamadık , Fransız Fransızca anlatınca belki anlarsınız Kürşat Bey : ( ben Türkçe alıntıyı koyuyorum,Kürşat Bey le monde ‘dan okusun )
http://www.haber7.com/haber/20091111/Le-Monde-Turkiye-degil-Israil-kaybeder.php
“Le Monde, Türkiye’nin “jeopolitik kayması”nın İsrail’i kaygılandırdığını belirttiği analizinde Türkiye’nin Müslüman komşularına yakınlaştığı Ortadoğu’daki “büyük bölgesel oyun”da İsrail’in elinde “pek bir koz” olmadığı yorumunu yaptı.”
““(İsrail’in) Ankara ile imtiyazlı ilişkisi, asimetrik hale geldikçe özünü kaybediyor. Türkiye’nin, bölgede yumuşak bir güç olma iddiası var oysa Yahudi devleti, daima gücün diplomasinin avantajlarına inanıyor. İkili ilişkiler iyileşebilir ancak Ankara, artık bir şart da öne sürüyor: Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler, barış umudu ile canlanabilsin. Bu iki ortaktan en çok kaybedecek olanı İsrail’dir çünkü onun Ortadoğu’da bir tek Müslüman müttefiki var.”(ANKA)”
BeğenBeğen